22 Ocak 2022

Orta Doğu ne zaman belalardan kurtulup çağdaşlaşacak?

"Sonunda yaşayabilmek için ölmem gerekiyordu" deyişi ne ifade etmektedir?

DERİSİNİ SATAN ADAM

X X X

(The Man Who Sold his Skin)

Yönetim ve senaryo: Kaouther Ben Hania
Görüntü: Christopher Aoun
Müzik: Amin Bouhafa
Oyuncular: Yahya Mahayni, Dea Leane, Koen de Bouw, Monica Bellucci, Saad Lotsan, Darina Al Joundi, Christian Vadim, Jan Dahdouh

Tunus filmi, 2021.

Digiturk'te gösterilen bu film birçok açıdan kendine özgü. Öncelikle bir Tunus filmi: Sinema dünyasına çok az film sunan gizemli bir ülke... Sonra bir kadın yönetmenin elinden çıkma ve kısmen gerçek bir olaya bol fantezi eklemiş. Ve nihayet sadece öykünün tuhaf boyutlarıyla değil, son dönemde tüm Orta Doğu ve Arap ülkelerine ve onların genel sorunlarına kapsayıcı bir bakışı var.

Oscar adayı olmuş film, 2011'in Suriye'sinde açılıyor. Genç Sam Ali, fiziğinden kişiliğine kimselere benzemeyen bir delikanlı, ülkedeki kargaşadan kurtulmak için, sevgilisi Abeer'le birlikte Lübnan'a kaçıyor. Oradan Belçika aracılığıyla Avrupa'ya kapağı atmak en büyük hayalleridir.

Bu arada ABD kökenli resim sanatçısı Jeffrey Godefroi ile tanışıyor. Adam bu gariban çocuğa ilgi duyuyor ve en çok 'arkasıyla ilgilendiğini' söylüyor. Delikanlı bunu eşcinsel bir öneri gibi görüyor ve pek şaşırmıyor. Ama sonra artistin onun sırtında istediği gibi dövme/resimler yaratmak istediği anlaşılıyor. Çalışmaları modern sanat çerçevesinde çok beğenilen ve iyi satılan birinden gelen bu öneri, herkesin dediği gibi bir büyük fırsattır. O da sırtını adama teslim ediyor.

Öte yandan, Abeer ailesinin zoruyla başka bir adamla tanışmış, çıkmış ve evlenmiştir. Böylece iki sevgilinin Lübnan yolunda trende yapılan teklifle ciddileşen evlenme niyeti artık mazi olmuştur. Sam Ali artık Belçika'ya yalnız gidecektir. Ama sırtında taşıdığı ve bir açıdan ünlü Schengen vizesini temsil eden paha biçilmez çizgilerin aslında özgürlüğüne bir düşman olduğunu sezdiğinde... Geriye, ülkesine dönmek iyi çözüm gibi gözükecektir. Ama ya bunun bedeli? 

Gördüğünüz gibi çok ilginç, çok özgün bir konu bu... Aslında gerçek bir olaydan esinlenmiş. Belçikalı Wim Delvoye adlı bir sanatçı kendi halindeki Tim Steiner'in sırtına özgün bir kocaman dövme yapmış ve sonradan adam, katıldığı birçok sergide sırf bunu göstererek büyük paralar almış (150 bin Euro'dan söz ediliyor!). Yazar-yönetmen Kaouther Ben Hania, filminin izlediği bu sergiden esinlendiğini açık biçimde söylüyor.

Nitekim filmde de kahramanımız önce bedenini sergiden sergiye taşıyor. Eleştirenlere "sırtımı veya popomu satmam sizi hiç ilgilendirmez!" diyerek... Ama çok öfkelendiği zaman kendi kendini dövdüğünde "sanat eserine zarar vermek" suçundan karakola götürülüyor!.. Brüksel'de sevgilisi Aleen'le yeniden ilişki kurarken, öte yandan "sırt ressamı"nın alımlı sekreterini (ki kendisini bir dönemin güzeller güzeli İtalyan dilberi Monica Bellucci oynuyor) bile geri çeviriyor. Ki sonraki kaderini en iyi Soraya (bizde dendiği gibi Süreyya) izleyecektir. 

Ama sanki vatan bambaşka bir şeydir. Bizzat Sam Ali şöyle der: "IŞİD öncesi Suriye ne güzeldi... Şimdi altı ayda bir durum değişiyor!" Buna rağmen ve kendi doğru teşhisine karşın, Sam Ali vatanına, Rakka kentine dönmeyi deneyecektir. Burada ne olup bittiği ise seyircinin yorumuna bırakılır. Acaba IŞİD ona sahip çıkarak derisini soymuş ve evrensel sanat pazarında dünyanın parasına satmış mıdır? Kendi ağzından işitilen "Sonunda yaşayabilmek için ölmem gerekiyordu" deyişi ne ifade etmektedir? 

Ve, en önemlisi: Acaba Orta Doğu ne zaman tam bir cehennem olmaktan kurtulacak, oranın sayısız ırktan insanları aralarında anlaşıp bir gerçek barış, diyalog, işbirliği dönemine ne zaman geçebilecektir?

Ve insanlar sırtlarında öylesine değerli resimler değil; ama taşıması son derece zor yükler de değil, sadece birey olmanın, çağdaş olmanın, vatandaş olmanın, özgür olmanın keyfini ve de sorumluluğunu taşıma fırsatını ne zaman bulacaklardır? İşte filmin asıl düşündürdükleri bunlar. Az şey mi?

Yazarın Diğer Yazıları

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

Bir sinema tutkulusunun ölümü ve düşündürdükleri

Ölüm ilanlarının dışında ne yazılı basında ne de TV’lerin kültür saatlerinde hiç anılmadı. Oysa kapsayıcı bir bakışla, bugün Yeşilçam öncesi, kendisi ve sonrasındaki onca filmin önemli bir bölümü, bugün Sami Şekeroğlu sayesinde bizim olmuştu

Görkemli bir mutfağın içerdikleri: Lezzetten ırkçılığa...

Film içerdiği ve kaderin bir araya getirdiği insanlar sayesinde görkemli bir ırklar, diller, kültürler çatışmasına dönüşüyor. Ve de yabancı göçmenlerin çektikleri... Biri bir ara “Ne olur, hepimize hayal kurma fırsatı verin” diyor. Ama bu kolay değildir elbette...

"
"