12 Nisan 2023

Süperkahramanım, Teyzem Arıniçka

Geçtiğimiz hafta Türkiye çok önemli bir yorumcusunu, piyanist Arın Karamürsel'i kaybetti. Ben, kardeşlerim, kuzenlerim ise çocukluk kahramanımız teyzemiz Arıniçka'yı... Bildiği yolda dimdik yürüyen, dünyanın birçok ülkesinde ayakta alkışlanan, aydın, ileri görüşlü, muzip, esprili, altın kalpli, onurlu, büyük Beşiktaşlı, örnek Cumhuriyet kadını teyzemizi...

Anımsamak bir tür buluşmadır
Unutmak ise bir özgürlüktür

Halil Cibran

Zihnimde çok net bir görüntü var. Dört yaşlarındayım, Çengelköy'deki evimizin sokağında heyecanla bekliyorum. Annemle babam ne yapsa beni eve sokamıyor. Bir çocuk için çok uzun sayılabilecek bir süredir görmüyorum onu. Öncesini de çok hatırlamıyorum. Ama o sokakta beklerken ki duygum çok net; içim içime sığmıyor, kalbim kanatlanmış bir kuş gibi çarpıyor. Hayatımın en favori insanı, süperkahramanım teyzem her an o köşeyi dönecek ve sokağın başında gözükecek. Teyzem o sıralar Moskova Çaykovski Konservatuarı'nda piyano lisans üstü çalışmasını tamamlıyor, Prof. Dr. Milstein ve Alicia Kezeradze ile çalışıyor. Moskova neresi bilmiyorum, bahsedilen isimleri tanımıyorum, konservatuarı ve piyanoyu sevmiyorum çünkü teyzem hep çalışıyor ve hep uzaklarda.

Ama eli kulağında, geldi gelecek. Bize kim bilir bu sefer ne hediyeler getirecek. Nihayet sokağın başında beliriyor. Eli kolu torbalarla dolu. Çiçekli ipek elbisesini giymiş, omzuna siyah el örgüsü bir şal atmış, saçları tepede topuz... Görür görmez çığlıklar atarak ona koşuyorum. Kuvvetli kollarıyla beni sarıp, kucaklıyor. O kısa an sadece bana ait oluyor. Onu kimselerle paylaşmadığım kısacık bir an. Sonra tabii annem, babam, ablam onu karşılamak için kapıya koşuyor, kardeşim henüz birkaç aylık bir bebek.

Geçtiğimiz hafta ablam Nil'in, benim, kardeşim Zeynep'in, kuzenlerim Kerim ve Banu'nun, yeğenlerim Çağrı ve Kaan'ın, çocuklarım Defne ve Ege'nin, yetiştirdiği onlarca öğrencinin çocukluk kahramanı olan, ülkemizin yetiştirdiği en değerli yorumculardan teyzem piyanist Arın Karamürsel'i kaybettik.

İçinden yükselen coşku

Teyzemin ne denli iyi bir piyanist olduğunu anlatmayacağım bu yazıda. Onun için değerli müzik eleştirmeni ve yazarı Evin İlyasoğlu'nun teyzemin vefatının ardından Cumhuriyet Gazetesi'nde kaleme aldığı "İçinden yükselen coşkuyu çaldı." başlıklı yazıya bakabilirsiniz.

Sayın İlyasoğlu yazısına "Piyanonun "ateşli" yorumcusu Arın Karamürsel'i yitirdik geçen hafta. Henüz Ayşegül Sarıca'nın acısı tazeyken onun kuşağından değerli bir piyanistimizi daha yitirmek klasik müzik çevresinde derin üzüntü yarattı. Bu özel insanların yeri kolay dolmuyor. Çünkü onların kuşağı kendini müziğe adamıştır, besteciye ve dinleyiciye sonsuz saygı duyar." diye başlamış.

Benim favori insanım

Teyzemin en çok piyanoya olsa da, hayatta sevdiği her şeye karşı ateşli, yüksek bir coşkusu vardı. Farklıydı. Giyimi, kuşamı, saçları, tavırları, inişli çıkışlı müzikal konuşması, aydın kişiliği ve ileri görüşlülüğü, hazırcevaplığı, muzipliği, hiç beklenmedik anlarda patlattığı esprileri... Büyükler dünyasında bu ne kadar fark ediliyordu bilmiyorum. Ama çocuk kalbi bir dedektör gibidir. Saf sevgiyi, iyiliği, geçiştirmek için değil de yürekten gelen bir ilgiyi, güzel enerjiyi, yaşam sevincini hissederler. Ve insanlarını ona göre seçerler. "Bu benimle oynayan, beni dinleyen, herkesin bıktığı meraklı sorularıma sabırla cevap veren, beni güldüren insanım. Yaşı benden büyük olsa da her şeyi konuşabileceğim arkadaşım" derler. Teyzem benim çocukluğumda koynunda yattığım, hayallerimi paylaştığım favori insanımdı.

