02 Temmuz 2023

Emin Alper, Arayış ve Titan

Biz Nisan'la birlikte adaya gidiyor muyuz? Doktor yerine yakışıklı bir tarikat liderini dinlemesini onaylıyor muyuz? Tayfun'un modern görünümüne ve etkileyici sözlerine biz de kanıyor muyuz?

Emin Alper'in yönettiği, Özlem Yücel ve Nükhet Bıçakçı'nın senaryosunu yazdığı Disney+ dizisinin adı Arayış, her daim hayali bir mutluluğun peşinde koştuğumuzu ve bu kavuşmanın hiçbir zaman gerçekleşmediğini vurguluyor. Aslı Enver'in oynadığı Nisan rahim kanserinden, arkadaşı Songül beynindeki tümörden kurtulma umuduyla Tayfun (Mehmet Günsür) ve Azra'nın (Defne Kayalar) liderliğindeki şifa kampına katılıyorlar. Laik, kariyer sahibi, eğitimli İstanbullular, huzuru bir tarikat liderinin seanslarında buluyor. Nisan'ın ablası da ameliyattan kaçan kardeşini sözde şifacılardan kurtarma arayışında. Tayfun, Nisan'a "ben de senin gibi bir arayanım" dediğinde güç, zenginlik ve hayran kitlesinin de bu arayışı sonlandıramadığını görüyoruz.

Mutluluğu Tayfun'un ritüellerinde arayanlar, bize kendi içimizdeki boşluğu düşündürtüyor. Aşk, para, başarı, seyahat ve hatta çocuk bile bu boşluğu kapatamayabiliyor. Milyarder iş insanları, mutluluğu oksijeni kısıtlı bir denizaltıyla 1912'de batan Titanik gemisinde arıyor. Neden bir baba macera uğruna kendi hayatını, oğlunun geleceğini, sevdiklerinin bir daha iyileşemeyecek yüreklerini hiçe sayar? Tüm dünyada bulamadığı saadeti Atlas Okyanusu'nun derinliklerindeki enkazda aradığı için. İsmiyle Titanik'i andıran Titan denizaltısı, yolcularına gemideki hayaletlerle bulaşacaklarını vadediyor. Sağ salim geri dönebilselerdi mutlulukları kaç saniye sürecekti? Ölüm anlarından daha uzun değil. 19 yaşındaki yolcu, babasını mutlu etmek için Titan'a binmiş. Belki de iç sesimizi dinlemek ve hatır için kendimizden vazgeçmemektir mutluluk.

Dizide tarikat lideri, mutluluğu okyanusun derinliklerinde olmasa bile İstanbul'a yakın bir adada sunuyor. Emin Alper coğrafyayı karakterleştirme konusunda çok başarılı. Kurak Günler'de obruk nasıl kültürel boşluğu resmediyorsa ada da içimizdeki boşluğun sembolü. Günümüzde şehri bırakıp köye yerleşmek çok popüler değil mi? Sanki il sınırlarını aştığımızda modern kapitalist dünyadan uzak bir ütopyaya varıyoruz. Oysa, kampın beş yıldızlı bir tatil köyü kıvamındaki zenginliği, müşterilerin mülklerini hiç tanımadıkları Tayfun'a isteyerek devretmeleriyle sağlanıyor.

Taşrayı idealleştirmeyen Kurak Günler gibi Arayış da dört tarafı sularla çevirili yaşamın doğallığını sorguluyor. Başta valizinde telefon olduğu için adaya kabul edilmeyen Nisan, kampın basın sözcüsü olunca günlerini sosyal medyada tarikatı överek geçiriyor. Bizi adaya götüren dizi de teknolojiden vazgeçmiyor. Nisan, ilk defa adaya tekne ile giderken manzarayı videoya çektiğinde biz adanın kendisini değil telefondaki yansımasını görüyoruz. Kamera Aslı Enver'i, Nisan tekne yolculuğunu çekerken gideceğimiz adada sahteyi gerçekten ayıramayacağımızı hissediyoruz.

