10 Ocak 2023

Hayvan sevgisi

Varlıkları birbirine bağlayan evrensel nefesin sunduğu harika ve acı gösterinin bir parçası da hayvanlar. Küstah, geveze, saplantılı ve şiddet üreticisiyiz, gezegendeki her şeyi ve hayvanları kurban olarak gören türümüz giderek artan bir bedel ödemek zorunda kalıyor

Sonradan görmeler abartır ya, benim de kırklarımın ortasında hayvan kıymetini anlayan birisi olarak abartıyor muyum diye düşündüğüm zamanlar oldu. Ama hayır artık eminim bu gezegen için gerekli olan sevgi enerjisini ağırlıkla hayvanlar sayesinde üretebiliyoruz, insana duyamadığımız sevgiyi, gözlerde yakalayamadığımız aşkı onlarda buluyoruz, kapımızı gönül rahatlığı ile en çok onlara açıyoruz…

Görgüsüzüm dedim ya, Anadolu Hisarı'na yeni taşınmıştık, küçük bir çıkmaz sokak, taşındığımızın ertesi günü sabahın köründe oğlumu servise götürmek için kapıyı açtım ve çığlıklar atarak geri kaçtım, kapının önünde kocaman bir ölü fare duruyordu. Aliş'e sen koş deyip ben geri kaçtım, o sırada kapıdan geçen sevimsiz bir komşu "Demek sizi burada istemiyorlar, bu fare tehdit mahiyetinde" dedi, iyice korktum.

Fare bir süre orada durdu, ta ki doğa ile barışık bir tanıdık bulana kadar, gerçek ise arkadaşım Necmiye kahve içmeye geldiğinde ortaya çıktı. "Sokağın kedileri sana hoş geldin hediyesi getirmiş, bize yemek vermen boşuna olmayacak diyorlar, bunu herkes bilir" dediğinde...

Sonrası malum, mama verdikçe samimiyetimiz arttı, derken onları teken teker tanımaya başladım, karakter zenginliklerine, tenezzüllerinin seviyesine şaşırdım, okşanmak öncelikleri çoğunun, yemek, menfaat sonra geliyor veeee asosyal minnoş tarafından seçildim, diğerleri ile olamadığı için ve hep tacize maruz kaldığı için evin önüne camekan yaptırdım, o sepetinde mutluydu ya bizim mutluluğumuza diyecek yoktu artık. Daha sokağa girerken Minnoş'un koşturarak gelmesi ömre bedeldi.

Minnoş'u iskelede doğan Miloş'u eve almamız, onu diğerleri izledi falan filan ama hikâye giderek hüzünlü bir hâl aldı. "Ne olacak bu memleketin hâli, hayvanların hâli bu memlekette ne olacak"a dönüştü.

O yüzden İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yayımladığı kıymetli kitaplar arasında yer alan 'Hayvan Hakları Tarihi ve Türkiye' kitabında Özgün Öztürk'ün şu girişi beni benden aldı:

"Hayvan korumacı bir büyüğüm bir gün demişti ki; 'Hayvana zarar veren birini gördüğünde 'İnşallah hayvan sever olursun' diye beddua et. Böylece o insan için hayat müthiş acı dolu olur."

Bu tam olarak böyle gerçekten. Behzat Ç. izliyorsun, daha ilk kareden kedinin tadı yok mamasını yemiyor, anlıyorsun bir drama bekliyor, senin de tadın kaçıyor, onu öldüren öldürülünce bir oh çekiyorsun, sabah çayını demledin keyifle oturuyorsun masaya şöyle bir tweetlere bakayım diyorsun hop 'Masum Gözler'de terk edilmiş, küskün bakışlı gözler gözlerinin içine bakıyor yudumlar boğazına diziliyor, bayıldığım kar yağacak diye ödüm kopuyor, otoyolda aç susuz gezen köpekler, sokak aralarında yeni doğmuş kediler gözünün, gönlünün ulaştığı her yerde onlar, algıda seçicilik mi?

Çünkü çoğunluk için onlar görünmezler, durakta yaşlı köpekler aç ve soğuktan donmuş yatıyorlar, elindekini iştahla yiyen, atkısını sıkıca boynuna sarmış insanlar onları görmüyor. Görünmezler sanki.

