02 Mayıs 2020

Covid-19 ve ev ofis sömürüsü: Dünyanın tüm beyaz yakalıları, birleşin!

Beyaz yakalı arkadaşlarıma sesleniyorum. Ne kadar eğitimli olursanız olun, maaş karşılığında haftalık 40 saat (inşallah!) emeğinizi satıyorsunuz ve o maaşı almazsanız da geçinecek başka bir şeyiniz yok. Dolayısı ile cuma günleri tiyatroya, temmuz ayında da Selimiye’ye gidiyor olabilirsiniz ama sizler de işçisiniz.

Haftalardır Gazete Duvar’da Pınar Öğünç inanılmaz bir gazetecilik örneği ile mavi yakalı çalışanların Covid -19 süresince yaşadıkları korkunç deneyimleri aktarıyor. Hem bu yazı dizisinden ilham alarak, hem çevremde gördüklerimin ışığında, ben de beyaz yakalıların yaşadığı "trajediden" bahsetmek istiyorum.

Eğer bir şirkette çalışıyorsanız, Covid-19’dan bu yana evden çalışmaya başladıysanız veya böyle tanıdıklarınız varsa, anlatacaklarımın çok iyi farkındasınızdır. Bu yazıyı bir çok beyaz yakalı çalışanla yaptığım görüşmelerden aldığım izlenimlere göre yazıyorum. Bu insanların hepsi ama hepsi, geçtiğimiz 1.5 ay süresince, evde çalışılan süreçte çalışma saatlerinin, çalışma temposunun ve belki de en önemlisi çalışma streslerinin eskisine göre akıl almaz boyutlarda artmış durumda olduğunu söylüyor. Sabah 9’dan başlayan mesailer artık hiçbir zaman saat 6’da bitmiyor, eskiden de bitmiyordu ama bu sefer gece 9-10’lara kadar devam ediyor. İnsanların bir çoğu öğlen yemek yemeye bile fırsat bulamadıklarını söylüyor. Eskiden yolda veya serviste geçen zaman artık çalışmaya harcanmakla beraber, bu da yetmiyor, gece geç saatlere kadar ev ofisi, ev olmaktan çıkıp bir süper-ofise dönüşüyor.

Peki neden? Üç sebebi var: Birincisi, Covid-19’un şirketler için yarattığı kendi ekstra gündemi oluşmuş durumda. Hem yerli hem yabancı sermaye şirketleri, hem küçük hem büyük ölçekli şirketler, Covid-19’la artan riskleri öngörmek, ve aksiyon planları almak yoğun bir iş yoğunluğu yaratmış durumdalar. İkincisi, evden çalışmanın kendisi, şirkette çalışmak kadar verimli ve efektif olamıyor. Bunun temel sebebi tüm toplantı ve iletişimin, telekonferanslar ve telefon görüşmeleri ile yapılması. Şirketin mekanı içerisinde yüz yüze bir görüşme ile yahut kısa bir göz hareketi ile bile halledilebilecek meseleler, telekonferans ve telefon üzerinden olunca upuzun zamanlar alıyor. Telekonferansları ayarlamak, bağlantısını yapmak (bağlantının kopmamasını sağlamak) ve bunların ötesinde bu süreçte iş yapmak, tüm süreci çok daha verimsiz ve uzun hale getiriyor.

Ancak üçüncü faktör, bunların arasında en önemlisi: Toplumun yaşadığı sağlık krizi ve çalışanların yaşadığı evde bakım hizmetleri krizine rağmen, şirketlerin kârlılık beklentileri ve çalışanlardan verimlilik beklentilerinde ciddi herhangi bir düşüş söz konusu değil. Sağlık krizini artık biliyoruz, herkes kendisi ve ailesinin sağlığından ve hayatından endişe ediyor. Ancak, bütün bunun yanı sıra, bir ev hizmetleri krizi de var. Evdeki çocukların bakımını sağlayan tüm geleneksel toplumsal kurumlar iflas etmiş durumda. Birincisi kreşler ve okullar kapalı, ikincisi evde çocuk bakımından sorumlu olan çalışanlar işlerine gelemiyorlar, üçüncüsü Güney Avrupa ülkelerinin birçoğunda olduğu gibi, birçok evde çocukların bakımından sorumlu dedeler, anneanneler ve babaanneler 65 yaş üstü yasağı ve genel olarak salgın tehdidi yüzünden bu rolü üstlenemiyorlar. Bunun yanı sıra, birçok beyaz yakalı artık ev temizliği ve yemek hizmetlerini satın alamıyorlar. Dolayısı ile hem ev işleri hem de çocuk bakımı hizmetleri artık beyaz yakalıların görev alanına giriyor. Tüm bu süreç, eşitsiz kadın erkek toplumsal iş bölümünü de ayyuka çıkarıyor. Eskiden, temizlikçi ve bakıcı kadın emekçilere taşere edilerek en azından bir kısmı sümen altı edilen beyaz yakalılar arasından kadın-erkek eşitsizliği, küllerinden doğarak daha beter şekilde geri geliyor.