Mussorgyski de kim "Benim cici köpeğim" varken

Büyürken teyzemin sayısız konserine gittim. AKM'nin yer karolarında sek sek oynadım, döner merdiveninin trabzanından kaydım, dolap odasında paltoların arasına saklandım, uzun tuvaletini giymiş, sahneye çıkmaya hazırlanan teyzeme hayranlıkla baktım. Bir çocuk olarak konser bitimlerinde ellerim patlayana kadar onu alkışladım. Herkesle birlikte ayağa kalkıp "Bravo" diye bağırdım. Bazen ellerimde çiçeklerle sahneye fırladım. Sahne arkasında onu tebriğe gelen, annemlerden çok önemli birileri olduğunu duyduğum sanatçılardan, müzik eleştirmenlerinden onu kıskandım. Keşke teyzem hep benimle oynasa... Mozart, Mussorgsky yerine, beni kucağına oturtsa, bana özel "Daha dün annemizin...", "Mini mini bir kuş..." veya "Hav hav hav! Benim cici köpeğim..." çalsa...

Hayatımın ilk röportajını teyzemle yaptım

14 yaşında hayatımın ilk röportajını okul gazetesi için teyzemle yaptım. Sonradan hayatta en seveceğim işin yazmak ve röportaj yapmak olacağını hiç bilmeden. Babam her zamanki gibi kamerasıyla bu anı ölümsüzleştiriyor. Fotoğrafta, Erenköy'deki evimizin salonundayız. O zamanlar bilgisayar filan yok. Ah bir bilsem ne sordum, o ne cevap verdi, başlığa ne attım, spot yazdım mı... Yazdıysam ne yazdım? Hatırladığım tek şey röportaj sırasında çok heyecanlı olduğum, teyzemin tamperamanlı konuşma hızında anlattıklarını kaleme dökebilmek için son hızla not aldığım.

Ben ve teyzem röportajda, 1988

Çeyiz olarak hazırlanan Beethoven'ın Do Minör sonatı

Büyüdüğümde, yani 20'li yaşlarıma geldiğimde, annemle babamla konuşamadığım birçok şeyi teyzemle konuşmaya başladım. Beni Ayaspaşa Rus Lokantası'na götürürdü. Birer Rus votkası içip, ona merak ettiğim her konuda sorularımı sorardım. Niye hiç evlenmedi, hiç çocuk sahibi olmak istemedi mi? "Piyanomla evliyim. Çocuklarım da sizlersiniz." der geçerdi. Gençlik yıllarında bir kez nişanlanıyor, onda da kayınvalidesi kendisine çeyizi kastederek ne hazırlıklar yaptığını sorduğunda, tüm muzipliğiyle "Beethoven'ın Op. 111 No:32 Do Minör sonatını hazırlıyorum, efendim." diye cevap veriyor, kayınvalidenin yüzü düşüyor, damat adayı nasıl olsa evleneceklerini, artık çalışmasına gerek olmadığını söylüyor, o nişan da oracıkta bozuluyor.

Kader ağlarını örüyor

Fakat kader ağlarını örüyor bir kere. O nişan sayesinde, damat adayının küçük erkek kardeşi ve gelin adayının küçük kız kardeşi tanışacak, birbirlerine aşık olacak, evlenecek, küçük erkek kardeşin bu hayata gözlerini yumduğu güne kadar, yani 42 yıl evli kalacak, bu evlilikten üç çocuk, dört torun, bir de torun çocuğu sahibi olacaklardı. Bu üç çocuğun ortancası benim. Ben ve kardeşlerim varlığımızı annem ve babam kadar, teyzem ve amcama da borçluyuz. Yüzü düşen kayınvalide de benim ön ismimi aldığım, güçlü, eğilmez, bükülmez, becerikli, elinden her iş gelen canım babaannem Sabiha oluyor.

"Yaşadığım ve yaşamadığım hiçbir şeyden pişman olmadım, sen de olma!"

Teyzem 1960'ların Türkiye'sinde çeyiz hazırlayıp, dolma saracak bir kadın değildi. "Ancak beni anlayan, sanatıma saygı duyan, saatlerce piyanonun karşısında çalışmama şaşırmayan, dinleyicime duyduğum saygı ve sevgiyi paylaşan, ev işlerini kadından beklemek yerine ortak olan, müzisyen bir insanla evlenebilirdim. O da olmadı. Yaşadığım ve yaşamadığım hiçbir şeyden, aldığım ve almadığım hiçbir karardan pişman olmadım. Sen de olma. Hadi Nazdarovya!*(Rusça, Sağlığına!)" der böyle ciddi konularda topu çok güzel çevirip, konuyu kendinden çıkarıp, hayat dersine dönüştürürdü.