Laik geçinen İstanbulluların bir tarikata teslim olduğu ada neredeyse Titan denizaltısı kadar tehlikeli. En şüpheci karakter Nisan, sahtekâr dediği gizemli bir adama zamanla kendini kaptırıyor. Tayfun'un seansları kendi rahmini kurtaramamış olsa da sevgilisinin doğa üstü güçlerini sorgulamıyor. Tarikat lideri hasta babasını ölüme göndererek eski talebesi Tayfun'un yerine geçmesini sağlayan Azra'nın "her şey yalan" itirafına bile kulak asmıyor. Hatta, adadaki gizli bilgilerle kaçmaya çalışan Azra'yı kayalıklardan aşağıya itiyor. Tayfun, "Sen yuvasını koruyan bir kartalsın… Bütünün hayrı için en doğru olan şeyi yaptın" derken Nisan, taktığı yılan kolyesiyle kendi hayal gücüne inanıyor. Hiçbir zaman doğuramayacağı çocuğu yerine geçen adanın güvenliği adına cinayet meşrulaşıyor. Adalılar, sahtekâr bir lider ve katil sevgilisi çevresinde kenetleniyor.

Nasıl olur da Tayfun, mitolojide dünyayı yönetmiş güçlü Yunan tanrıları Titanlar gibi kendi cumhuriyetini kurar? Aidiyet duygusu aşılayarak. "Benliğimiz kabule, güvene, saygıya, gerçek aşka aç. En çok da inanmaya, teslim olmaya muhtaç" diye haykırdığında yalnız ve mutsuz insanlar anlaşıldığını hissediyor. "Çık dışarı," "Soyun, çırılçıplak ol" diye emirler yağdıran lidere koşulsuz itaat edilmesi ne kadar acı. Her azarlandığında, "Günahım neyse öderim ama ne olursun affet" diyerek Tayfun'un omzunda ağlayan Azra ne kadar edilgen. Nisan, Tayfun'la seviştikten sonra nasıl da yeniden doğduğunu zannediyor. Dünyadaki savaş ve iklim krizinden habersiz yaşayan, kendi ailelerini bile unutan, Tayfun'un peşinde koşan seküler şehirlilerle adeta dalga geçiyor dizi.

Tayfun'un kurmaca gerçekliğinde yaşayanlarla birlikte dizi moderniteyi de sorguluyor. Adanın sahibi Cem, Nisan'a Bizans'ın adadaki varlığını gösteriyor: "Bizans döneminde genç prenslerin sürgün yeri burası. İmparator tahta çıktığı zaman tahta hakkı olan çoluk çömbelek buraya gönderiliyormuş. Ölmeleri için." Dehlizler nerede diye soran Nisan, geçmişe dönmek için gizli bir geçide gerek olmadığını ve Bizans'ın hâlâ adada olduğunu kavrayamıyor. Azra'ya mezar olan adanın bir gün kendisini de süreceğinin farkında değil. Ada, Bizans'tan bugüne her zaman her yerde.

Peki, biz Nisan'la birlikte adaya gidiyor muyuz? Doktor yerine yakışıklı bir tarikat liderini dinlemesini onaylıyor muyuz? Tayfun'un modern görünümüne ve etkileyici sözlerine biz de kanıyor muyuz? Eğer cevabımız evet ise içimizdeki boşluktan faydalanan Tayfunların devri belki de hiç bitmeyecek. Bu sonsuz körlükte devam edeceğiz. Ada mı bizi ele geçirecek yoksa biz mi adayı?

Naz Bulamur kimdir?

Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.

Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.

Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Uçurtmayı Vurmasınlar: Her ev birer cezaevi ve herkes birer tutsak

Filmdeki koğuş dinamikleri, ceza ve disiplin üzerine kurulu toplumun bir metaforu. Hapishanenin dışarısındaki ve içerisindeki denetim mekanizması benzer. Bizler de çocuk yetiştirirken savurduğumuz tehditlerle birer gardiyana dönüşmüyor muyuz?

Sorgu, “Baba kime denir?”

Sorgu, şiddetin politik olduğunu başarıyla gösteriyor. Sorgu odasında katillerin kimliği kadar içinde yetiştikleri toplumun işlevsizliği de ortaya çıkıyor

Esas Oğlan’da esas olan podcast!

Sex and the City yakıştırmasına katılmasam da Hadise ve Seda Bakan’ı çok yakıştırdım. Aralarındaki ritim tutmuş. Ceren, Selma’ya “Benim esas oğlanım senmişsin” dediğinde ekonomik ve cinsel özgürlüğü olan ikilinin dostluğu izleyiciye geçiyor

"
"