JOKER: İKİLİ DELİLİK
X X X
(Joker: Folie A Deux)
Yönetim ve senaryo: Todd Phillips Senaryo: Scott Silver, Todd Phillips, Bob Kane Görüntü: Lawrence Cher Müzik: Hildur Guona Dottir Oyuncular: Joaquin Phoenix, Lady Gaga, Zazie Beets, Brendan Gleeson, Catherine Keener, Harry Lawtey, Steve Coogan, Jacob Lofland, Gatten Griffith, Mac Brandt, Tim Dillon
Warner Bros yapımı, 2024
|
ABD, bir diğer deyimle Hollywood, sinemayı ilk keşfeden Fransızların tersine, sinemayı en görkemli, en popüler sanat haline getirmeyi başarmış ülkedir. Yani kısaca Yedinci Sanat... Bunda tür sinemasına bel bağlaması, bunların arasında zihni, hayal gücünü, yaşlara göre çekiciliği olan türlere özellikle önem vermesi rol oynamıştır. Bunların arasında western gibi çok tipik bir Amerikan janrı olduğu kadar, kimileri çok öncesinden, Avrupa sineması ve de edebiyatından gelen türler de sayılabilir. Fantastik, korku-gerilim, kara komedi, müzikal vs gibi.
İşte bu haftanın en önemli (ya da tek önemli) filmi olan Joker: İki Delilik (Dikkat: asıl adı da Fransızca Joker: Folie A Deux) buna bir örnek. Yine bir ABD buluşu olan çizgi-roman uyarlamalarından olan Batman’ın ilk filmlerinde, bu buluşun yaratıcısı Bob Kane’in (bu filmin de jeneriğinde önlerde) hayalinden çıkmış Joker’ler vardı. İlkinde Jack Nicholson’un oynadığı...Ardından 2008’deki The Dark Knight geldi. Onun Joker’i ise kırılgan yapılı Heath Ledger’dı ve filmden hemen sonra ölüp gitti. Ardından Suicide’de (2016) Jared Leto bu kimliği yüklendi.
Sonrasında üst üste iki filmde ayni aktör, Joaquin Phoenix bu rolde perdeye geldi. Birçok eleştirmene göre “ilk defa solo olarak gözüken Joker’ler çok daha başarılıydılar."
Ve yine ilk kez yönetmenliği yüklenen Todd Phillips de işin altından iyi kalkmıştı. O filmi çok beğenmiş ve X X X X vermiştim. (Eleştirisi Hayatımızı Değiştiren Filmler- 2015/2020 kitabımda). Ve 2019’daki versiyonla Phoenix, Oscar’a uzanmayı da başardı. İşte şimdi bu yeni filme bakalım.
Film 5 dakikalık bir animasyon bölümüyle açılıyor. Bir tür bize Joker’i haberleyen... Hemen ardından hapiste yatan eski deyimiyle kadidi çıkmış, yani iğne ipliğe dönmüş bir adam tanıyoruz. Arthur Fleck...Ve onun işlediği suçlar nedeniyle (tam 5, hatta annesini de eklerseniz 6 kişiye kıymıştır!) Gotham City’de (New York’un masalsı adı) yargılanmayı beklediğini anlıyoruz. Gardiyanlar ona en acımasız biçimde davranırlar. Arkham devlet hastanesinin doktorları da öyle...
Asıl tema belki de şudur: Arthur Fleck tam anlamıyla iki yüzlü bir adamdır. Sanki korku klasiği Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi... O sanki kötülükle iyilik arasında sıkışıp kalmıştır. Ağzından sigarayı hiç düşürmez; göz yaşlarından birden ani kahkahalara geçebilir. Yargılandığı mahkeme çok insancıl davranarak, onu istediği zaman yüzündeki ürkünç makyajla (yani tam bir Joker olarak) mahkeme salonuna gelmesine izin verir.
Ama hastanedeki kadınlar bölümünden geçerken, Fleck bir kadınla kesişir. Karşılıklı olarak... Bu en az onun kadar tuhaf bir kimlik taşıyan Harley Lee Quinzel’dir. Ve bu gerçek anlamda bir yıldırım aşkıdır. İkisinin de hayatını değiştirecek olan... Lee Quinzel ayrıca onun içinde yatan müzik tutkusunu da depreştirir ve o andan itibaren ikili mümkün olan heryerde -kapalı mekân veya kalabalık caddelerde- birlikte şarkı söylemeye başlarlar. Her ne kadar Arthur Fleck’in berbat bir sesi varsa da!...