Haa burada sıralama devreye giriyor tabii: 'Önce insan diyorum ben'ciler..

Olayı güçler sıralamasına indirgeyenler, kainatın insan için yaratıldığını varsayanlar, kainata insanın milyonlarca yıl sonra ve henüz netleşmemiş bir işlev ile gönderildiğini bilmeyenler.

Yine Öztürk'ün çok güzel anlattığı gibi hayvanlar sadece insan olabilmemiz için gerekli değil, onlara ihtiyacımız da var:

"Bazı insanların inatla anlamadığı sokakların da bir 'habitat'ı olduğudur. Bunu sona erdirmeye çalışmak, yani sokakta olmasınlar demek, bence insana yapılan en büyük kötülüktür. Çünkü sokakların, şehirlerin habitatı içinde de tüm hayvanların bir rolü, önemli bir yeri vardır. Sadece insan seviyorsanız dahi o habitata dokunmamanız gerekir.

Her sokağın kendi habitatı vardır, bu habitatta yaşayan sakinleri vardır. Sokaklar insanlar dışında kedi, köpek, fare, böcek vb. hayvanları barındırır. Ve bu farkında olmadığımız ya da bizi pek rahatsız eden sakinleri bize hizmet ederler. Bazen bazı belediyelerden fazla hem de!.. Şehirlerimizin farkında olmadığımız doğal dengeleyicileridir onlar. Bir sokakta kedileri toplayın bakalım neler oluyor? Nasıl fareli köye dönüşüveriyor mahalleniz, görün ondan sonra."

"Hayvan Hakları Tarihi ve Türkiye'de"in önsözünde Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aşkın Yaşar şöyle diyor:

"Tarihsel süreçte bir tarafta 'bazen insanlığın gelişimi için bazen de hayvanların sağlığı için' denilerek deneylere tabii tutulan, zaman zaman işkence gören, eziyet edilen, toplu katliamlara uğrayan, diğer tarafta ise sevgi ve merhamet gösterilen insanların evlerini, yataklarını hatta samimi duygularını paylaştıkları hayvanların insanla olan birlikteliğini tarafsız biçimde ortaya koymak çok da kolay değildir.

İnsan - hayvan ilişkisinin mağara döneminde başlayan 'saygı eksenli' ilk kıvılcımları zamanla 'insan merkezci' bir anlayışa ve ilerleyen süreçte ise 'hayvanların moral statüleri' yani etik ya da ahlaki durumlarıyla ilgili ilk düşüncelerin ortaya çıkmasına kadar ilerlemiş, günümüzde ise 'Hayvanların da hakları var' kabulüne evrilmiştir."

İnsan merkezci evet ama bence pek evrilmedik (Batı'daki toplu katliamlar, sahiplenilmeyen hayvanların uyutulması gibi müdahale edemeyeceğimiz durumlar bir yana). Hayırsız ada hatırlanır ama çoğumuz 12 Eylül'de köpeklerin yediği darbeyi (malum kendi derdimize düşmüştük) hatırlamıyoruz. Darbecilerin Belediye Başkanı yaptığı Abdullah Tırtıl'ın gazetelerin sorumsuz kuduz haberlerini referans alıp nasıl bir hayvan zehirleme hareketine giriştiğini, buna panik olan hayvan sahiplerinin bile katıldığını…

Tırtıl'ın ardından İstanbul Belediye Başkanı seçilen Bedrettin Dalan'ın hayvan severlere kızıp "Güney Köre'den turist getirtip sokak köpeklerinin hepsini yedirteceğim" deyip sokak hayvanlarını öldürttüğünü unuttuk mesela.

Bireysel / toplumsal algıya hiç girmiyorum, çıkamayız zira, damadının kaz ile cinsel ilişkiye girdiğini anlayan adamın acıdan paytak paytak yürüyen kazı öldürüp 'namusumu temizledim' dediği ülke burası. Canım kazın hesabı sorulmadı bile...

Hayvan hakları derken "hak" terimi ne kadar doğru?

Jacques Derrida, hayvan hakları söylemine son derece ihtiyatlı yaklaşarak, hakkın hayvan için uygun bir kavram olup olmadığını sorgulamıştı. Malum 'hak' terimi son derece insan merkezci, ona göre hayvan meselesini düşünmek bir çok kavramı tekrar düşünmeyi gerektirir.

