Yok, niyetim eski başkan Nixon ile Trump arasında benzerlik arama yönünde uzun boylu bir değerlendirmeye girişmek değil. Hoş, istenirse bu konuda malzeme sıkıntısı da yaşanmaz hani. Nixon’ın meşum Watergate skandalına kadar giden demokrasi adabı eksikliğinden muhalif medya alerjisine kadar uzayan bir liste yapılabilir benzerliklerine dair…
Ama yeri gelmişken biraz gıybet yapmadan geçmeyelim. İkilinin 1980’lerde birlikte takılmışlıkları da var. Trump ile eski başkan Nixon, New York’ta 21 Club’da görülmüşler bir kaç kez mesela (Klüp deyince hemen aklınıza muzır şeyler gelmesin; Club 21, erkeklerin kravatsız giremediği, Elizabeth Taylor’dan Ernest Hemingway’e kadar yüksek profilli müdavimleri olan bir Manhattan mahfiliydi). “Bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük insanlarından birisiniz ve sizinle bir akşam geçirmek benim için onurdu,” diye yazmış Trump, Haziran 1982 tarihli mektubunda Nixon’a. Hatta Manhattan’daki Trump Tower’da ona bir daire satmak için ısrarcı da olmuş.
Ama mevzuum ikilinin kişilik benzerlikleri değil, Rusya-Çin eksenindeki yaklaşım benzerlikleri.
Önce şunu belirtmek yerinde olur sanırım: 2017’de Trump’ın Çin’e karşı giriştiği tutum, ABD’nin tarihsel oyun planı bağlamında değerlendirildiğinde son derece doğru ve yerinde bir hamledir. Xi Jinping’in 2014’ten itibaren yüksek sesle dile getirdiği “biz de artık süper gücüz” iddiası ve ABD’ye meydan okuyan yaklaşımına dur denilmesidir. Deli Dumrul edasıyla dal düz girişilen bu yaptırımları, “establishment”tan gelen bir başka başkan bu kadar fütursuzca başlatabilir miydi, emin değilim. Ama onun açtığı yoldan Biden gibi “monşer”lerin bile gitmesi kolay olmuştur. Kısacası, Trump ABD’nin oyun planı bağlamında çok önemli bir tarihsel rol oynamıştır. Bu, iyi bir stratejist olmasından mı mülhemdir, yoksa tesadüf müdür, bilemem.
* * *
Daha Oval Ofis’teki masasına oturmadan flörte başladığı Rusya ile Zelenski’ye azarlamaktan kendini alıkoyamayacak raddedeki hemhal olma sabırsızlığının başka nedenleri de olabilir belki. Ama tıpkı 2017 olduğu gibi, ABD’nin dış politika doktrini bağlamında çok da doğru bir hamledir.
Neden böyle düşündüğümü açıklamak için filmi biraz başa saralım:
18 Ağustos 1969 Pazartesi. Washington. Hotel America’daki Beef and Bird restoranı. Öğlen 12:30. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Büyükelçiliği İkinci Sekreteri Boris Davydov, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi personelinden William Stearman ile baş başa yemek yemektedir. Davet Davydov’dan gelmiştir. Meslektaş olarak birbirlerini yıllardır tanımaktadırlar. Vietnam konularından sorumlu olan Stearman, muhatabının bu konuda konuşmak isteyeceğini düşünmektedir.
Hal hatır sorma faslından sonra Davydov, ABD’nin Çin’le ilişkilerini geliştirip Sovyet Rusya’ya karşı gizli bir anlaşma peşinde olup olmadığını sorar. Stearman’ın "Böyle bir niyetimiz yok" cevabı üzerine Davydov aniden, “Farz edelim, Çin’in nükleer tesislerine saldırıp bunları yok ettik. Sizin tavrınız ne olur?” der. Stearman’ın şaşkınlığından faydalanıp devam eder: “Ve bu durumda Pekin sizden yardım isterse ne yaparsınız? Yani, ABD bu durumdan bir şekilde yararlanmaya çalışır mı?” [1]
Başkan Nixon göreve başlayalı henüz sekiz ay olmuştur. Gündeminin birinci maddesi Vietnam’dır. Savaşın artık kazanılamayacağı anlaşılmış, içte yükselen tepkiler nedeniyle onurlu bir çıkış yolu bulmak en önemli mesele haline gelmiştir.
Öte yanda, Soğuk Savaş tüm hızıyla devam etmektedir. Sovyetler Birliği en tehlikeli düşmandır. Çin ise dış dünyaya kapalı, kendi halinde ve etkisiz bir ülke durumundadır. Mao’nun üç yıl önce başlattığı Kültür Devrimi, ülkenin hem ekonomisini hem de insan kaynağını önemli ölçüde yıpratmıştır. Sovyet Rusya’nın Çin’e karşı kötü niyetler beslediği bilinmektedir. Nixon ve danışmanları için Çin’in Sovyetler Birliği tarafından yutulması, en büyük düşman olan Sovyet Rusya’nın daha da büyümesi ve tehlikeli hale gelmesi anlamına gelecektir.
Bu görüşmenin hemen ardından Nixon düğmeye basar, Çin’i kuyudan çıkarma süreci başlar. İki yıl sonra Kissinger’in Çin’i ilk ziyareti gerçekleşecektir. Malum, ardında kendisi de Çin’i ziyaret eder.
Yani iflah olmaz bir anti-komünist olan Nixon’ın kıpkızıl Çin’le kol kola girmesinin ana sebebi, ABD’nin en büyük rakibi olan Sovyet Rusya’nın Çin’i yutarak daha güçlenmesini engellemek, onun önünü kesmektir.
* * *
"Rusya Çin’in vasalı mı olacak?" başlıklı yazımda ayrıntılı olarak ele aldığım gibi, uzayan savaş Rusya’nın giderek daha da yalnızlaşmasına, Çin’e olan ekonomik ve politik bağımlılığının artmasına yol açıyor.
55 yıl önce "esas düşman" Çin’i yutacağı sırada ABD nasıl müdahil olduysa, şimdi esas düşman olan Çin’in bu kez Rusya’yı yutması karşısında müdahil olması, ABD dış politika öncelikleri çerçevesinde değerlendirildiğinde doğru bir hamledir.
Trump’ın bir strateji dehası olarak mı bunları yaptığı yoksa duran saatin bile günde iki kez doğru zamanı göstermesi gibi tesadüf mü olduğu yorumunu size bırakayım.
* * *
Trump ile Nixon’ı Rusya-Çin eksenindeki yaklaşım benzerlikleri bir araya getiriyor…
Bakarsınız, siyasi kariyerlerinin sonu da benzer…
[1] William Stearman, Memorendum of Conversation, ABD Dışişleri, 18 Ağustos 1969, https://china.usc.edu/sites/default/files/article/attachments/state-1969-reaction-to-proposal-to-destroy-chinese-nuclear-capability.pdf
Cevdet Kadri Kırımlı kimdir?
İzmir'de doğdu.
Yurt içinde ve yurt dışında farklı şirketlerde yöneticilik yaptı.
Çin'de ve Hong Kong'da yaşadı.
"Çin Mucizesinin Sonu mu? Uyuyan Arslan Kağıttan Kaplan" adlı bir kitabı (İletişim Yayınları) vardır.
|