14 Ağustos 2023

Pembe pembe, gönlüm sende!...

Bir başyapıt mı; herkesin görmesi gereken bir film mi?

BARBİE

X X X

Yönetmen: Greta Gerwig
Senaryo: Greta Gerwick, Noah Baumbach
Görüntü: Rodrigo Prieto
Müzik: Mark Ronson, Andrew Wyatt
Oyuncular: Margot Robbins, Ryan Gosling, Will Ferrell, Kate McKinnon, İssa Rae, Emma Mackey, America Ferrera, Alexandra Ship, Dua Lipa, Simu Liu, Kingsley Ben-Adir, Nicuti Gatwa, John Cena, Michael Cera, Helen Mirren (sesini veren olarak)

Warner Bros filmi, 2023

2023 yazının en çok beklenen filmlerinden biri olan "Barbie" filmini sonunda tatilimi geçirdiğim Mudanya-Bursa'nın dev AVM'lerinden biri olan Korupark'ın konforlu salonlarından birinde görebildim. Ve Oppenheimer'le birlikte hâlâ tartışılan ve tüm bir sinema sezonuna damgasını vuran bu filmi biraz geç de olsa yazmak istedim. 

Barbie aslında sinemada daha önce de çok kullanılmış bir kadın figürü. 2001'deki Barbie and the Nutcracker'le başlayıp bu filme dek 43 sinema, TV veya video filmi çekilmiş!... Bu kahramanı sinemada yaratan ve filmde de bol bol adı geçen Mattel firması bu proje üzerinde uzun zaman çalışmış; şimdiye kadar yapılmış en iddialı Barbie öyküsünü anlatmak için... Margot Robbie'nin önce yapımcılığı, sonra baş rolü üstlenmesiyle ve yönetmenliği özellikle "Lady Bird" ve "Little Women" filmleriyle sevilmiş Greta Gerwig'in yüklenmesiyle, proje hayata geçirilmiş. Gerwig'in senaryoyu birlikte kaleme aldığı sinemacı ve hayat eşi Noah Baumbach'ın da büyük katkısıyla bu fenomen film ortaya çıkmış.

Filmin açılış sahnesi, Stanley Kubrick'in "200: A Space Odyssey" filminden esinlenmiş gibi duran bir sahneyle açılıyor. Gerçi maymun adamlar yok, ama birçok küçük kız havada döndürdükleri oyuncak bebekleriyle oynarken, birden bir insan boyunda olan bir oyuncak beliriyor. Ve kahramanımız Barbie'yi tanıyoruz. O son derece güçlü bir kadındır. Kimsenin bebeği değildir, kimseye annelik de etmeye niyeti yoktur. Ferah bir evi, lüks bir arabası, bol parası vardır. Erkek arkadaşı, kendisine sırılsıklam aşık gözüken, ama özellikle filmin ortalarına doğru biraz şeytani bir pozisyon alan yakışıklı Ken ise sanki sadece onun için yaratılmış, o isteyince var olan pasif bir figürdür. Ki Ken sonunda filmin en önemli kişiliklerinden birine dönüşecektir. Belki gerçek ve büyük bir aşkın yanından beceksizce geçip giderek...

Böylece ortaya sadece Barbie değil, birçok hanım arkadaşı da çıkar. Hepsi de Barbie adını taşıyan... Ve aralarında hayli şişmanları da olan... (Böylece bu 'kadınlar alemi'nin illa da güzel ve formda dişilerden ibaret olmadığına işaret edilir). Herbirinin bir işi, bir mesleği vardır: Doktor, fizikçi, dansçı... Film bir masaldan yola çıkarak sanki çağdaş bir feminizmin dünyasını yaratır. Bu dünyada elbette erkekler de vardır. Ama ne sayısal olarak, ne de nitelik, erdem ve marifet olarak Barbie'lerle aşık atamazlar!... Ve filmin deyim yerindeyse figüranları olarak kalırlar. Bu arada hikayenin en olgun ve yapıcı sözlerinin bir siyahi Barbie'nin ağzından çıkan 'nutuk özetleri' olduğunu da hatırlatayım. 

