22 Haziran 2023

TCMB faizi ve TÜSİAD’ın ikiz açığı

TCMB, bir merkez bankasından beklenen politika açıklığını, şeffaflığını ve hatta yönlendirmeyi yapamadı

Bu yazıyı yazarken TCMB’nin kısa vadeli politika faizinin açıklanmasına yaklaşık 24 saat vardı. Yurt içinde ve yurt dışında birçok beklentiye veya tahmine baktım. Yüzde 8,5’te kalır diyen de vardı, yüzde 40’a çıkar diyen de.

Faiz belirsizliği

Anlaşıldığı gibi, tahminler çok geniş bir aralıkta yer alıyor. TCMB’nin son haziran ayı beklenti anketi bu geniş aralığa iyi bir örnek oluşturuyor. Belirtmek gerekir ki, bu anketin katılımcı sayısı giderek düştü (100’lerden 33’e kadar indi) ve anketin güvenilirliği istatistiki olarak da zayıfladı.

Yine de anketteki TCMB faizi beklentilerine geniş tahmin aralığı için bakılabilir. Burada en düşük beklenti faizin aynı, yani yüzde 8,5 olacağıdır. En yüksek beklenti ise yüzde 30’dur. Aritmetik ortalama yüzde 17,56’dır.

Bu gibi tahminlerde standart sapma (beklenti değerlerinin aritmetik ortalamadan ne kadar saptığını gösteren istatistik) da önemli bilgi verir. TCMB beklenti faizinin standart sapması son ankette 6,14. Bu yılın ilk beş ayında aynı standart sapmalar 0,05 ile 0,44 arasında değişmiş. 2022 yılında da benzer küçük değerler var.

Demek ki, TCMB’nin 22 Haziran politika faizi konusunda büyük bir belirsizlik var. Bu durum bir merkez bankası için hiç de olumlu değil. Buna karşılık, TCMB’nin içinde bulunduğu durum kurumsal açıdan da birçok belirsizlik ve sınırlamalar içeriyor.

Bu nedenle TCMB, bir merkez bankasından beklenen politika açıklığını, şeffaflığını ve hatta yönlendirmeyi yapamadı.

Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan kaynaklanan bir sınırlama tavrı olduğu biliniyor. Kendisi bir üst sınır getirmiş olabilir. Ayrıca zoraki ve geçici de olsa TCMB’nin yüzde 8,5 faizine göre yapılmış finansal işlemler var.

Bu bağlamda akla önce bankalar geliyor. Bankalar, hızlı bir faiz yükselişi ile, “makro-ihtiyati önlemler” adı altında düşük faizle almak zorunda kaldıkları devlet tahvillerinden zarar edebilecekler.

Faiz kararı alırken TCMB’nin bu durumu ne kadar dikkate alacağını bilmiyoruz. Örneğin ABD merkez bankası FED, faiz yükseltirken bu konuyu çok önemsemedi.

Bu noktada belirtmek gerekir; faiz ile enflasyon ve enflasyon beklentileri arasındaki ilişkiyi kurmak için doğru ölçülmüş enflasyon ve enflasyon beklentileri değerleri de gerekir.

Halbuki TÜİK’in yayınladığı resmi enflasyon değerleri güvenilir değil. TCMB’nin yaptırdığı anketten elde edilen enflasyon beklentileri de bu resmi enflasyonu temel alan az sayıda katılımcı tarafından ifade ediliyor.

Şimdi rasyonel veya ana akım veya normal politikaya dönüyorsak, beklenen enflasyon dolayında bir politika faizi olacağını varsayarız. Ancak beklenen enflasyonda da, ölçme hataları yanında, büyük belirsizlik var. Birçok belirsizlik konusu var ama, şu belirsizlik unsurları özellikle önemli.

1). Hemen tüm ülkelerde politika faizi yükseltildi ve yükselmeye devam ediyor. Türkiye’nin politika faizi tam tersine bir yol izledi. TCMB politika faizinin dış dünya ile ayrışmaya devam etmesi, istenen kısa vadeli sermaye girişini nasıl sağlayacak.

Dikkat edelim, yabancı sermaye girişi, doları temel alırsak, en az aşağıdaki faizi talep edecektir;

Faiz = TL’nin dolara karşı değer kaybı oranı + uluslararası dolar faizi + risk primi

TL’nin değer kaybı, bir yandan cari açığı azaltmak için gerekiyor, ama bir yandan da enflasyonu yükseltecek etki yapıyor.

2). Bütçe / kamu açıkları yüksek ve seçim vaatleri ve deprem harcamaları ile giderek daha da yükselecek. Açıkların borçlanarak finansmanı yapılacak varsayıyoruz. Faizin hızlı artışı kamunun açıklarını daha da yükseltecek. Diğer yandan düşük faiz oranlarında borçlanmak bile zordur.

TÜSİAD’ın ikiz açığı

İşte bu noktada TÜSİAD’dan yapılan açıklamalarda kullanılan “ikiz açık” veya “çifte açık” kavramları dikkatimi çekti.

16 Haziran’da yapılan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında Konsey Başkanı Tuncay Özilhan ekonomiyle ilgili birçok saptama yaparken şöyle diyor; “Uzun süredir ilk defa “ikiz açık” yaşıyoruz.” 

Aynı toplantıda bu kez TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan yine birçok ekonomik saptama yaparken şöyle diyor; “Göstergeler, ekonomide ciddi bir tabloya işaret ediyor. Artık hem cari açık hem bütçe açığı veriyoruz. Çifte açık, çözülmesi zor bir denklem yaratıyor.”

Her iki anlatımda da bütçe (veya kamu açığı) ve cari açık dikkate alınıyor. Halbuki Türkiye’de üçüz açık vardır. Yani cari açığa neden olan kamu açığı yanında özel kesim açığı da vardır. Bunu geçmiş yazılarda ifade ettim.

Eğer yalnızca kamu ve cari açıklar olsaydı, kamu açığını düşürerek veya kamu açığını özel kesim fazlasıyla finanse ederek açıklar konusunu görece daha kolayca çözebilirdik. Halbuki Türkiye’de açıklar konusunu daha da zorlaştıran özel kesim açığının da yer aldığı üçüz açıktır.

Konu bir ayrıntı olarak görülebilir, ancak istikrar programının tartışıldığı bu günlerde gözden kaçırılmaması gerekir.

Ercan Uygur kimdir?

Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) ‘uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı.

Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl ‘ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki ‘ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı.

Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te ‘doçent' unvanını aldı.

1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da ‘profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi.

Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009)

Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı.

2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…"

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yoksulluğun, eğitimsizliğin ve kadına ayrımcılığın gittiği yer: “Araplara Satılan Kızlarımız”

Kıbrıslı Türk kızları... Yaşları çoğunlukla 12-14 arasında. Satışların 1918-1919’da başladığı anlaşılıyor ve 1950’ler sonuna kadar sürüyor. Toplam sayıları yaklaşık 5 bin tahmin ediliyor. Gittikleri yerlerden çok acı, üzücü haberler geliyor

Tasarruflar ve geleceğimiz

Adı “Milli Eğitim” olan bakanlık, eğitim, öğretim diyemiyor da maarif diyor. İçerik diyemiyor, müfredat diyor. Amaç, seçilen kelimelerle bile tarihi geri döndürmek

Faiz kararı ve döviz kuru

TCMB, 500 baz puanlık artışın etkisini “bekleyip görelim” mi dedi? Hangi değişkene, değişkenlere etkisini bekleyip görecekti? Zaten bakabileceği göstergeler yok mu?