01 Şubat 2019

Bedenini namluya sürmek

Torunlarımızın "Demokrasi ve özgürlüklerin ağır baskı altında olduğu, adaletin pervasızca çiğnendiği o günlerde ne yapmıştın" sorusuna verecek bir cevabımız olmalı

Adı Selçuk Kozağaçlı. Bir hukukçu. Bir adalet savaşçısı. Çağdaş Avukatlar Derneği'nin (ÇHD) genel başkanı. O ve onun gibi avukat, onun gibi hak ve hukuk savunucusu dört arkadaşı ile birlikte kara ünlü Silivri Cezaevi’nde 15 aydır tutuklu.

Kozağaçlı ve dört avukat arkadaşı dokuz gündür açlık grevinde...

Adı Eren Erdem. Bir meslektaş. Kısa ömürlü Karşı gazetesinin yayın yönetmeni. Sonra CHP milletvekili. Milletvekili iken kendilerini "demokrasi nöbetçisi" olarak tanımladığımız, hak ve hukuk ve adalet arayanların yanında dimdik duran, bıkıp usanmadan duran, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda milletvekilinden biriydi.

Kara ünlü Silivri Cezaevi’nde tutuklu ve dört gündür açlık grevinde...

Adı Leyla Güven. Son genel seçimde milletvekili seçildi. Anayasanın açık hükmüne uygun olarak dokunulmazlık kazandı. Anayasa umurunda olmayan AKP yargısı seçilmiş milletvekilinin tutukluluğunu kaldırmayı çok uzun süre reddetti, üç aya yakın süredir bir başka kara ünlü zindanda, Diyarbakır Cezaevi’nde açlık grevi yapıyordu. Dört gün önce sağlık durumu kritik eşiği aştığı sırada tahliye edildi. O sadece seçilmiş değil aynı zamanda inatçı ve kararlı bir siyasetçi. Açlık grevine evinde devam ediyor.

Yurdun çeşitli hapishanelerinde, aralarında eski HDP milletvekillerinden Sabahat Tuncel ve Selma Irmak'ın da yer aldığı 230'a yakın HDP'li siyasetçi de Leyla Güven'le aynı talepleri savunmak, seslendirmek için açlık grevindeler.

Bunlar bilebildiklerim. Bilmediğim kim bilir kaç hapishanede açlığa yatmış tutuklular, hükümlüler var. Ölmek için değil, siyasal taleplerine erişmek, en azından o talepleri kitlelerin kulağına, beynine, gönlüne ulaştırmak için sahip olduğu tek varlığı, bedenini namluya sürüp gerekirse ölüme dek varabilecek bir direnişi yaşayan tutuklular, hükümlüler...

* * *

Bir tutuklu ya da hükümlü neden açlık grevine başvurur? Sonu ölümle ya da ölümüne sakatlıklarla sonlanabilecek bir eyleme neden girişir?

Biz "dışarıda"kiler için bu sorunun cevabını ya yoktur ya epey siliktir.

Ama dört duvarın içinde, kalın demir kapıların ardında, çoğu kez tek kişilik hücresinde, boğucu bir yalıtılmışlığın (tecrit) pençesinde, kişinin kendi bedeninden başka mücadele edebileceği bir araç yoktur. O zaman göze alır, bedenini mermi yapıp namluya sürer, ölüme yatar. Ölmek istediği için değil. Ama savunduğunu ölümü göze alacak kadar önemsediği ve açlık grevinden başka başka bir yönteme başvurma olanağı olmadığı için...

IRA militanı Bobby Sands Long, Kesh Cezaevi'nde tutuklu ve hükümlü IRA militanlarına siyasal tutuklu ya da hükümlü statüsü tanınması ve tek tip elbise dayatmasına son verilmesi talebiyle 1 Mart 1981’de ölüm orucuna başladı. Ölüm orucu sırasında İngiltere parlamentosuna milletvekili seçildi; ancak bu onun tutsaklığına son verilmesini sağlamadı. Ölüm orucunun 66. gününde, 5 Mayıs 1981’de Bobby Sands öldü. 27 yaşındaydı.

Büyük Britanya iktidarınca Bobby Sands bir suçluydu. Kuzey İrlanda halkı içinse bir kahraman. Onun öldüğü yıl Dublin'de doğan çok, pek çok çocuğa onun adı verildi.

* * *

Selçuk Kozağaçlı ve dört arkadaşı, görevlerinin hukuku ve adaleti savunmak olduğunu bilinçle kavramış, inatla yerine getirmiş beş hukukçu. Şimdi kendilerini de kuşatan hukuksuzluğa karşı açlık grevine yatarak seslerini duyurmak, hukuku ağır yaralayan bir yargı aygıtını teşhir etmek için hücrelerinde bedenlerini mermi yapıp namluya sürdüler.

Bugün dokuzuncu gün...

Eren Erdem, mesleğinin gereğini yaptığı, kapalı kapılar ardında süren kirli oyunları günışığına taşıdığı için hapiste. Milletvekili iken dokunulmazlık zırhını delemedikleri için ondan intikam alamayan, hapse tıkamayanlar, milletvekilliği biter bitmez üstüne çullandılar ve içeri attılar. Aylar sonra mahkeme tahliye kararı verdi ama bir yerlerden gelen emirle tahliyesinin ertesi gün yeniden tutuklandı ve yeniden hücresine kondu.

Bu hukuk cinayetine karşı Eren Erdem nasıl mücadele edebilirdi? Yapabileceği tek yola başvurdu. Bedenini mermi yapıp namluya sürdü. Açlık grevine başladı.

Bugün dördüncü gün.

Leyla Güven, üyesi ve milletvekili olduğu siyasal hareketin taleplerini savunmak için (seçilmiş milletvekili olduğu halde hapiste tutulmasını protesto için değil) açlık grevine başladı. Bir mahkemeden tahliye kararı geldi. Ancak Leyla Güven açlık grevine evinde devam etme kararı aldı. Zaten ciddi sağlık sorunları vardı ve üçüncü ayı bitirmek üzere olan açlık grevi ile geri dönüşün mümkün olamayacağı eşiğe çok, ama çok yaklaştı...

Leyla Güven'in taleplerini desteklemek için çeşitli hapishanelerde 230'u aşkın HDP'li de açlık grevindeler.

* * *

AKP medyasının ahlâktan nasipsiz suskunluğuna rağmen sosyal medyada, fısıltı gazetesinde, iletişim olanaklarının her türlüsünü kullanarak açlık grevine yatan demokrasi ve özgürlük savunucularını yalnız bırakmamak, seslerine yankı olmak bir demokratlık görevi.

Oğullarımızın, kızlarımızın, torunlarımızın "Sen anne, sen baba, demokrasi ve özgürlüklerin ağır baskı altında olduğu, adaletin pervasızca çiğnendiği o günlerde ne yapmıştın" sorusuna verecek bir cevabımız olmalı ve o cevap gözlerimizi torunlarımızdan, çocuklarımızdan kaçırarak verilecek bir cevap olmamalı...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim