16 Ocak 2023
ZOR KONUŞMALAR |
Usta Yaşar Kemal “Röportajı bir edebiyat dalı saymak ne, röportaj bal gibi edebiyattır” demişti. T24’te bugün ilkiyle başlamakta olduğum röportaj serisine hak edeceğinin ötesinde bir önem atfetme kaygısında değilim. Ancak Yaşar Kemal’in 1975 Ağustos’unda Milliyet Sanat’ın röportajcılığa dair sorularını yanıtlarken verdiği şu yanıtı hatırlatarak yola çıkmak istiyorum:
“Röportaj bir yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılamaz. Yaratmadan hiç kimse hiçbir şekilde gerçeği yakalayamaz, yakalarsa da karşısındakine anlatamaz. Haberin arkasında neler var, neler dönüyor, ne yaşamlar, dramlar, sevinçler var, haber bunu bize veremez. Röportaj haberin varamadığı yere varandır, nasıl, yaratarak, gerçeği değiştirerek değil, yaratarak.”
Yaşar Kemal röportajcılığının haberin muhataplarına soru sormanın ötesine geçip sahadan izlenim aktarma boyutu çok daha belirgindir. Bu köşede takip edeceğiniz konuşmalar ise soru-cevap izleğini takip edecek. Zaman zaman konuşmanın arka planına dair izlenim vermeyi unutmamayı da kendime not olarak düşüyorum.
Dijital telaşın içinde parmaklarımızın ucuyla kaydırıp bir kenara attığımız değerli pek çok haberin varamadığı yerlere de varabilir miyiz diye bir arayış benimkisi. Ufkumu, elimi, cüretimi törpülemeden hakkıyla soru sorabilmem için T24’ün açtığı bu köşenin ülkedeki “entelektüel merak” damarına mütevazı bir katkı olabilmesi umuduyla diyelim.
Bu köşedeki ilk konuğum eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’ya tüm yaşadıklarına rağmen cüretkâr bir konuşmadan kaçınmayıp Türkiye’nin yakın tarihine geçecek bu röportajı kabul ettiği için özel olarak teşekkür ediyorum.
Hakan Atilla 27 Mart 2017’de New York’taki JFK havalimanında tutuklanıp Manhattan’da bir cezaevine konulduğunda Halkbank’ın Uluslararası Bankacılıktan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı'ydı. New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi'nde görülen davanın kalbinde aslında Reza Zarrab vardı. Ancak Zarrab suçunu itiraf edip tanık koltuğuna oturunca davanın adı “ABD Atilla'ya karşı” olarak değiştirildi. Atilla’nın geçen sene yayımlanan kitabının bu ismi taşıması da davaya bir gönderme niteliğinde. Nitelikli uluslararası dolandırıcı Zarrab’ın tereyağından kıl çeker gibi kurtulduğu süreçte Atilla için 105 yıla kadar hapis cezası istendi.
Milyon dolarların döndüğü bir hikâye içinde kooperatif borcu ödemeye devam eden Atilla’nın düşürüldüğü konum davayı takip eden yabancı gazeteciler dahil herkesin vicdanını sıkıştırmıştı. Nitekim davanın hâkimi Richard Berman, Atilla’ya en alt sınırdan- yani 32 ay- ceza vererek kendince günah çıkartmıştı. Sonuçta Atilla 28 ay yattı ve 19 Temmuz 2019’da tahliye edildi. Türkiye’ye döndükten sonra Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Borsa İstanbul Genel Müdürü olarak atandı. Çoğu kimse bu atamayı adeta “sus payı” olarak gördü. Oysa Hakan Atilla bu göreve ancak bir buçuk sene dayanabildi. Sessiz sedasız istifa etti. 25 yaşında finans bürokrasisinde başladığı kariyerine 51 yaşında geri dönmemek üzere veda etti. Bugün İzmir Çeşme’de bir çeşit inziva hayatı yaşıyor. Kendi hayvanlarını yetiştirip, sık sık balığa çıkıyor. Hayatını tamamen değiştiren süreci konuşmak için Atilla’yı doğal ortamında ziyaret ettim.
-Türkiye’ye döndüğünüzde sizi havaalanında dönemin hükûmet içindeki en kudretli isimlerinden Berat Albayrak’ın karşılamış olmasını, üzerine de Borsa İstanbul’un genel müdürlüğüne atanmanızı pek çok kimse “Zaten hükûmetin adamıydı. ABD’de hükümeti satmadı. Dönünce de ödüllendirdiler” şeklinde yorumladı. Siz geçen sene yayımlanan kitabınızda ve bazı röportajlarda AKP hükûmetiyle standart bir bürokrat ilişkisi dışında bir ilişkiniz olmadığını anlattınız. Ama benim gördüğüm kadarıyla bahsettiğim algı yıkılabilmiş değil. Bu sizin canınızı acıtıyor mu?
Tabii, Türkiye’nin içinde bulunduğu kutuplaşmaya bakılınca açık söylemek gerekirse çok anlamsız gelmiyor. Herkes birini bir yere oturtmak istiyor. Beni de öyle oturttular.
-Halkbank’la ilgili ya da sizinle ilgili bir haber çıktığında ekseriyetle hep o karşılama fotoğrafı yeniden gündeme geliyor. Kamuoyu da ister istemez sizi hep o fotoğraf ile hatırlıyor. Keşke o fotoğraf hiç olmasaydı ya da keşke Türkiye’ye dönüşümde beni karşılayan Berat Albayrak olmasaydı diye düşündüğünüz oldu mu?
