18 Ocak 2010

Türkiye için utanma vakti!

“11 Eylül'de akan kan, 12 Eylül'de nasıl durdu?”...

“11 Eylül'de akan kan, 12 Eylül'de nasıl durdu?”
Cevap arayan bir soru değil bu. Aslında soru da değil. Soru işareti taşıyan bir cevap!
Bu tarihi cevabı soru işaretinin çengeline asan kişi, 12 Eylül 1980 darbesinin Başbakanlık koltuğundan alıp cezaevine yolladığı Süleyman Demirel.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın idamlarıyla sebep olunan “siyasi katliam”, 12 Mart 1971 darbesinde açık tutulan parlamentoda iğrenç bir kan davasına dönüştürüldü.
Menderes, Zorlu ve Polatkan'ın intikamı 10 yıl sonra yine bir darbe refaketinde alınırken parlamentoda “üç, üç, üç” diye tempo tutan “sivil” kadronun başında Demirel bulunuyordu. Aynı Demirel'in “Bana ülkücüler adam öldürüyor, dedirtemezsiniz” sözlerini de söylemiş olması,  cevaba mızrak gibi saplanan yukarıdaki sorunun önemini azaltmıyor:
Evet, “11 Eylül'de akan kan, 12 Eylül'de nasıl durdu?”

Darbeciler darbe ortamı hazırladı

Demirel'in sözlerini, Türkiye'de “kontrgerilla”ya yöneltilmiş en yüksek düzeyli resmi suçlama gibi de okuyabiliriz.
12 Eylül 1980'den sonra askerin kullandığı bütün yetkileri 12 Eylül'den önce “sıkıyönetim” uygulamaları kapsamında askere verdiklerini de vurgulayan Demirel, bu sözleriyle, Türkiye'yi tarihinin en karanlık dönemine sokan darbecilerin planlı hareket ettiklerini söylüyor. “Devrik Başbakan”a göre darbeciler, ülkenin darbe ortamına sürüklenmesini sağlamak için sivil otoritenin verdiği yetkileri kullanmayarak kan dökülmesini izlediler ve/veya teşvik ettiler.

Bu karanlık tarihin önemli bir sayfasını, getirdiği yeniliklerle Türk basınında büyük bir iz bırakan  Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'nin, 12 Eylül 1980 darbesinden 23 ay önce öldürülmesi ve tetikçi Mehmet Ali Ağca'nın daha sonraki yıllar boyunca himaye edilmesi oluşturuyor.

Utan Türkiye!

İtalya'da Papa II. Jean Paul'ü yaraladığı gerekçesiyle 19 yıl 1 ay hapsedilen Ağca'nın Türkiye'de İpekçi cinayeti ve gasp suçları için toplam 10 yıl cezaevinde yatması yeterli görüldü. Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi İzet'in ifadesiyle “milli katilimiz” haline getirilen Ağca, bugün adeta bir “kahraman” gibi cezaevinden çıkarılacak.
İpekçi cinayetinin önümüze koyduğu Türkiye fotoğrafından utanmalıyız. “Bu mülkün temelinin adalet olmadığını” o fotoğrafa yazan şu satırları birlikte okuyalım:
- Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979'da Nişantaşı'ndaki evine 300 metre kala, o sırada 20 yaşında bir ülkücü olan Mehmet Ali Ağca tarafından kendi kullandığı otomobilin içinde kurşunlanarak öldürüldü.


Kaçırıldı ve idam müebbete, müebbet 10 yıla indirildi

- Ağca cinayetten yaklaşık 5 ay sonra, 25 Haziran 1979'da yakalandı. Polisin sorgu için istediği ek süreyi Sıkıyönetim Komutanlığı vermedi ve Ağca yakalandıktan 128 gün sonra, 25 Kasım 1979'da, Türkiye'nin en iyi korunan yerlerinden olan Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırıldı.
- Hakkında yapılan yargılamadan sonra Ağca idam cezasına çarptırıldı. İdam cezası daha sonra ağırlaştırılmış müebbete çevrildi, gasp suçları da cinayet suçuyla içtima edilerek bu sürenin içine kondu.
- Rahşan affıyla “müebbet hapis” cezaları 10 yıla indirildi. Böylece Ağca'nın cinayet ve gaspları için yatacağı süre 10 yıla düşürüldü.


İtalya'daki cezası Türkiye'dekinden düşüldü
- İtalya'da 19 yıl 1 ay cezaevinde kaldıktan sonra 14 Haziran 2000'de Türkiye'ye iade edildi. Ancak Ağca'nın İtalya'da yattığı süre, Türkiye'de zaten 10 yıla indirilmiş bulunan cezasından düşüldü ve bütün dünyayı şaşırtan bir kararla 12 Ocak 2006'da tahliye edildi. Yapılan itirazın ardından “yanlışlık” yapıldığı kararına varılarak 8 gün sonra döndüğü cezaevinde 18 Ocak 2010'a kadar kalmasına karar verildi.
- Bu arada Ankara Bahçelievler'de 7 TİP'li genci “Çatlı'nın emriyle” katlettiğini söyleyen, Ağca'nın arkadaşlarından Haluk Kırcı'nın da, bir ara yanlışlıkla tahliye edildiğini hatırlatalım. Yanlış tahliyenin ardından “aranırken” Erzurum'da evlenen Kırcı'nın nikâh şahidinin de, o sırada Erzurum Valiliği koltuğunda oturan Mehmet Ağar olduğunu ekleyelim.