Derrida kedisinin karşısında soyunamayacak seviyeye gelecek kadar işi abartmış olabilir ama kendimize hak gördüklerimizi düşünmek için daha fazla gecikmesek fena olmaz.

Tom Reagan ile hayvan özgürlüğü hareketinin önemli temsilcilerinden Avustralyalı düşünür Peter Singer şöyle diyor:

"Biz siyahi özgürlüğe, eşcinsel özgürlüğe ve çeşitli diğer hareketlere aşinayız. Kadınların kurtuluşu ile bazıları yolun sonuna geldiğimizi düşündü. Cinsiyete dayalı ayrımcılığın, evrensel olarak kabul edilen ve hilesiz uygulanan son ayrımcılık biçimi olduğu söylenmiştir."

Singer'a göre bir insanın temel çıkarlarının ihlal edilmesinin, insan olmayan bir canlının temel çıkarlarının ihlal edilmesinden ahlaki açıdan herhangi bir şekilde farklı olduğunu varsaymak için hiçbir neden yok.

Hayvanların bilimsel araştırmada vahşice kullanımını Singer'ın 'manifesto' niteliğindeki kitaplarından sonra tartışmaya açıldı. Singer özellikle hayvan hakları talep etmenin 'hayvan sevgisi ' ile ilgisi olmadığına dikkat çekerek, haklar meselesinin beğeniler ve beğenilmemeler alanı değil, eşitlik alanı olduğunu söyleyerek önemli bir gerçeği dillendiriyor.

Yine Singer'a göre hayvanların gıda olarak tüketilmesi için fabrika çiftliklerinde çektikleri acı, insanların bu hayvanları yerken aldıkları hazla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür.

Avustralyalı düşünür, dayatmacılığa da düşmüyor ve sağlık ve zorunlu durumlar için yeşil ışık yakıyor.

Yani hayvan hakları meselesi zannedildiği gibi 'sevgiye dayalı değil, ahlaki bir mesele.

Dedim ya bir kere havyanı sevmeye gör acıdan kurtulamazsın, şimdi yüzü olan bir şeyi yemek beni acayip üzüyor, oysa nasıl elde edildikleri bilmediğim yıllarda kaz ciğeri favori yiyeceklerim arasındaydı, cehalet işte, bilmeden yapmak caiz midir hocam?

Sokak hayvanları için yapılabilecekler

Tabii ki enseyi karartmamak lazım, birlikte yaşadığımız canlara duyarlılık her geçen gün artıyor (sanki), hayvanlarla ilgili filimler, kitaplar da öyle, evine köpek, kedi alanların sayısı da...

Bu aşamada en büyük görev devlete ve belediyelere düşüyor, usulsüz toplamaların, götürülen hayvanların geri getirilmemesinin durdurulması gerekiyor.

Ülke çapında kısırlaştırmanın gerçekleştirilmesi ve kısırlaştırılanların kendi ortamlarına bırakılmaları gerekiyor, çöplüklere, ormanlara terk edilmeleri değil.

Koca İstanbul'da yatılı hizmet veren çok az barınak var, tüm belediyelerin elini taşın altına koyması gerekiyor.

Barınakların ısıtma sistemleri yok, hayvanlar işkence tabutluklarında gibi tutuluyor, buna gerçekten son vermek gerekiyor, onların acıları tüm şehrin semalarını karartıyor.

Sokaklarda su ve mama kaplarının kağıt toplayıcılarının alamayacağı şekilde sabit olması ve su ve mamalarının bırakılması gerekiyor.

Hayvan hakları dernekleri ve gönüllüler ile işbirliği şart, ormanlar aç hayvanlar ile dolu ve oraya sadece gönüllüler gidiyor. Beykoz ormanında köpeklerden kaçan bir kedinin ağaçtan inmesi için nöbetleşe iki gün bekleyen kadınlar var, ormanı avuçlarının içi gibi biliyorlar artık ama ne sayıları ne paraları yetiyor.