Karşılıklı kutuplar arasında böyle bir şeye malzeme olmaktan hoşnut değilim tabii ki. Ben ne Berat Albayrak’ın adamıyım ne o benimle ilgili böyle bir tasarrufun içinde oldu. İkimiz birlikte herhangi bir şeyin parçası hiç olmadık. O görevi nedeniyle karşılamayı uygun bulmuş diye düşünüyorum. Sonuçta ekonomiden sorumlu bakandı o zaman. Bazen de tam tersini düşüyorum. Ben geliyorum, kimse yok. O da tuhaf olmaz mıydı?
-Mevcut iktidarın bürokratı dediğimizde çok bariz bir tipolojiden bahsediyoruz. Görevinden istifa bile edemiyor. Hatta sizi havaalanında karşılayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak dahi istifa edemedi, görevden azledildi. Siz istifayı nasıl göze aldınız? ABD’de cezaevinde geçen yıllardan sonra hazır arkanıza devletin gücünü almışken neden vazgeçtiniz? Borsa’nın başında olmanın getirdiği prestij ve ekonomik imkânlardan vazgeçmek de cabası.
Kimin iktidarın bürokratı olup olmadığı tartışmaya açık bir konu. Ben kendimi hiçbir iktidarın bürokratı olarak görmedim. Tabii ki hükûmetler icradan sorumlu olduğu için hangi hükûmet gelirse bürokratlar onlarla çalışıyor ama bu siyaseten de aynı görüşü paylaşıyorum ya da politikalarla hemfikirim anlamına gelmez. Bürokratın işi kendi sorumluluk alanıyla sınırlı. Siyaset işi başka taraf. Ama siyasetin içinde olmak isteyen bürokratlar da olabilir- ki var-. Heves edenler de var. Ben onlardan değilim. Hükûmetin o anlamda bana normal bürokratlara olduğunun dışında bir desteği olduğunu düşünmüyorum.
-Görevi bıraktıktan sonra bazı yönetim kurulu üyeleriyle kararlar konusunda ters düştüğünüzü söylemiştiniz. İsmini vermediğiniz o kişiler hükûmet bürokratı gibi davranan kişiler miydi?
Bana göre öyle. Onlar adına konuşmak doğru olmaz ama benim bakış açımla öyle.
-Onlarla ters düşerek AKP hükûmetinin onayladığı ekonomi politikalarıyla da mı ters düşmüş oldunuz?
Ben onların hükûmetin herhangi bir politikasını yürüttüğünü zannetmiyorum. Herhangi bir politikayı yürütebileceklerini zannetmiyorum.
-Şöyle bir kaygınız hiç olmadı mı; bana Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından verilen bu görevi hükûmet yanlısı bürokratlarla ters düştüğüm için bırakırsam kendisinin bütün şiddet ve gazabını üzerine çekerim.
Yok öyle düşünmedim. Ben konuya daha kişisel yaklaştım. Zamanımı gereksiz tartışmalar ve faydasız işlerle geçirmektense kendime daha fazla zaman ayırayım diye düşündüm. Bir de görüş ayrılıklarımızın ilerlemesin kuruma zarar verebileceğine inanıyordum. Hükûmetin ne düşüneceği açıkçası pek aklıma gelmedi.
-Herhangi bir tepki geldi mi sonrasında?
Hayır gelmedi. Hükûmetten “Niye istifa ettin” diye olumsuz bir tepki gelmedi.
-Hiçbir tepki mi gelmedi?
Hiçbir tepki gelmedi. O dönemki ekonomiden sorumlu Sayın Bakan…
-Hatırlatalım mı istifanız sırasında bakan kimdi? Arada o kadar çok bakan ve Merkez Bankası Başkanı değişti ki...
Ben ayrılacağım sırada Sayın Bakan Lütfi Elvan’dı. Ben ona arz etmiştim. Görüş ayrılıklarım olduğunu da belirtmiştim. Kendisi de çalışmaya devam etmemi arzu ettiğini ama kararın bana ait olduğunu, istersem başka bir kurum veya pozisyonda görevlendirebileceğini söyledi. Ben de arzu etmedim çünkü finans dışında bir yerde görev almak istemedim.
-Cumhurbaşkanı Erdoğan ile hayatınız boyunca tek bir kez mi görüştünüz?
Evet bir kez görüştüm. O da Borsa’daki görevi almadan önce.
-Nasıl geçti o görüşme. Amerika’da yaşadıklarınıza dair bir şey sordu mu?
Yok, o detaylara girmedik. Havadan sudan konuştuk. Ailevi konuları konuştuk. Benim o görevi yapıp yapmaya psikolojik olarak kendimi hazır hissedip hissetmediğimi sordu.
-Neden psikolojik olarak hazır olmayabilirdiniz?
Kolay bir şey değil. İki buçuk sene hapiste kalıp sonra tekrar finans sektöründe önemli bir kurumda görev almak kolay bir iş değil (gülüyor). Hem riskli hem hızlı karar alıyorsunuz. Dolayısıyla haklıdırlar “hazır mıdır, değil midir” diye düşünmekte.
-Sonuçta da prestijden, güçten, paradan vazgeçerek mütevazı bir hayatı seçip çiftçi gibi yaşamayı tercih etmişsiniz.
Öyle ama bir parantez açayım. Neticede bir kurum insana prestij kazandırmıyor, o insanın kendisinde olan bir şey. Kurumlar üzerinden prestij benim başıma gelen bir şey değil (yine gülüyor).
-Diğerleri tartışmalı haklısınız ama sonuçta genç bir yaşta kariyerinizden vazgeçtiniz. Ve vazgeçen sadece siz de değilsiniz. Eşiniz Burçin de Halkbank çalışanıydı siz tutuklandığınızda o da sizinle birlikte çalışma hayatını bıraktı.