Kadın rol modelim

Büyüdüğümde onu piyanosundan, kariyerinden kıskanmayı bırakmış, tam tersine başarabildiklerini gördükçe kendisine büyük hayranlık duymaya başlamıştım. Çocuk kalbimi çarptıran favori insanım, genç bir kadın olduğumda bana ilham veren "kadın rol modelim"e dönüşmüştü. Sayın İlyasoğlu'nun yazısında bahsettiği "kendini müziğe adamak" işte buydu. Bir hayat tercihiydi bu. Yalnız bir hayat tercihi... Hiç kimsenin, hele de hiçbir erkeğin onun kariyerine engel olmasına izin vermemişti. Bildiği yoldan gitmiş, hayat oyununun kurallarını kendisi yazmış, kurallara uyan oyuncuları hayatında tutmuş, uymayanları da diskalifiye etmişti. Bu kadar netti. Günümüzde bile, bunu kaç kadın başarabilir bilmiyorum.

Sonatların Hanımefendisi

1935 doğumlu bu Cumhuriyet kadını, ilk konserini 8 yaşında bir çocukken Doğan Kardeş'in bir müsameresinde, orkestrayla ilk konserini ise 11 yaşında, Mozart'ın No:24 Do Minör piyano konçertosuyla İstanbul Şehir Tiyatroları sahnesinde veriyor, pedagog, piyanist, orkestra şefi ve bestekar Ferdi Statzer'in öğrencisi olarak İstanbul Konservatuarı'ndan mezun olduktan sonra, dünyaya açılmak için 1960'larda Paris'e gidiyor. Academie Marguarite Long'da ünlü hocalar Lucette Descaves ve Germaine Mounier ile çalışıyor, ardından Moskova yılları geliyor ve devamında da İngiltere, İsviçre, Polonya, Lüksemburg, Finlandiya, Birleşik Arap Emirlikleri, Küba, Lübnan, Meksika, Çin Halk Cumhuriyeti ve Japonya'da solo ve orkestrayla birçok konser veriyor. Meksika'da 1983'de verdiği konser turnesinde "La Dama De Las Sonatas" "Sonatların Hanımefendisi" başlığıyla gazetelere manşet olurken, Cervantes Müzik Festivali'nde "En İyi Performans Ödülü"nü alıyor. Tüm bu başarıları ise kendi ülkesinin gazetelerinde belki bir sütuna iki santim yer alıyor. Kolay kolay hiçbir şey teyzemin neşesini bozamazdı ama bazen kendi ülkesinde hakettiği değeri görmediğini düşündüğünü ve buna içerlediğini hatırlıyorum.

En ateşli aşklarından biri de Beşiktaş

Teyzemin en ateşli aşklarından birinin de Beşiktaş olduğunu belirtmeliyim. Arın Teyzem, Alım Teyzem ve annemin dedeleri Beşiktaş'ın kurucularından Ziya Karamürsel, babaları da Beşiktaş'ın 8'inci Başkanı ve daha sonra üç dönem daha başkanlığını yapmış Abdülkadir Karamürsel. Bu üç kız kardeş evlerinde dönemin Beşiktaş yöneticilerini, genç futbolcular Hakkı Yeten'i, Süleyman Seba'yı tanıyarak büyüdükleri için tam birer yırtıcı dişi kartal olarak yetişiyorlar. Teyzemin Rachmaninoff üzerine uzun bir vaaz çekerken, televizyonda Beşiktaş maçını açıp fanatik bir Çarşı'lıya dönüşmesine, TV karşısında hop oturup hop kalkmasına, gol olunca marşlar söylemesine, gol yeyince de Rusça sinirlenmesine tanık olmak hayatta en eğlendiğim anlardan olmuştur. Bu üç kızkardeşle Beşiktaş maçı izlemek çok büyük ayrıcalıktır.

Demans kapıyı çalana kadar

Teyzem dünyanın birçok köşesinde ayakta alkışlandığı, uzun, şahane, dolu dolu bir ömür yaşadı. Tüm ailemizi derinden üzen konu ise bu ömrün son on beş yılında demansa yakalanmasıydı. Babamı da bundan 11 yıl önce aynı hastalıktan kaybettiğimiz için, teyzemin bizleri tek tek unutmasına tanık olmak yaşadığımız en zor, en acı şeylerden biriydi. Babam sanıyorum ki, bu hastalıkla yaşamaktansa çabucak gitmeyi tercih etti ve bilinçaltındaki yaşam şalterini kapattı. Hastalığın tüm belirtilerini yaşamasına rağmen, bizleri unutacak kadar ilerlemesine izin vermedi, gençlik aşkının gözünün içine bakarak 42'inci evlilik yıldönümlerinin ertesi günü bu dünyaya gözlerini kapattı.