Filmin temel bir özelliği baş kahramanların önceki filmlerde olduğu gibi üstün-insan değil, gerçek kişileri oynamasıdır. Bir başkası çok sık müziğe ve müzikal bir atmosfere dönüşmesidir elbette... Bir yerde bir zamanların dans kralı Fred Astaire’den bir sahne gözükür!.. Tüm bir koğuş şarkı söyler: Lee hanım da şarkı söylemeden duramadığı için... İki çılgın insanın görkemli birleşmesidir bu... İyi şeyler getirir: Öncelikle güzel şarkılar. For Once İn My Life, When The Saints Go Marching İn, bir yerde birden benim tüylerimi ürperten (çünkü belki en favori şarkımdır) Ne Me Quitte Pas (Jacques Brel) şarkısının İngilizcesi İf You Go Away’le...
Ama Harvey Quinzel Hanım tuhaf bir Lady’dir. Bir yerde bir yangın çıkarır ve kıyamet kopar. Bu adama öylesine tutulmuştur ki... Birlikte kaçmayı bile planlarlar. Harvey’in sık sık yinelediği “Birlikte bir dağ inşa edeceğiz” sözüne uyarak... Hatta bir ara parlak bir düğünle evlenirler. Ama bunun bir hayal olduğu hemen anlaşılır. Öte yandan, Arthur Fleck sanki bir stand-up komedyen veya bir parti palyaçosudur. Ama onu bekleyen adaletten, giderek asıl kişiliğinin Joker mi (bu ad aynı zamanda Şakacı anlamına da gelir!), yoksa Arthur Fleck mi olduğunu araştıran mahkemenin elinden kurtulacak gibi değildir. Bu arada onu savunanlar da vardır: başta avukatı olmak üzere...Ya da bu karmaşık kimliğinden hoşlanan sokaktaki adamlar...
Arada Arthur daha yedi yaşında uğradığı saldırıları anımsar. Ve sonra da işlediği cinayetleri...Vicdan azabı filmin ana temalarından biridir. Ama final yaklaştıkça, şiddet de artar. Arthur kendisini müthiş bir patlamayla yerde bulur. Ama o bir yedi canlı olabilir mi?
Filmin sonu son derece romantik biçimde gelir. Alabildiğine dramatik yetmez, buna belki çifte-dramatik demek gerekebilir. Kimileri gerçekten çok hayal ürünü olabilecek (hatta kesin öyle olan) sahneleriyle, bu son derece kendine özgü bir filmdir. Aşırı uzun olabilir. Kimi bölümleri biraz sıkıcı gözükebilir. Ama sonuç olarak gerçek sinefiller bence kaçırmamalı.
Oyunculara gelince… Joaquin Phoenix bu zor rolün altından çok iyi kalkmış. Artık çirkinliğini bir avantaj gibi kullanmayı bilerek... Aslında 5 kardeşmişler. Ben çok yakışıklı, melek yüzlü kardeşi River Phoenix’i hatırlıyorum: 1993 yılında, daha 23 yaşındayken ölüp gitmişti. Kader!... Birkaç filmde sıra dışı rollerle yükselen Lady Gaga’yı da ben çok iyi buldum. Oyunu ve de sesiyle... Sinema tarihinin en tuhaf ikililerinden birini oluşturdular. Kadın avukatta Catherine Keener, genç Sophie’de Zazie Beetz, yargıçta Brendan Gleeson da anılmaya değer.
Not: Bu hafta sonu yeni kitabımla ilgili iki etkinliğe katılacağım. Cuma akşamı Ataşehir Belediyesi'nin Mustafa Saffet Kültür Merkezi’nde saat 19.30’da Elif Hopyar’ın organize ettiği bir konuşma ve imza var. Cumartesi günüyse Beyoğlu Tünel’de, tünelin hemen girişindeki Metro Han’da saat 18.00’de yapılacak. Okurlarımı bekliyor olacağım.
Atilla Dorsay kimdir?
Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.
10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.
Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.
Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.
1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.
Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.
Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.
Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.
Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.
Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.
TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.
Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".
Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.
Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.
Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.
Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.
Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."
|