Evet o da bıraktı. Pişman mıdır? Zannetmiyorum.
-Mahpusluk sürecine dönelim. Ben o dönemde ABD’de gazetecilik yaptığım için mahkeme sürecinde tutulduğunuz cezaevini de sonra yattıklarınızı da biliyorum. En ilginç olanı da Manhattan’ın göbeğinde çok katlı bir bina olan Metropolitan Correction Center (MCC). Öyle de bir yer ki dünyanın en meşhur suçlularının yolu bir şekilde geçiyor. Daha geçen Netflix’teki Bernie Madoff belgeselini izledim. O da orada yatıyor.
Henüz izlemedim ama mahkeme sürecinde savcılar beni anlatırken Bernie Madoff’u örnek gösteriyorlardı. Ne boyutta bir dolandırıcılık işine karıştığımı iddia edebilmek için. Cezayı da onun gibi yüksek bir süre olarak almam gerektiği konusunda ısrar ettiler.
-Madoff 150 sene ceza aldı ama tabii o suçunu itiraf etti ve kurduğu dolandırıcılık düzenine sahip çıktı.
E ben de 105 yılla yargılandım.
-Madoff’lu televizyon dizisini gündeme getirmemin sebebi ekranlarda izlesek de aslında biz Amerikan yargı ve cezaevi sistemi hakkında çok az şey biliyoruz.
Maalesef.
-Cinsel saldırı suçundan yargılanıp ceza alan Jeffrey Epstein MCC’de intihar edince büyük tartışmalar oldu ABD’de. Ve sonuçta ABD Adalet Bakanlığı MCC’yi 2021 yazında kapatmak zorunda kaldı.
E intihar etmeye müsait bir yer. İsterseniz yapabilirsiniz. Şartların engelleyici bir tarafı yok. Tabii orada intihar etme eğilimi gösterenleri tecrit ettikleri, daha yakından takip ettikleri alanlar da var. Ama birisi aklına koyarsa böyle bir şeyi veya bir başkasını öldürmeyi, engelleyemezsiniz.
|
-Hatırlatalım, o dönemde Ankara “Zarrab’a karşı Türkiye’de tutuklu Amerikalı rahip Andrew Brunson” şeklinde bir takas pazarlık yaptı. Hatta Erdoğan ekibinin gizlice lobici olarak tuttuğu Trump’ın kişisel avukatı Rudy Giuliani, Amerikan kurumlarını bu takasa ikna etmeye çalıştı. Benim süreci takip ederken izlenimim şu olmuştu; Zarrab sanki Eylül 2017’ye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump yönetimi nezdinde yaptığı presten sonuç almasını bekledi ama ABD takasa yanaşmayıp da kendisinin yargılanacağı netleşince tanıklığı kabul etti. Bu yoruma katılır mısınız?
Ben o detaylara vakıf değilim. Ama şunu biliyorum; Reza Zarrab’ın kendisine seçtiği avukatlar arasında -her ne kadar mahkemeye hiç gelmediyse de- Giuliani de vardı. Onun Trump’a olan yakınlığından istifade ederek kendi lehine bir senaryo oluşmasını sağlamak istemiş olabilir. Veya birileri Zarrab’a bunu yapmasının ona fayda sağlayacağını da söylemiş olabilir.
-Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir takas peşinde olduğu süreç başladıktan dört beş ay sonra Amerikan basınında detaylarıyla yazılmaya başlandı. İçerde bunları takip edebiliyor muydunuz?
Biraz geriden de olsa takip ediyordum.
-Bu takas aklınıza yattı mı? “Bizim dava da düşebilir” gibi bir umudunuz oldu mu bunları okuyunca?
Oldu desem yalan olur çünkü öyle bir konuşmanın gerçekleştiği konusunda bir umuda kapılmak istemedim. İki ülke arasında, mesela Amerika ile Rusya arasında, bu tarz şeyler daha önce olmuştur. Ama o papazın Amerika için ne görev yaptığını, Amerika için ne ifade ettiğini tam olarak bilmediğim için oradan kendime bir pay çıkarmayı hiç düşünmedim. Zaten böyle bir şey de hiç gerçekleşmedi.
-Kitabınızda kamuoyunun isimlerini bildiği bazı kişilerin isimlerini vermek yerine baş harflerini kullanmışsınız. Bunun sebebi nedir?
Kimseye malzeme çıksın istemedim.
-Mesela siz Halkbank Genel Müdür Yardımcısı iken dönemin ABD Hazine Bakanlığı Terör ve Mali İstihbarattan Sorumlu Müsteşarı olan, tutuklandığınızda ise CIA Direktör Yardımcısı olan David Cohen’in ismini açıkça yazmamışsınız. Ama süreçteki tüm temaslarınızı anlatmışsınız. David Cohen mahkemede ABD devleti adına aleyhinize tanıklık yapan üst düzey isimlerden biriydi. Nisan 2011’de İstanbul’a sizlerle görüşmeye gelmiş ve ziyaretin sonunda gazetecilere Ankara’nın İran’la ticari faaliyetleri kesmesi konusunda uyardıklarını söylemişti. Hatta ben de o toplantıdaydım ve haberini yazmıştım. İran’a yönelik yaptırımlara değerli maden alışverişini de ekleyeceklerini ve bunun yapılmaması konusunda Türkiye’yi uyardıklarını söylemişti.
Evet doğru. Öyle oldu.
-Ancak siz kitabınızda Cohen’in kamuoyuna yansıyan uyarılarının ötesinde bir rolü olduğunu ima ediyorsunuz. Tam olarak ne demek istiyorsunuz?