Teyzem kızım Defne'ye ders veriyor

Unutmak özgürlüktür

Teyzemin ise yaşam coşkusu çok büyüktü. Benim süperkahramanım önce dostlarını unuttu, sonra Beşiktaş'ını, sonra bizleri... En son piyanoyu; en son notalar uçtu zihninden... Ablama "Yeşil gözlü, güzel bir hanım" diye hitap ettiği noktada bile, ablam teyzemin sıkıştığı, ne olduğunu anlamadığı o hain balonun içinde, korkmak ve panik olmak yerine, çocuksu mutluluğunu kaybetmediğini söylemişti. Demans teyzemi esir alamamıştı. Halil Cibran'ın şahane bir sözü vardır; "Anımsamak bir tür buluşmadır, Unutmak ise bir özgürlüktür." Teyzem demansa kocaman bir "Nanik" yaparak, başına geleni kabullenmiş ve aklının ona oynadığı bu oyuna uyarak özgürleşmeyi seçmişti. Gözü uzaklara daldığında da kim bilir zihninde hangi melodiler çalıyor, hangi sevdikleriyle buluşuyordu. Teyzem, tüm gücüyle bu dünyaya tutundu, aldığı ve verdiği her nefesle bizlere ilham olmaya devam etti. Çocukluğumuzda bize hediye ettiği Matruşka bebekler gibi, kendi içinden, daha küçük, sonra daha küçük bir Arıniçka (lakabı) çıkarmayı becerdi. Ta ki çıkacak bir şey kalmayana kadar.

Pelerinini sallayarak gitti

Uzaklarda sevdiklerinizin ölüm haberini almak zordur. Süperkahramanımın bizleri bırakıp, pelerinini şu adaletsiz dünyaya sallayarak öte diyara geçtiği haberini Vancouver'da alıyorum. Önce cenazeye yetişebileceğimi düşünmüyorum. Sonra gözümün önüne dört yaşında onu sokağın başında saatlerce beklemem, yolunu gözlemem geliyor. "O da, bekler beni," dememle, bileti almam ve kendimi 16 saat içinde İstanbul'da bulmam bir oluyor.

Teyzem, seni Beşiktaş bayraklarıyla, siyah beyaz güllerle uğurladık. Şerefine sevdiğin viskiden içtik, anılarımızı konuştuk. Kah ağladık, kah güldük, epeyi de kulaklarını çınlattık. Ertesi günkü Beşiktaş -Fenerbahçe maçında senin için Beşiktaş'ı tuttum. "Hadi oradan, Galatasaray'ın işine geliyor diye Beşiktaş'ı tutmuşsundur, seni gidi brink Cimbom'lu" dediğini duyar gibiyim. Yok vallahi teyzem senin için tuttum. Sen de gittiğin yerden el verdin Beşiktaş'ına da, dört gol attınız Fener'e. Kardeşlerin en acı günlerinde biraz da olsa teselli buldu.

Seni seviyorum teyzem. Şimdi daha da özgürsün. Öte diyarda piyanonla tekrar buluştun ve huzura erdin biliyorum. Yaşadığım sürece benimlesin, içimdesin, Ayaspaşa Rus Lokantası'nda karşılıklı votka içtiğimiz halinlesin. Nazdarovya Arıniçka!

Ayşe Acar kimdir?

Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. 

Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. 

Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. 

Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. 

Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 

2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. 

Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

'Bir Gün, 365 Saat'in yönetmeni Eylem Kaftan: Saraybosna gösteriminden sonra bir kadın 20 yıl önce başına gelen olay için polisi aramış

“Bir Gün, 365 Saat” filmi aile içi istismar kurbanı üç genç kızın dayanışmasını ve hukuk mücadelesini anlatıyor. Kızlar kendi hikayelerini kendi oynuyor. İzlerken zorlanıyorsunuz ama filmin sonunda içiniz umutla doluyor. 25 Aralık’ta vizyona girecek olan filmin yönetmeni Eylem Kaftan’la konuştum

Tehlike ölçme radarı: Anksiyete

2024 yılı benim anksiyetemle barıştığım, onu küçük bir çocuk gibi şefkatle sarıp sarmaladığım bir yıl oldu. Boynuma taş bağlanmışcasına düştüğüm karanlık dipten, yunus gibi fırlayarak çıktım. Artık içindeyken, konuya dışarıdan bakabiliyorum. Eskiden içinde sıkışıp kalırdım. Umarım bu yazı içinde sıkışanlara umut olur

Kanada’ya göç kısıtlamaları

Bugüne kadar birçok kez Kanada’ya nasıl göç edileceğini yazdık. Bu hafta Covid sonrası hızla büyüyen nüfusu kontrol altına almak için Kanada göçmenlik programlarına getirilen kısıtlamaları yazıyoruz

"
"