Önce kısaca kavramları açıklayayım. Mikro, makronun tersidir, bireyseldir, küçük ve dar alanı kapsar. Statik; dinamiğin tersidir, zaman boyutu yoktur özellikle geleceği dikkate almaz, gelecek yoktur.
İki gün sonraki yerel seçimlerde seçmenler nasıl, hangi kıstaslara göre oy verecek? Bir görüşe göre, yerel seçimlerin sonuçlarını genel siyasi duruşlardan ve makro ekonomik sorunlardan çok yöresel koşullar ve aday kişilerin özellikleri belirleyecek. Oy verenlerde gelecek boyutu da yoktur.
Kısaca; bu görüşe göre, yerel seçimler mikrodur ve statiktir. Öyle mi veya öyle mi olmalı? Aşağıda bu soruya yanıt verdikten sonra, bazı anket sonuçlarına bakıyorum.
Bu sonuçlar iktidarın son yıllarda vatandaş gözünde ekonomik alanda çok başarısız olduğunu gösteriyor. Normal koşullarda bu başarısızlık iktidarın sonunu getirmeli ama, öyle olacak mı? Göreceğiz.
Şunu da belirteyim, bu soru dünyanın başka yerlerinde de konuşulup tartışılıyor. Başarısız da olsalar, bazı iktidarlar kendilerini başarılı gibi gösteriyor, veya seçmenleri başka yönlere çekiyor, veya seçim güvenliğinin zayıf halkalarını kullanıyor. Bu halkalar içinde muhalefet ve sivil toplum kuruluşları da olabiliyor.
“Yerel seçimler mikrodur, genel siyaseti, makro ekonomik sorunları ve geleceği dikkate almaz, statiktir”
Bu görüş bu seçimlere yüzeysel, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yönetimindeki büyük yanlışları ve açmazları dikkate almadan bakıyor. Bu yanlışların ve açmazların üstüne yuvalanmış bir siyasi yapıyı ve kişileri dikkate almıyor.
Daha önemlisi, bu görüş bu yerel seçimlere Türkiye’nin geleceğini dikkate almadan bakıyor. Bu seçimleri yine iktidar kazanırsa diyemiyorum, kazandı görünürse aynı yanlışlar ve açmazlar artarak sürecek. Bireysel özgürlükler, tercihler ve gelecek umutları daha da eriyecektir. Şimdiden işaretleri var.
Anlaşılan o ki, ilk olarak anayasa değiştirilecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hayat boyu iktidar koltuğunda kalması için her türlü manevra yapılacak. Türkiye, bir başka “hayat boyu iktidarda tutulan bir kişi”nin ülkesi olacak.
Hayat boyu iktidarda kalmayı biz faniler anlayamıyoruz? Nedir bu iktidar hırsını yaratan acaba? Neden, “hayat sonsuz değil, üstlendiğimiz görevler de sonsuza gitmez, ben görevimi yaptım, sıramı savdım” deyip saygın biçimde kenara çekilemiyorlar?
Halbuki, yüzyılların biriktirdiği deneyimlerle görülmüştür ki, ve siyasi bir kuraldır ki; hayat boyu (veya çok uzun) iktidarda kalanların ülkelerinde kurumlar zayıflar, çöker; ekonomi tıkanır, rekabet yoktur, yaratıcılık yoktur, tek kişinin buyrukları vardır.
Türkiye 2000’den bu yana, özellikle son 15 yılda eğitimde, teknolojik ilerlemede, verimlilikte, dış dünya ile rekabette, kişi başına refah artışında, adil/eşitlikçi gelir ve servet dağılımında çok başarısız oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunlara değil manevi değerlere bakın diyor.
Türkiye dışa kapalı, içe dönük, yönü belirsiz bir ülke mi olsun? Anlaşılan öyle isteniyor. Ancak bu durumu kabullenmek istemeyenler, yaratıcı olanlar, kendi alanımda dünyada rekabet edebilirim diyenler de var. Onlar da göçüp gidiyorlar. Şöyle demişlerdi: “Giderlerse gitsinler.”