Bir kere mahkemede yalan söyledi. O da Adam Szubin de yalan söylediler. Görüşmeleri kendi algılanmasını istedikleri şekilde anlattılar.
-Halkbank’ı yeni gelecek yaptırımlar konusunda uyardıkları doğru değil miydi?
Uyarılar doğru ama mahkemede anlattıkları şekilde değildi. Karşılıklı iş birliği içinde olan iki kurumun mutabakatı ve neyin nasıl olacağı hakkında konuşup ilerleyen süreçteki yol haritasının belirlendiği görüşmelerdi onlar. Mahkemede Szubin o toplantıdan sonra beni kenara çekip kişisel olarak uyarmış gibi yalan ifadelerde bulundu yemin ettiği halde. Bunların hiçbiri gerçek olmadığı gibi benimle konuştuğunu iddia ettiği tarihten üç beş sene sonra daha üst düzey bir göreve atandıktan sonra tekrar Türkiye’ye geldi. Halkbank’a ve yöneticilerine iş birliği için teşekkür etti. Hatta bize İran bankalarında Amerikan doları hesabı açabileceğimiz konusunda bile uygunluk verdiler. Adamların mahkemede anlattığı gibi “Biz bunları zaten uyarmıştık, böyle olabileceğini söylemiştik” gibi bir hikâye hiç olmadı.
-Kitapta şöyle kritik detaylar veriyorsunuz; “D.C. (yani David Cohen) dönemin Bakanı Ali Babacan’ın bana hâlâ anlamsız gelen ‘Gaz alıp altınla ödüyoruz’ şeklindeki basın açıklamasını ve artan altın ihracatının detaylarını sormak için bankayı aradığında genel müdürle görüştüler. Hatırladığım kadarıyla Genel Müdür D.C’ye alan ve satanın özel sektör olduğunu, altın da yaptırım kapsamında olmadıkça bir çekince olmadığını, ABD bundan rahatsızsa ve altın satışını yasaklarsa işlemlerin memnuniyetle durdurulabileceğini” iletti. Genel Müdür Süleyman Aslan’ın ABD’ye gidip David Cohen’le görüşmesini isteyenin de Ali Babacan olduğunu vurguluyorsunuz.
Evet, benim bildiğim kadarıyla öyleydi.
-Siz de Süleyman Aslan ile birlikte ABD’ye gidip bu görüşmeye katılıyorsunuz.
Evet.
-Bu arada bir diğer detayı da atlamayalım; neden Ali Babacanın “Gaz alıp altınla ödüyoruz” şeklindeki açıklamasını anlamsız buluyordunuz?
Çünkü öyle bir durum yoktu. Gaz işini yapan kurumlar başka, altın ticaretini yapan kurumlar başka. Amerika’ya havlu satan var, Amerika’dan teknoloji ithal eden var. İkisi farklı taraflar.
-Ama mahkemede Zarrab’ın çizerek anlattığı şemadan da o tür bir sonuç çıkıyordu.
Sonuçta biri ödüyor, diğeri alıyor. Aynı bankalar kullanılıyor. Sistem hep aynı. İthalat ihracatın prensipleri her yerde aynıdır.
"Savcılar hükûmetle ilgili soruları başka raunda saklamış olabilir"-Hatırladığım kadarıyla Zarrab’a tanık olarak geldiği mahkemedeki sorgusu sırasında “AKP hükümetinden ne talimat aldın” diye net bir soru sorulmadı. Birkaç tape dinletildi ve o konuşmalardan birinde Zarrab başka bir banka yöneticisiyle konuşurken onayı Ankara’dan aldığını söylüyor. “Zafer Ağabey” dışında kimsenin ismi geçmiyordu o konuşmada. Savcılar da kim kimdir, hükûmetle ilişkilerin nedir diye sormadılar. Türkiye’de bakanlara rüşvet verdiği iddia edilen birinin ilişkilerinin sorgulanmaması tuhaf gelmedi mi size de? Onu başka bir raunda saklamış olabileceklerini düşünüyorum. Çünkü savcıların öncelikli derdi o davayı kazanmak. O noktada o ilişkileri afişe edip onun üzerine bir senaryo yazması çok anlamlı değil. -Eğer hedef gerçekten Tayyip Erdoğan idiyse – ki siz böyle söylüyorsunuz- bütün dünya basını gözünü o mahkeme salonuna dikmişken neden bu yönde bir sorgulama yapmadı savcılar? Hedef bu idiyse gerçekten, bu şovu yapabilecekleri bir imkân vardı ellerinde. Birincisi, ben zaten Zarrab’ın dinletilen o telefon konuşmalarında söylediklerinin doğru olduğunu düşünmüyorum. Konuşmadığı, muhatap olmadığı insanları muhatap olmuş gibi anlatmış olabilir. Ya da farklı konuşmaları insanların duymak istediği gibi anlatabilir. Zarrab’ın kendi kendine bir başkasına anlattığı hikâye üzerinden öyle olduğunu varsaymak bana göre mantıklı değil. Zarrab bilfiil o kişiyle konuşmuyorsa, bir başkasıyla yaptığı konuşmadaki abartılı aktarımı hiçbir anlam ifade etmiyor benim açımdan. Ama dinletilen şey bir bakanla konuşma olsaydı, o başka bir şey olurdu tabii. |
-Ali Babacan o dönemde en kritik bakanlık koltuğunda oturuyor olmasına rağmen onun savcılar da Amerikan basını da onun rolü üzerinde pek durmadılar. Babacan şu an bir muhalefet partisinin genel başkanı ve bu soruları genelde geçiştiriyor.
