01 Şubat 2024

Sinemamızda çok farklı ve çok hüzünlü bir aşk filmi

Murat Şeker doğrusu özgün bir filme imza atmış. Ali Tanrıverdi’yle birlikte kotardıkları senaryo da sağlam

AŞK MEVSİMİ    

X  X  X

Yönetmen: Murat Şeker
Senaryo: Ali Tanrıverdi, Murat Şeker
Görüntü: Tufan Kılınç
Müzik: Serhat Ersöz
Oyuncular: Dilan Çiçek Deniz, Cem Yiğit Üzümoğlu, Duygu Sarışın, Hakan Bilgin, Fırat Tanış, Ertuğrul Postoğlu, Lila Gürmen, Mert Asutay, Perihan Savaş, Çiçek Dilligil, Murat Karasu

SugarWorkz yapımı, 2024

İşte son dönemde birden büyük atılım yapan Türk filmlerinden yeni bir örnek daha... Ama bu kez komedi değil; daha çok bir aşk filmi. Kusurları bol; özellikle de aşırı uzun olması. Ama yine de değişik bir aşk filmi bu. Ve temel duygusu hüzün.... Ki örneğin Edip Cansever’i hatırlamanın tam sırası:

 Bir hüzün kaç kişinin hüznü olurdu
Çıkarsak toplamak yerine
Her hüzün başka türlü olurdu
Ne yaparsan yap saati kurma
Öyle dağıldık ki hepimiz
Her günün geçmesi bir gerçek oluyor
Seninle her uzaklık gibi böyle..

Film birleşmek, evlenmek ve  yuva kurmak için her şeyleri olan ve birbirlerine son derece yakışan iki genç insanın bunu  bir türlü başaramamasının öyküsü...Öyle klasik Yeşilçam (hatta Hollywood) filmleri gibi mutlaka ‘happy end- mutlu son’ beklemeyin...Ama yine de böylesine ustaca seyircisini üzmenin bir ödülü olmalı. O da bu filmi (bence) mutlaka izlemeniz olabilir!...

Ali Yaman ve Şirin, ailelerinin yazlarını geçirdiği  Bozcaada’da ilk kez tanışırlar. Ali Yaman oldukça mahcup, birkaç kilosu fazla, güleryüzlü bir delikanlıdırŞirin’se yine çok sempatiktir; ama bir kusuru (eğer kusur denirse) bir  meslek sahibi olmak ve alanında yükselmek tutkusudur. Geç gelen bir jenerikten sonra, İstanbul’da bir düğünde karşılaşırlar. Ama o kalabalıktan kaçıp Boğaz kıyılarında dolaşır, derin İstanbul’un tipik mahallelerini ve eşsiz güzelliklerini keşfederler.

Bu arada Şirin asıl ilgisi olan ressamlığı sürdürür; kişisel bir sergi açar. Bu Şirin Samatyalı sergisi ona yeni ufuklar açacaktır. Arada Yerebatan sarayında da sergi açar. O sıralarda Ali Yaman da sigortacılıkta uğraşmayı dener.                                                                                                                             

Ama en önemlisi şudur: bu iki insan, aslında birbirlerini  gerçekten çok, ama çok sevseler de, bir türlü birleşemezler. Asıl kabahat- en azından biz erkeklere göre- kadındadır: bir türlü alçakgönülllükle kendisine altın bir tepsi içinde sunulan o sımsıcak yüreği göremez; o derin aşkı kabullenemez. Bir ara ikisinden birisi “Keşke 18 yaşındayken evlenseydik” der. Keşke...Ama o yaş çoktan geçmiş, fırsat kaçmıştır.! Romeo ve Jülyet  bile sevgiye ulaşmada bunlar kadar geç kalmamıştır...Ya da, Doğu sanatına bakarsak, Leyla ile Mecnun’un kavuşması da bu denli güç olmamıştır.

Filmi bence aşırı uzun. İki saati biraz aşıyor. Ve yer yer de biraz tavsıyor. O hiç yenmeyen yemeklerle dolu masalar; zaman zaman çok yakından çekilmiş, sanki kahramanın içine girmeye çabalayan görüntüler, filme görsel özellikler katıyor. Türk çinileriyle kaplı odalardaki çekimler de öyle...Tam bir obsession- saplantıya dönüşmüş bu sevginin mutlu biçimde sonuçlanması, seyircide gerçek bir arzu haline geliyor. Ama, ah bu senaristler!.. Seyirci isteklerine kulak asmazlar ki!...

Film bence lineaire- çizgisel olarak değil, daha çok mozaik biçiminde anlatılmış. Yer yer eskiye gidip gelme olayı da dikkat çekiyor. Tam yerinde gelen şarkıların etkisi olumlu  Ama belki en  önemlisi o yine Bozcaada’da gelen final. Sinemada finali en hüzünlü olan filmlerden biri bu...Giderseniz göreceğiniz gibi...

Murat Şeker doğrusu özgün bir filme imza atmış. Ali Tanrıverdi’yle birlikte kotardıkları senaryo da sağlam. Baş rollerde Şirin ve Ali Yaman’ı canlandıran Dilan Çiçek Deniz, ve Cem Yiğit Üzümoğlu’nu gerçekten beğendim.  Sevilen oyuncular Perihan Savaş ve Fırat Tanış kısa rollerde pırıldıyorlar. Ve tüm kadro ekranı yeterince dolduruyor.

İşte sizlere olabildiğince objektif (tarafsız) kalmaya çalışarak yazdığım bir  eleştiri. Sinemamızın MGM aslanı gibi kükremeye başladığı şu günlerde görülmesi gereken filmlerden biri de işte bu...


 YARIN: ÖĞRETMENLER GÜNÜ

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"