Neden “giderlerse gitsinler..." Çünkü onlar “başarısız oldunuz, çekilin”, ve “çekilmediniz, öyleyse biz gidiyoruz” diyorlar. Yerlerine de eğitimini, yeteneğini hatta kimliğini bilmediğimiz kişiler geliyor.
Bunlar mülteci veya sığınmacı, veya hükümetin kabul ettiği ifadeyle “geçici koruma altında olanlar”. Ama geçici değiller, kalıcılar. Zaten bazıları da çok düşük fiyata kimlik veya vatandaşlık satın almış durumdalar. Sattılar çünkü.
Sahi, bu kadar başarısız olmuş bir iktidar neden iktidarda kalmak ister? Nüfusun önemli bir bölümü, iktidar başarısız diyor. Aşağıda sayılarla açıklıyorum. Yukarıda da sordum; neden öyleyse çekiliyoruz demek erdemini göstermiyorlar?
İki gün sonra yapılacak seçimler öncesinde, ey Türkiye nereye gidiyorsun, seni nereye götürüyorlar soruları sorulmalıdır. Soranlar da var. Bu soruların muhatabı yalnızca iktidar değildir. Muhalafet dediğimiz siyasi yapılar da muhataptır.
Yukarıda sıraladım; iktidar eğitimde, teknolojik ilerlemede, verimlilikte, dış dünya ile rekabette, kişi başına refah artışında, adil/eşitlikçi gelir ve servet dağılımında çok başarısız oldu. Bu sonuçlar yalnızca benim gözlemim değil.
“Nitelikli teknik eleman bulamıyorum”, “aldığım makinaları çalıştıracak personel yok”, “bu nedenle ihracat taahüdümü yerine getiremedim”, “döviz kuru artmazsa rekabet edemeyiz”, “üniversitede ders verecek nitelikli öğretim üyesi yok” diyenler var. “Aç kaldık, sefil olduk”, “kiramı bile ödeyemedim” diyenler de var.
Ama bunlarla yetinmeyelim. Bazı anket sonuçlarını temel alalım. Anket sonuçları derken, bazı şirketlerin veya kişilerin “hangi parti veya hangi aday ne kadar oy alıyor?” sorusuna verilen yanıtları kastetmiyorum. Devletin kurumu TÜİK’in yaptığı anket sonuçlarından söz ediyorum.
Güven endeksi ve benzer endeksler
TÜİK, TCMB ile birlikte, 2012’den bu yana ekonomi anketi uyguluyor, yaklaşık 4900 haneye ekonomiye ilişkin gözlemlerini soruyor. Bu anketin aynısı AB ülkelerinde, benzerleri dünyanın başlıca ülkelerinde uygulanıyor. AB, Türkiye’de bu anketin finansman tarafını da sağlıyor. Güven endeksi için sorulan sorular şöyle:
1) Geçen 12 aylık döneme göre mevcut dönemde hanenizin maddi durumu nedir?
2) Gelecek 12 aylık dönemde hanenizin maddi durum beklentisi nedir?
3) Gelecek 12 aylık dönemde genel ekonomik durum beklentiniz nedir?
4) Geçen 12 aylık döneme göre gelecek 12 aylık dönemde dayanıklı tüketim mallarına harcama yapma düşünceniz nedir?
Bu sorulara “olumlu” veya “olumsuz” yanıtları veriliyor. Sonra, olumlu diyenlerin oranından olumsuz diyenlerin oranı çıkarılıyor. Bu çıkarma işleminden sonra ortaya “denge istatistiği” çıkıyor. Denge istatistiğine de 100 ekleniyor.
Diyelim ki, ilk soruya yüzde 80 oranında olumlu, yüzde 20 oranında olumsuz yanıtı verildi. Denge istatistiği 60’dır. Buna 100 eklersek endeks değeri 160 olur. İkinci soruda tersi oldu diyelim; yüzde 60 oranında olumsuz, yüzde 40 oranında olumlu yanıtı verildi. Denge istatistiği eksi 20’dir. 100 ekleyince endeks değeri 80 olur.