Ben her konuya vakıf olduğunu düşünüyorum. Eğer vakıf değilse zaten görevini tam yerine getiremiyordu demek ki. Ekonomiden sorumlu bakan olarak milyarlarca dolarlık işlem hacimlerinin veya yapılan ticaretin veya Amerika ile yapılan istişarelerin farkında olmaması anlamlı değil. Babacan’ın yapılan ticarete vakıf olması Reza Zarrab’ın kendi aklıyla kurduğu işlettiği sistemin bir parçası olacağı anlamına gelmez. Banka da onun bir parçası değil. Ama Zarrab’ın kendi yaptığı dizayn çerçevesinde kimlerle nasıl ilişkiler kurduğu, kimlerle nasıl yakınlaşıp yakınlaşmadığı ayrı bir mesele.
-Burası benim gibi finansal sistemi dışardan anlamaya çalışanların anlayamadığı nokta işte. Ekonomiden sorumlu bakan da bir banka genel müdür yardımcısı da Zarrab gibi bir adamın sistemi ne şekilde kullandığını nasıl bilemez? Sıradan insanlara sanki işin tepe noktasındaki adamların arka planda çevrilen işlerden haberdar olmaması mümkün değil gibi geliyor.
-Öyle bir tahmin yürütebilir ama öyle değil. O zaman şöyle bir tahmin de yürütelim; milyarlarca dolar vergi veren kişiler illegal işler çeviriyor olabilir. Böyle bir işin de herkes tarafından bilindiğini ve herkesin bir parçası olduğunu iddia etmek anlamlı değil. Bunun bilindiğini ispat etmek lazım. İnsanların bu işin bir parçası olup menfaat elde ettiğine dönük delil lazım. Aksi takdirde herkesi her şeyin içine bulaştırabilirsiniz.
-Sizin avukatlarınız savunmanız sırasında sizin suçsuzluğunuzu anlatmaya çalışırken dönemin Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın ise rüşvet aldığını gündeme getirdiler. Bu savunma hükümet yandaşı basında “Hakan Atilla’nın devlet tarafından parası ödenen avukatları nasıl böyle der” şeklinde hezeyan yarattı.
Orada avukatların kendi stratejileri içinde neyi nasıl söyleyeceklerini kestiremiyorsunuz. Bir insanın rüşvet alıp almadığının tespit edilebilmesi için yanında olmanız lazım. Avukatlarım da bu bilgiye sahip değiller. Ama savcılığın sunacağı delillerin oraya bağlanacağını düşündükleri için savunmayı başka yere kaydırmak istediler. “Böyle bir parasal alışveriş varsa bile bunun tarafı biz değiliz” şeklinde bir savunma oluşturmaya çalıştıkları için öyle ifade ettiler. Onu ifade ederken belki maksadını aşmış olabilir sözleri.
-Ama şunu da hissettim ben duruşmaları izlerken. Avukatlarınız Halkbank ya da Türkiye’yi değil sizi kurtarmaya yönelik bir savunma yaptılar.
Tabii, kesinlikle. Onların bankanın ya da bir başkasının menfaatini düşünecek bir savunma yapma gibi bir dertleri yok.
-Sizin savunmanızdan banka suçluymuş gibi bir izlenim çıktı diye bir kaygınız oldu mu süreçte?
Oldu tabii. Ama avukatların da her şeyi olduğu gibi kavrama şansları yok çünkü çok teknik detayı olan bir sürü konu var. Yapabileceği en şeyi yapıp, en az zararla beni kurtarmaya yönelik bir plan uyguladıklarını anladım. Ama tabii ki çıkıp ben kendimi savunsam daha iyi anlatabilirdim. Ben bunu istedim de. Ama avukatlarım ben oradaki hukuk sistemini iyi bilmediğim için vereceğim bazı detayların benim aleyhime kullanılabileceğini düşündüler.
-Kitapta “Zarrab gerçekte İran adına mutemetlik yapıyormuş” diyorsunuz. İran’da bu işleri yapan çok sayıda mutemet olduğunu da ekliyorsunuz. Mutemet kimdir, nedir?
Onların parasal hareketlerini yönetiyorlar.
-İstihbarat dünyasında “ekonomik ajan” diye bir kavram var. Zarrab ailesinin geçmişine, kaç kere ABD yaptırımlarına maruz kaldıklarına bakınca aslında İran devletinin parasının uluslararası piyasalarda dolaşıma sokulmasıyla ilgili özel bir görevleri olduğu anlaşılıyor. Amerikan istihbaratının de takibindelermiş.
Evet zaten biliniyormuş. Benim avukatım da mahkeme sırasında David Cohen’e o konuda sorular yöneltmişti. Zarrab’ın babasının, Dubai’deki şirketlerinin ABD tarafından soruşturmaya tabi olmasına rağmen neden Halkbank’a ya da Türkiye’deki diğer muhataplarına bu konuda herhangi bir bilgi verip uyarıda bulunmadıklarını muamma. Ben de zaten en son IMF toplantısı için ABD’ye gittiğimizde Zarrab’la ilgili konu açıldığında Amerikalı muhataplarıma onu neden yaptırım kapsamına almadıklarını sormuştum. Bu sorularımıza rağmen Amerikan tarafı hiçbir şey yokmuş gibi devam etti. Bu da bana arka planda başka şeyler planladıklarını gösteriyor.
-Neyi kastediyorsunuz?
Görevini yapmamış yani. Normalde kendisinden beklenen belli kişiler hakkında açıkça istihbarat var ve o kişileri yaptırıma tabi tutup finans sisteminden dışlamıyorsanız, devam etmesine müsaade ediyorsanız başka bir beklentiniz var demek ki.