Filmin hem tematik, hem görsel olarak çeşitli özellikleri var. Ana tema olarak bir yandan kadınların dünyasına ciddi bir bakış atarken, erkeklerin alemine de uzanması. Bir yandan sırf erkeklerin çalıştığı/çalıştırıldığı büyük kurumlar (başta hem kendisini -yani Barbie efsanesini- yaratan, ama öte yandan yalnızca erkek çalıştıran Mattell şirketi. Ki patronda benzersiz parlak oyuncu Will Farrell etkileyici bir yan karaktere dönüşüyor.

Aynı biçimde, erkekler dünyasına da hem alaycı, hem seksüel bir bakış atılıyor. Erkeklerin danstan savaşa birçok sahnede kendine özgü bir cinsellikleri olduğu seziliyor. O tam 12 erkeğin birlikteki bisiklet sahnesi de çok ilginç.

Film içinde animasyon sahneleri de barındırıyor. Az, ama öz biçimde... Hele renk kullanımı tam bir rüya gibi... Egemen renkler elbette pembe... Öyle ki bizim "pembe pembe/ gönlüm sende" deyimini hatırlamamak mümkün değil... Elbette başka renkler de var: özellikle mavi ve sarı gibi... Ama pembe kesinlikle egemen... Hele o pespembe bir arabayla yolculuk... (Ki orada da arabanın aniden devrilmesi bir kazaya bile korku değil, sempati kazandırıyor!)

Filmin güzel dans sahneleri ve hoş bir müziği de var. Özellikle Ken'in söylediği iki şarkı (bilmiyorum, bunları Ryan Gosling kendi sesiyle mi söyledi!). Bu arada hemen tüm erkeklerin de Ken adını taşıdıklarını belirteyim: bir yan öge olarak... Arada şöyle bir geçen Marlon Brando (Baba filmi) veya Sylvester Stallone görüntüleri anlık birer sürpriz. Tıpkı devasa bir diş fırçası, ortalığa pisleyen mekanik köpek sahneleri vb. gibi...

Oyunculara gelince... Margot Robbie ekrana parlak bir dönüş yapıyor. 33 yaşındaki Avustralya kökenli oyuncunun Oscar ve Altın Küre adaylıkları var. Bu filmde o enfes yeşil gözleriyle bize Grace Kelly, Melina Mercouri, Lauren Bacall, Anita Ekberg gibi cazibeli yıldızları düşündürdü. Bana biraz da yakın dost Emel Seçen'i... (Onu tanıyan tanır!)... Ken'de Ryan , Tuhaf Barbie'de Kate McKinnon, Mattel şirketinin başındaki eksantrik patronda özlediğimiz komedyen Will Ferrell de çok iyiler. America Ferrera, Dua Lipa, Michael Cera gibi oyuncular da harika. Finaldeki bizi Barbie efsanesinin başlarına götüren 'yaşlı kadın' sahnesine de dikkat lütfen. Tüm masalın yola çıkışı orada yatıyor.

Peki sonuç ne? Bir başyapıt mı; herkesin görmesi gereken bir film mi? Doğrusu bu denli övecek değilim. Ama bunca değişik faktörü, çeşitli türleri, çok değişik yaklaşımları ustaca bir araya getiren, sinemada fark ettiğim gibi hemen yalnız kadın ve kızları çekerek salonları doldurmayı başaran bir filmi de küçük görebilir miyiz? Bu başarının biz dahil tüm ülkelerde elde edildiğini de hatırlatayım.

Tüm bunlar bir yana, bizlere özellikle çağdaş ve özgün bir feminizm yönünde yepyeni kapılar açan bir film, kadın-erkek herkesin ilgisini hak etmiyor mu? Tam bu yazıyı bitirirken Kanal D ekranında tüm dünyada başlayan "Barbie'ye benzeme" merakının bize de ulaştığı ve birçok kadının bunun için Barbie'ye (yani Margot Robbie'ye) benzemek amacıyla doktorlara başvurduğu haberi çıkmaz mı? Buyrun burdan yakın!...

Ama daha iyisi de var. Bülent Ersoy abla da Çanakkale konserinde tam 3 saat boyunca sahnede yerli yapım bir Barbie kostümüyle kıyameti koparmasın mı? Anlaşılan bu iş daha bitmedi...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"