Beyaz yakalılar çalışanlar arasındaki kadın-erkek eşitsizliği, ve onların dedeler, babaanneler ve anneanneler, bakıcılar/temizlikçi kadın emekçilerle kurdukları sömürü ilişkileri, kısaca bahsetmemle beraber, ayrı bir yazı konusu. Burada, vurgulamak istediğim şey şu: Covid-19, bunların hepsini rafa kaldırıp, büyük bir bakım krizi yaratmış durumda ve şirketler sanki bu durum hiç yokmuşçasına, çalışanlarından aynı işleri, aynı hızda, hatta daha fazla işi daha hızlı bir şekilde talep etmeye devam ediyorlar. İş miktarı arttıkça, çalışma süresi artıyor, ama aynı zamanda bakım işleri de olduğu için, kimi insanlar sabah 5’te kalkıp çalışmaya başlıyor, ama genelde mesailer gece yarılarına kadar uzanıyor. Tüm bunlar da büyük bir stres yaratıyor. Beyaz yakalılar bu duruma hayır diyemiyor, zira Covid-19’un getirdiği ekonomik krizin işten çıkarmalara yol açacağını biliyor ve işlerini riske edemiyorlar. Müdürlerinden iş talebi geldikçe evet diyor, onu da yaparım bunu da yaparım diyor. Hafta içi yetişmezse hafta sonu çalışıyor.

Beyaz yakalı arkadaşlarıma sesleniyorum. Anladığım kadarı ile çoğunuz kendinizi işçi olarak görmüyorsunuz, ama işçi dediğimiz, sadece mavi tulumunu giyip kaynak yapan insanlara denmiyor. Bu mesele tabi ki sosyolojide büyük bir tartışma konusu, ama bence durum az çok belli: Ne kadar eğitimli olursanız olun, maaş karşılığında haftalık 40 saat (inşallah!) emeğinizi satıyorsunuz ve o maaşı almazsanız da geçinecek başka bir şeyiniz yok. Dolayısı ile cuma günleri tiyatroya, temmuz ayında da Selimiye’ye gidiyor olabilirsiniz ama sizler de işçisiniz. Ve demin yukarda anlattığım trajediden kurtulmak için de diğer işçilerin yüzyıllardır yaptığını yapmaktan başka çareniz yok: Yani örgütlenmek. Zor olduğunu biliyorum, çok aşırı zor olduğunu biliyorum, çalıştığınız şirketler sizden sendikanın s’sini duyduğunda, siz masanıza gidene kadar eşyalarınız güvenlik tarafından şirketin girişine yollanmış olur. Ama başka bir çare yok. Piyasadaki kalifiyenizden kaynaklı pazarlık gücü size bir miktar işten atılmama garantisi sağlayabilir, ama sizi aşırı sömürülmekten, aşırı stresten, aşırı yorgunluktan ve aşırı mutsuzluktan koruyamaz.

Uluslararası şirketlerde çalışanlar bilirler, sizler burada saat 10’a kadar çalışırken, Hamburg’taki meslektaşlarınız mesaim bitti diyerek işyerlerinden ayrılırlar, hafta sonu da onlardan tek alabileceğiniz yanıt "out-of-office" mesajıdır. Bunun tek sebebi, oradaki çalışanların sendikalı olmasıdır, başka tek ama tek bir sebebi yoktur. Buradaki beyaz yakalıların işçi olmanın da yanında en çok sömürülen işçiler olmasının sebebi de sendikalarının olmaması, örgütlenmemiş olmaları. Sömürüden kastım şu: Bir çalışanın aldığı maaş ile ürettiği değer arasındaki fark. İyi bir şirkette çalışan ve diyelim ki ayda 10 bin lira (yani gayet iyi) ücret alan bir beyaz yakalı insan, o ay için şirketine belki de 50 bin lira katma değer sağlamış durumda. Bu karşılığı ödenmeyen orana baktığımızda, beyaz yakalıların sömürü oranının mavi yakalı işçilerden çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Bu sömürü oranı da, örgütlenme olmadıkça, artıyor.

Dediğim gibi, bu ortamda örgütlenmek zor. Şirketler zorluyor, ama bence daha büyük faktör, beyaz yakalıların böyle bir şeyi akıllarına bile getirmemiş olmaları: "İşçiler örgütlenir, ben işçi değilim, örgütlen(e)mem, ben rekabet ederim". Ancak, o rekabette ise kaybetmeye, yani günden güne tükenmeye mahkumsundur. Örgütlenmek zor ama bunu dünyada ilk yapan siz olmayacaksınız, Türkiye’de bu işle uğraşan sendikalar, dernekler var (mesela Plaza Eylem Platformu https://plazaeylem.org/). Lütfen bu ihtimale bir şans verin, düşünün. Dolayısı ile, dünyanın bütün beyaz yakalıları birleşin, diyor, hepinizin 1 Mayıs’ını kutluyorum!


Erdem Yörük, Sosyolog, Koç Üniversitesi

Yazarın Diğer Yazıları

Karşı propaganda başladı: Muhalefet ne yapmalı?

Karşı propaganda kampanyasına karşı, karşı-karşı söylem geliştirmek muhalefetin işi. Burada ne denmeli üzerine bazı önerilerim olacak

Anksiyete ve eleştirellik krizinde bir muhalif seçmen

Seçimlere 3 ay kala, muhalif seçmenin bir anksiyete krizi yaşamakta olduğunu düşünüyorum. Ve bu da, seçimi muhalefetin kazanacağı gerçeğini görmemizi engelliyor

Covid-19 önlemlerine kimler uymuyor?; Türkiye'de bir kamu sağlığı tehdidi olarak erkekler ve ataerki

Hepimiz etrafımıza baktığımız zaman, bazı insanların önlemlere daha çok uyduğunu, bazılarının ise bunları ciddiye almadığını görüyoruz. Covid-19 önlemlerini umursayıp umursamamak neye göre değişiyor? Bu soruya cevap bulabilmek için, istatistiksel bir analiz gerçekleştirmeye karar verdik