-Türkiye’de hükûmet içindeki kontaklarını ve rüşvet mekanizmasını tespit ettikleri için sizlere haber vermek yerine bir süre takip etmeye karar vermiş olabilir mi Amerikan devleti?
Mümkün.
"Ebru Gündeş'i mahkemede gündeme getirebilirdik, istemedim"Ebru Gündeş ve Zarrab'ın evlilikleri resmen 2021 yılında sona erdi-Yine kitaptan alıntılıyorum; “Avukatım Cathy, Zarrab’ın eşiyle ilgili konulara hiç girmedi, bu konuyu detaylandırmak istemedik. Zarrab hakkımda yalan söyleyip aleyhime çalışsa da bazı şeylerin yeri burası değil.” Ebru Gündeş’le ilgili mahkemede gündeme getirilebilecek bir konu vardı ama siz buna girmeme kararı aldınız. Doğru mu anlıyorum? Evet. Kişilerin karakterleriyle ilgili bir tahlil yapılabilmesiyle ilgili jüride bir fikir oluşturabilmesi için bazen avukatlar bu tarz detayları kullanabiliyorlar. Kişilik erozyonuna uğradıklarını gösterebilecek veriler, konuşmalar vesaire temin edilip sunulabilirdi. -Sizde kamuoyuna yansımayan böyle bilgiler mi vardı? Evet öyle denilebilir. Ama konuyla ilgili olmayan insanların hayatları bizi ilgilendirmiyor. -O zaman şurayı netleştirelim; Ebru Gündeş’in mahkemenin konularıyla bir alakası yoktu ancak karı koca olarak ilişkilerine dair birtakım bilgileri mahkemede kullanmama kararı aldığınızdan bahsediyorsunuz. Öyle mi? Zarrab’ın karakteri ve yaşam tarzına dair olumsuz bir tablo yaratabilirsiniz ama o etik veya doğru mudur? Bana göre doğru bir şey değildi o yüzden de kullanmadık. |
-Aslında siz Reza Zarrab’ın banka müşterisi olmasını istememişsiniz. Kitapta bunu detaylı anlatıyorsunuz. Bankanıza başvuru yaptığında içerde yaptığınız değerlendirme sırasında olumsuz görüş vermişsiniz. Ancak sonra nasıl ve kimin müdahalesiyle olduysa Halkbank müşterisi olmayı başarıyor. Siz de bahsettiğiniz bu birkaç telefon görüşmesini yapmak durumunda kalıyorsunuz kendisiyle. Bu temaslar sırasında Zarrab’ın arka planda birtakım şeyler çeviriyor olmasına dair kuşkularınız oldu mu?
Hep oldu. Ama bu pek çok müşteri için olabilir.
-17 Aralık 2013 sabahı Reza Zarrab’ın tutuklandığını gördüğünüzde ne düşündünüz peki?
Ben açık söyleyeyim o gün anlatıldığı gibi bir şey yapabileceğini düşünmemiştim. Tutuklandığında da konunun daha çok vergi kaçırmakla ilgili bir şey olabileceğini düşünmüştüm.
-Ama eşzamanlı olarak birtakım tapeler ortaya döküldü. Bütün Türkiye Zarrab’a telefonda “Seninle ilgili soruşturma olacak olsa senin önüne yatarım ben” diyen bir İçişleri Bakanı'nın ses kaydını dinledi mesela.
Tabii onlar şaşırttı. Ama bilmediğim konular. Zarrab’la ilgili ise asıl şu şaşırttı. Bankaya sunduğu belgeleri temin edip üretebilecek noktaya kendini getirmiş olmasına şaşırdım.
-Belgede sahteciliğin bu kadar ileri boyuta getirilmiş olabilmesine şaşırdınız yani?
Evet. Çünkü belli bir gelir seviyesinde olan bir insanın bu kadar gözü kara sahtekarlık yapacağını düşünmüyorsunuz.
-Tam da bu noktada sorulabilecek bir soru şu; acaba İran istihbaratı ile bağlantılı çalışan bir aile miydi Zarrablar?
Öyle olmaması mümkün mü?
-Eğer gerçekten öyleyse bugün Zarrab’ın ABD’de Aaron Goldsmith olarak -yani bir Yahudi’ymiş gibi- hayatına devam ediyor olması da başka bir tuhaflık değil mi?
Yok, demek ki artık Yahudiler için kullanışlı hale gelmiş bir kişi Zarrab. O dönem İran için kullanışlıydı, şimdi demek ki Yahudiler için.
-Biraz önce Zarrab’ın sizin bankanız müşterisiyken arka planda neler çevirdiğine dair soru işaretlerine sahip olduğunuzu söylediniz. Aynı dönemde Genel Müdür Süleyman Aslan’a ve hükûmetten gelen talimatlara ilişkin de soru işaretleriniz oldu mu hiç?
Olmadı. Biraz basite indirgeyip anlatayım. Zarrab birilerine bir şey satıyor. Karşı taraf da bankadaki kendi hesabındaki paradan adama ödeme talimatı yolluyor. Bankayı ilgilendiren kısmı burası. Malın karşı tarafın gerçekten istediği mal olup olmadığı ya da malın gerçekten satılıp satılmadığı bankanın problemi değil ki. Bankanın böyle bir görevi yok. O Maliye’nin, Gümrük’ün, Kaçakçılık Dairesi’nin işi. Bizim banka olarak hafiye gibi “Bu ihaleyi almıştır ama arkada kimlerle ne paylaşmıştır” gibi bir sorgulamaya girecek bir durumumuz yok.