Sanat da onlarsız olmuyor

Söylemesi bile fazla hayvan sevgisi sanatçıların yaşamında da yapıtlarında da çok yer aldı, almaya da devam edecek, onlar arasından seçmek tabii ki çok zor ama gönlüm Sezai Karakoç'un kartalına kaydı, sahi kartal yukarıdan bakınca nasıl görüyor aşağıda yaşananları? (…):

"Yeryüzü küçük, alçak, pürüzlü şeydi; hele insan, insanlar: yeryüzünün en aşağılık varlığı değil mi? yeryüzündeki bütün canlılar alçakgönüllüydü, insan denen yaratık hariç elbette. İnsan, çok güçlüydü; akıl almaz büyüklükteydi: insan çok iri, yüzlerce kartalın bir araya gelmesinden doğacak büyüklükte, bir kabuk, bir gömlek edinmişti. Bu çirkin nesneye, korkunç gürültülü insan kabuğuna karşı bir şey yapamaz oldu kartallar, ve fakat insanoğlu, kartalın gözünde bir hiçti. İnsanın ne değeri vardı? Bütünüyle insanın yaşadığı kentler, koku içindeydiler. İnsan, koku içindeydi. İnsan kokuyu icat etmiş ve icat ettiği kokunun içinde fena halde boğuluyordu. ancak, insanın ulaşamadığı yerler temizdi, tertemizdi. gökyüzü temizdi, güneş tertemizdi, çünkü insan, ulaşamadığı bu yerleri kirletemiyordu. Kartal, kartallar, güneşle konuşuyor, anlaşıyorlardı. kartal, çok yükseğe çıkmağa kalkınca, güneş tarafından uyarılıyor, o zaman bütün kartallar kendi gölgeliklerine çekiliyorlardı…

Kartal uyandığından beri genzini yakan şeyi fark etti. Bir duman sarmıştı her şeyi, simsiyah, pis kokulu, soluk kesici bir duman. Bu insanın işiydi. İnsan, bu kez, fethedemediği gökyüzünü kirletmek, çürütmek, kokuyla yaşanmaz kılıyordu. Temiz havanın, düşmanı olan insandı bu.

Kartal güneşe uçmak istedi. Altın güneşti kurtaracak olan dağılmış olan aklını toparlardı kartal, gönlünü, ruhunu, gözünün kuvvetini güneşi görmek, güneşe uçmak için topladı. 'bari güneşi görerek öleyim'…

Ölümün pençesi, kartalı boynundan yakaladı, güneşti bu. Güneş deviniyordu, insana rağmen. hayat devam ediyordu…'' (Sezai Karakoç - Hikâyeler)

Varlıkları birbirine bağlayan evrensel nefesin sunduğu harika ve acı gösterinin bir parçası da hayvanlar.

Küstah, geveze, saplantılı ve şiddet üreticisiyiz, gezegendeki her şeyi ve hayvanları kurban olarak gören türümüz giderek artan bir bedel ödemek zorunda kalıyor.

Mevcut dünya aşk'ı giderek bağımlılık olarak görürken onlar aşk'ı doyasıya yaşıyorlar, politik doğruculuğa falan sapmadan, öylesine doğal, öylesine güzel olarak…

Bu aşka sahip çıkalım, yerel yönetimleri dürtelim.

Yazarın Diğer Yazıları

"Aşk uğruna yaptıklarımdan pişman değilim"

Eski başkan yardımcısı Rockfeller aniden öldüğünde yanında olan gazeteci kadın 1979’dan beri devam eden suskunluğuna ölürken son verdi

Edebiyat hâlâ var ve Kore’de oturuyor

Nobel Barış Ödülü, İsveç değil Norveç Komitesi tarafından veriliyor. 1897’den bu yana 19 kez ödül verilmedi, çoğu savaş yılları olduğu içindi. Şimdilerde sadece Nobel’in önemine dair değil, barışın varlığı konusunda da şüpheler var

Özgürlüğün simgesi BB, 32 yıldır Le-Pen‘in danışmanı d’Ormale ile evli

Brigitte Bardot ve Sofia Loren, geçen günlerde 90. yaşına bastı. BB uzun yılardır Le Pen’e verdiği destek ile tepki çekerken, ‘mazbut’ Loren 2020 yılında Senegalli genç bir mülteciye kucak açan ‘Önümüzdeki Hayat‘ta hem oynadı hem yönetti

"
"