Anlaşıldığı gibi yukarıdaki dört soruya verilen yanıtlardan elde edilen endeksler 0 ile 200 arasında değerler alabilir. Tüm yanıtlar olumsuz ise, denge istatistiği eksi 100 olacak, buna 100 ekleyince endeks 0 değerini alacaktır. Tüm yanıtlar olumlu ise denge istatistiği 100, endeks değeri 200 olacaktır.
Yukarıdaki dört soru için verilen yanıtlardan elde edilen endekslerin ortalamasından da Güven Endeksi bulunacaktır. En son Mart 2024 için yapılan anketin sonuçları 20 Mart’ta yayımlandı. Güven endeksi değeri 79,4 idi. Yani olumsuzlar olumlulardan yüzde 20,6 daha fazla idi.
Şekil 1’de TÜİK anketinden elde edilen “Tüketici Güveni Endeksi”, “Hanenin Maddi Durum Endeksi” ve “Genel Ekonomik Durum Endeksi” yer alıyor. Endeks değerlerine dikkat edelim; değerler 100 olsaydı olumsuz diyenlerin oranı ile olumlu diyenlerin oranı eşit olacaktı.
Kaynak: TÜİK
Halbuki tüm endeks değerleri 100’ün altındadır ve giderek azalmaktadır; olumsuz diyenlerin oranı yükselmektedir. “Genel ekonomik durum” endeksine dikkat edelim. Bu endeks 2016 ortalarında 100’e yaklaşmış, yani genel ekonomik durum için olumlu diyenler ile olumsuz diyenler oranı yaklaşık eşittir.
Ancak 2018 ortasından başlayarak bu endeks, zaman zaman yukarı çıksa da, düşme eğiliminde. 2024 başından itibaren yönünü yine aşağı çeviriyor. Olumsuzların oranı yükseliyor. Her üç endeks de 2022 sonlarından 2023 Mayısına kadar yükseliyor, 2023 Mayısında zirve yapıyorlar, sonra hızla düşüyorlar.
Anketler Mayısın ilk yarısında yapıldığına göre, bu hareketlerde Cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefet adayı Kılıçdaroğlu’nun kazanacağı beklentisi vardır. Kazanamadığı ilân edilince de, olumsuzlar oranının hızla arttığı görülüyor.
Kısaca algılanan enflasyon ve borçlanma eğilimine de bakalım. Şekil 2’de “Algılanan Enflasyon” sayısal değer olarak sarı çizgi ile 2022 Nisan ayına kadar geliyor. Daha sonrasını TÜİK yayınlamadı. Bir gösterge olarak; (100-Algılanan Enflasyon Endeks değeri) işlemiyle “Tahmini Algıyı” buldum.
Kaynak: TÜİK
Görüldüğü gibi "Algılanan Enflasyon" sayısal değeri (sarı çizgi) ile Tahmini Algı (kırmızı çizgi) 2022 başına kadar paralel seyrediyor. Borçlanma Eğilimi Endeksi (mavi çizgi) ile Tahmini Algı da aynı yöndeler. Bu beklenen bir sonuçtur.
Çünkü yükselen enflasyon ortamında borçlanmak kârlıdır. Ancak son dönemde faiz oranlarının yükselmesiyle borçlanma eğilimi törpülenmiş görünüyor.
Anketlerden elde edilen endekslerin gösterdiği şudur; ister genel ekonomik duruma, ister hanelerin maddi (finansal) durumuna, ister algılanan enflasyona bakalım, vatandaşların (TÜİK tüketiciler diyor) büyük çoğunluğu iktidarın icraatını başarısız buluyor. Çok zaman, duruma olumsuz bakanlar, olumlu bakanların iki katıdır.
Vatandaşların ekonomiye bakışıyla dile getirirsek, iktidar cephesi iki gün sonraki yerel seçimleri kaybediyor olmalıdır. Bakalım neler göreceğiz?
Ercan Uygur kimdir?
Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) 'uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı.
Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl 'ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki 'ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı.
Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te 'doçent' unvanını aldı.
1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da 'profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi.
Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009)
Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı.
2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…"
|