17-25 Aralık’ta tabii farklı bir boyut olduğuna ilişkin bir fikrimiz oluştu. Tuhaf bir durum olduğu aşikardı. Ama neyin ne kadarının doğru ne kadarının fabrikasyon olduğunu bilmediğimiz için flu kaldı bir çok şey. Zaten o noktada artık Zarrab’la kesinlikle çalışılmaması gerektiği konusunda fikrim netleşmişti benim.
-Şimdi bugünden geriye bakınca elbette yüzde yüz netlikle hangi tapenin nereye denk düştüğünü söylemek zor belki ama sonuçta hâlâ kuvvetli bir resim var ortada. 17-25 Aralık’ta ortaya dökülenlerin pek çoğunun doğru olduğu varsayımını benim açımdan kuvvetlendiren rüşvet aldığı öne sürülen 4 AKP’li bakanın Yüce Divan’a gönderilmesinin engellenmiş olmasıydı. Eğer iftira idiyse bakanların neden yargı önünde aklanması istenmesin? Demek ki saklanması gereken şeyler vardı. Geriye dönük bir okuma yaparsanız 2011- 2013 arası Türkiye’de ne olduğunu söylersiniz?
Aslında çok daha geriye gitmek lazım o tarihten. Sadece Zarrab değil başka gruplar da emniyet tarafından tespit edilmiş. Bunların Türkiye’deki birçok bankada çok sayıda işlem yaptıkları tespit edilmiş. Bu arada en az işlem yaptıkları banka Halkbank. Ama ne bu kişilerle ilgili ne de bunların yaptıkları işlemlerle ilgili olarak bankalara herhangi bir uyarı yapılmamış ya da bu insanları sitem dışına atacak herhangi bir işlem yapılmamış. Aslında Türkiye’deki finans sektörü açısından problem olacak bu konular çok daha önce tespit edilmiş ama finans kurumları uyarılmamış. Belki FETÖ belki başka saiklerle bu durum sümen altı edilmiş. Dolayısıyla bir organizasyonun yürüyüp devam etmesi serbest bırakılmış.
Fotoğraf: Serhat Büyükbayrak"Halkbank'ın temyiz davası için iyimser değilim"-Siz 2019 yazında tahliye edildiniz. 2019 sonbaharında ise bu kez New York Güney Bölgesi Başsavcılığı tarafından bizzat Halkbank aleyhine kara para aklama ve İran’a yönelik yaptırımları delmekten dava açıldı. Ve bir şekilde sizin dava dosyasıyla birleştirdiler bu davayı. Halkbank avukatları üç senedir ABD mahkemelerinin Halkbank’ı yargılayamayacağı teziyle bir hukuk mücadelesi veriyor. ABD Anayasa Mahkemesi yaklaşık 3 ay önce Halkbank’ın temyiz talebiyle yaptığı başvuruyu ve başsavcılığın yaptığı itirazı değerlendirdiği kararını açıkladı. İlk duruşma da yarın. Nasıl bir öngörünüz var, sizce bu dava düşer mi? İnşallah öyle olur. Ama benim Amerikan yargı sistemine güvenim kalmadığı için çok iyimser değilim. İnşallah lehimize sonuçlanır ama ben iyimser bakmıyorum. -Diyelim ki sizin tahminlerinizin aksine Halkbank lehine sonuçlandı dava. “Halkbank ABD’de yargılanamaz” diye bir karar çıkarsa, eski bir Halkbank genel müdür yardımcısının yargılanıp ceza almış olması nasıl meşrulaştırılacak? Onu yaşayıp göreceğiz (gülüyor). O zaman heralde bana da bir söz hakkı doğar. Zaten benim açımdan oldu bitti. Suçlandık, ceza verdiler, cezamızı çektik, konu kapandı. Ama şimdi eğer benim görev yaptığım kurumun buna muhatap olmasının söz konusu olamayacağına dair bir sonuç ortaya çıkarsa o zaman benim neden tüm bunlara muhatap olduğumu birisinin izah etmesi lazım. Zaten benim gibi bir örnek daha yok ABD’de. ABD’de faaliyeti olmayan bir şirketin Amerikan vatandaşı olmayan yöneticisinin tutuklandığı, yargılandığı başka vaka yok. |
-Bizim mahkemeyi takip ederken gazeteciler olarak söylenti olarak duyduğumuz ancak uzunca bir süre teyit ettiremediğimiz şeyi kitapta açıkça yazmışsınız. Mart 2017’de tutuklandınız, Kasım sonunda duruşmalar başladı. Ama Ocak 2018’e kadar, yani yaklaşık 9 ay, eşiniz ve oğlunuzun ABD’ye gelmesi engellendi. Doğru değil mi?
Evet belli bir süre.
-O sırada Halkbank’ta çalışmaya devam eden eşinizin pasaportuna el konuyor. Bu işlemin yapılması için bir savcılık kararı gerekiyor. Var mıydı bir karar?
Ben kararı görmedim ama tabii karar gerekir. Başka türlü nasıl yapılır ben bilmiyorum.
-Peki gerekçe neymiş? Bu durumu eminim ki sorgulamışsınızdır.
Çok da sorgulamadık ama emniyet, güvenlik vesaire saiklerle yaptıklarını düşünmüş olabilirler. Ama bunu böyle düşünmüş olmaları yeterli değildir tabii.
-Bu kararın hükümetten bağımsız alındığını düşünmek mümkün mü?
Valla devletin içinde hükümetten bağımsız kendini hükümet zanneden çok insan olabilir.
-Sonra nasıl çözüldü?