Polis şefiyle göbek atan Çatlı'nın evinde saklandı

- Cezaevinden kaçırıldıktan sonra Ağca'nın evinde saklandığı isim, ülkücülerin “reis”i ve devletin bazı operasyonlarda kullandığı Abdullah Çatlı'ydı. Çatlı, Ağca'yı yurtdışına çıkardıktan sonra da koruduğunu açıkladı. Özel Harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin'in, kırmızı bültenle aranırken Abdullah Çatlı'yla birlikte göbek attığını ortaya çıkaran fotoğrafı unutmayın.
- Cinayetteki ülkücü ekibin diğer isimleri suikasti yönlendirmekle suçlanan Oral Çelik, Ağca'nın  bir ara “asıl suikastçı” olduğunu belirttiği Yalçın Özbey ve İpekçi'yi öldürmeye azmettirmekle suçlanan Mehmet Şener'di. Şener, Ağca'nın cinayetten sonra MHP Aksaray İl Başkanlığı'nda silahı teslim ettiğini söylediği kişiydi.
- Mehmet Ali Ağca, Abdullah Çatlı, Oral Çelik, Yalçın Özbey ve Mehmet Şener'in adı, devlet-siyasetçi-mafya ilişkilerini ortaya çıkaran Susurluk skandalında da yan yana gelecekti. Bu bilgileri alt alta dizerek çok çarpıcı bir fotoğraf ortaya koyan meslektaşımız Can Dündar, bu beş ismi, “yakın tarihin paslı kilidini açacak kanlı bir anahtar” olarak anıyor.


Malatya ve Nevşehir kardeşliği
- Cinayetten 15 gün önce Ziraat Bankası Malatya Şubesi'ne Ağca adına 100 bin lira yatırıldı. Ağca, Çelik ve Şener'in Malatyalı olduğunu, Özbey'in de liseyi Ağca'nın Malatya'daki okulunda bitirdiğini belirtelim.
- Ağca, askeri cezaevi'nden kaçırıldıktan bir süre sonra, Oral Çelik tarafından Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı'nın memleketi Nevşehir'e götürüldü. Katledilen gazeteci Uğur Mumcu ortaya çıkardı ki; Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, Mehmet Şener ve arkadaşları Ömer Ay Nevşehir Emniyet Müdürlüğü'nden aldıkları sahte pasaportlarla yurtdışına çıkmışlardı. Çatlı'nın göbek attığı arkadaşı Özel Harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin de, o yıllarda Nevşehir Emniyeti'nde çalışıyordu.
- Haziran 1980'de CHP Nevşehir İl Başkanı avukat Zeki Tekinel ile bir arkadaşı 3 ülkücü tarafından öldürüldü. Nevşehir'de cenazeye katılan Bülent Ecevit ve CHP'lilere yaylım ateşi açıldı, 7 kişi yaralandı. Cinayetten dolayı ömür boyu hapse mahkûm edilen ülkücü, Papa'ya suikast girişiminde Ağca'nın yanında olduğu iddia edilen Ömer Ay'dı. Nevşehir Emniyeti'nden Ağca'ya verilen pasaportun numarası “136 635”, Ay'a verilen pasaportun numarası da “136 636” idi!  Yıllar sonra Nevşehir Emniyeti'nin pasaport bölümünde çıkan yangın bütün evrakı yok edecekti.


Doğan Öz'den Ağca'ya uzanan yol
- “Kontrgerilla”ya dava açma hazırlığı yapan Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz 24 Mart 1978'de öldürüldü. Cinayetle suçlanan İbrahim Çiftçi askeri mahkemede idam cezasına çarptırıldı. Ancak Askeri Yargıtay cezayı bozunca beraat etti. Çiftçi daha sonra MHP Genel Başkanlığı'na aday olacak, avukatı Can Özbay da İpekçi'nin katili Ağca'nın avukatlığını üstlenecekti.


- Bebeklerden katil, katillerden kahraman yarattık

Uzatmayalım, zira mide bulandırıyor.
Yıllar sonra “Başbakan” Tansu Çiller'in “Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için şereflidir” dediği “kahraman” ekibin kısa hikâyesi böyle.
Katledilen meslektaşımız Hrant Dink'in eşi Rakel Dink'in ifadesiyle “bir bebekten katil yaratanların” ülkesinde, o katillerden kahraman da çıkarılıyor. Ne diyelim; devlette devamlılık esastır!
Şimdi soralım; Abdi İpekçi'yi (ve elbette Doğan Öz'leri, Bedrettin Cömert'leri, Uğur Mumcu'ları, Bahçelievler'de, Balgat'ta, üniversitelerde katledilen gençleri, Hrant Dink'leri) kimler öldürdü?
Demirel'in tuhaf sözü, bu karanlıkta ilk kez gerçeğe de tesadüf etmiyor mu?
Çünkü biraz aklı ve vicdanı olan hiç kimseye, “İpekçi'yi sadece ülkücüler öldürdü” dedirtemezsiniz!

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?