Bir şekilde iletişimle çözüldü. Böyle bir konunun varlığı biraz daha üst perdeden dillendirilmeye başlanınca çözülüyor. Eşimle, bankadaki üst düzey yöneticilerle bazı görüşmeler yapıldı. Ondan sonra konu çözümlendi.
-Sizce eşiniz ve oğlunuzun ABD’ye gelişinin 9 ay engellenmesi bir anlamda bir gözdağı mıydı? “Aman ha konuşma, konuşursan aileni göremezsin” mesajı mıydı?
Vermeye çalıştığını düşünen olmuş olabilir. Ama bize doğrudan bu şekilde ifade eden kimse olmadı.
-Size bizzat söylenmemiş olsa da böyle hissettiniz mi siz, gözdağı olarak?
E tabii ki hissedersiniz.
-“Benim konuşmamı istemiyorlar o yüzden eşimle oğlumu tutuyorlar”. His bu muydu?
Sadece o değil, onun gibi birçok şey aklınıza geliyor. (Duraksıyor.) Bildiğim bir şeyler var da onları anlatmayayım istiyorlar diye düşündüm diyemem çünkü bildiğim bir şey yoktu. Ama bildiğimi zanneden insanlar vardı belki ve bunlar belki de kendilerine bir emniyet supabı yaratmak istemiş olabilirler. Ama devam ettirilmediği için bu durumun işgüzar birileri tarafından organize edildiğini düşünüyorum. Çünkü aksi olsaydı o konu devam ederdi.
-Zarrab mahkemede kendisine sorulduğunda kurduğu mekanizmadan kazandığı şahsi kazancın 150 – 200 milyon dolar civarında olduğunu söylemişti. Sizce savcılıkla anlaşıp özgürlüğüne kavuşma karşılığında bu paranın ne kadarını ABD Hazinesi'ne vermiştir? Normalde bunlar açıklanan rakamlar ama Zarrab özelinde henüz açıklanmadı.
Benim bildiğim suçtan dolayı elde edilen gelirlerin iadesinin talebi prensiptir. Yanlış hatırlamıyorsam buna “restitution” diyorlar. Ama Zarrab için ABD böyle bir talepte bulunmadı. Hiç para istemediler.
-Tanıklık programı diye bir şey var ABD hukuk sistemi içinde. Şartlarını bilmesek de anlıyoruz ki Zarrab bundan faydalandı. Faydalanıp yeni bir kimlikle hayatına devam ediyor. Hatta Florida’da bir at çiftliği kurmuş. O fotoğraflar basına yansıdı.
Ben şaşırmadım gelinen noktaya. Ama öyle bir çiftlik satın alabilmek için o paraların Amerika’ya nasıl getirildiği de ayrı bir muamma. Ha onları da FBI sağlamadı ise (gülüyor). Suçunu itiraf ettiği halde henüz kendisiyle ilgili bir ceza bile açıklanmadı. O nasıl olabiliyor bu da bir muamma. Sorsanız da cevap vermiyor mahkeme. Bu tanık koruma programının ötesinde bir şey artık. Bu direk koruma programı. (Gülüyor). Anlattığı şeylerin karşılığında bu da yanına kar kalsın diye mi düşündüler bilemiyorum.
-Eğer temyiz davasından sonuç alınmaz ve Halkbank yargılanmaya devam ederse biz duruşmalarda Zarrab’ı tekrar tanık koltuğunda görecek miyiz?
Muhtemelen.
-Bugün ABD’ye gitmenize hukuki bir engel var mı?
Var. Çünkü ben cezaevindeyken pasaportumun geçerlilik süresi dolmuştu. Pasaportun süresi dolduğu için de tahliye edildiğim tarihte vizesiz orada bulunduğumu iddia ederek beni kaçak giriş yapanların statüsüne sokup öyle sınır dışı ettiler. Dolayısıyla beş sene giriş yasağım var. Ben Amerika’ya gitmeyi hayatımın hiçbir noktasında sevmedim, istemedim. Ama herhangi bir devletin uyguladığı politikaların o ülkenin vatandaşlarına mal edilmesini de doğru bulmam. Orada da çok düzgün, çok iyi insanlar var. Ama genel olarak ülkenin yargı ve hazine bacağındakilerin ne kadar rahat yalan söyleyip manipülasyon yapabildiklerini görünce o ülkenin herhangi bir yerinde olmak istemiyorum. Bundan sonra gitmek de istemem.
Cansu Çamlıbel kimdir?Cansu Çamlıbel, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya’daki Cardiff Üniversitesi’nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor. |
Trump Reis koltuğuna oturur oturmaz “Devlet Bey çağrını aldım, güçlü bir Türkiye için ‘evet’ diyorum” diyecek olsa bile uzun süre her şey limbo olacak. Zira mesele ‘Mazlum’a karşı Öcalan’ kartını çekmekle halledilebileceği aşamayı geçeli çok uzun oldu
“İktidar Bahçeli’nin neden olduğu tepkiyi kayyımla dindirmeye çalışıyor. Kayyım atamalarında sembollerle mesaj verdiler. Halfeti Öcalan’ın memleketi, 4 Kasım Selahattinlerin tutuklandığı tarih. ‘Bizim istediğimiz çizgiye gelmezseniz daha kötüsünü yaparız’ demiş oldular”
“Kandil 2013’te Öcalan’dan gelen mesajları hiçbir zaman doğrudan alıp uygulamadı. Bugün Öcalan’ın o dönemki kadar popülaritesi yokken, Sayın Bahçeli Öcalan’ı dinleyeceklerini nasıl düşünebiliyor?”
© Tüm hakları saklıdır.