19 Mayıs 2023

Ölmeyen bir serinin son üçlemesine ilk adım

Hızla akıp giden, genelde klasik gözüken bir bakışın gerisinde öyle sahneler var ki parmak ısırtıyor ve kimi yerde neredeyse "işte sinema bu!" bile dedirtiyor

HIZLI VE ÖFKELİ 10

X X X

(Fast and Furious- 10/ Fast X)

Yönetmen: Louis Leterrier
Senaryo: Dan Mazeau, Justin Lin Görüntü: Stephen F. Windon
Müzik: Brian Tyler
Oyuncular: Vin Diesel, Jordana Brewster, Tyrese Gibson, Michelle Rodrİguez, Ludacris, Jason Statham, Rita Moreno, Hemen Mirren, Brie Larson, Charlize Theron, Alan Ritchson, Leo Abelo Perry, Nathalie Emmanuel, Scott Eastwood, Michael Rooker, Sung Kang

Universal filmi, 2023

Efsane tam 2001 yılında başlamıştı. O yılki ilk filmi (eleştirisi Hayatımızı Değiştiren Filmler/ 1995-2005 kitabımda bulunuyor) kendi adıma hiç sevmemiş ve X'le yetinmiştim. Kısa eleştirimde bunun tam bir 'gençlik filmi' olduğunu belirtmiş, 'rahatça izlenen, ama hemen unutulan bir film' olarak nitelemiştim. Oyunculardan da Vin Diesel, Michelle Rodriguez ve Johanna Brewster'i zikretmiştim.

Aradan geçen onca yılda belki seri daha iyileşmişti. Örneğin o kitaplarımın 2005-2015 arasını ele alan cildinde Hızlı ve Öfkeli-5'i çok daha sevmiş ve X X X vermiştim. Şöyle yazarak: "Aksiyon sinemasını küçük görebilirsiniz. Ama bir film, ne türden olursa olsun, olabilecek en iyi biçimde çekilmiş ve tüm vaadlerini yerine getiren bir filmse, bence saygıyı hak eder. Bunda da öyle oluyor. Aksiyon öylesine parlak ve gösterişli ki..." Arada yönetmenliği çokluk Justin Lin yüklenmiş, başta Vin Diesel ana kadro da korunmuştu.

Seri tutmuş olmalı ki devam etti. Hepsini değilse de kimilerini görüp yazmıştım. Örneğin 7. bölümü... Ve yine X X X vererek... Yine değişen bir yönetmen (bu kez James Wan), başta Diesel aynı temel kadro. Arada birkaç yeni isim daha... Ve bunlardan biri, hayli sevilen Paul Walker 2013'de 40 yaşındayken, bir kazaya kurban gidip ölecekti.

Ve işte karşınızda tam 10. bölüm. Serilerde sanırım bir rekor... Bu da aksiyonun belki en çekici, en çok seyirci toplayan sinema türü olduğunu göstermiyor mu?

Bu kez birçok şey artmış, çoğalmış, genişlemiş. Süresi ilk kez 140 dakikaya çıkmış. Aksiyon gerçekten de zirveye tırmanmış. Ve hızla akıp giden, genelde klasik gözüken bir bakışın gerisinde öyle sahneler var ki parmak ısırtıyor ve kimi yerde neredeyse "işte sinema bu!" bile dedirtiyor.

10 yıl öncesinde başlıyor film. Gözde mekanlarından L. A. yani Melekler Şehri Los Angeles'te... (Geçri bu kez mekanları öylesine çoğalacaktır ki!) Bir baba-oğulun ilişkisini ve adamın oğluna aynen şöyle dediğini duyarız: "Düşmanını sakın öldürme, acı çektir. Çok daha iyidir böylesi."

Ve orada inanılması zor bir soygun sahnesi izleriz. Bir binadaki dev kasayı bir büyük kamyona bağlayarak ve çekip götürerek yapılan bir soygun. Öylesine çılgın bir tempoyla sürüp gider ki... Aynı temponun tüm film boyunca süreceğini söyleyeyim!..

Sonra tüm aileyi tanımaya (ya da serinin tiryakileri için, hatırlamaya) başlarız. Hikâyelerin başkişisi olan Dominic Toretto karısı ve oğlunu dizinin önceki bölümlerinde kaybetmiştir: katillere kurban vererek... Şimdi yeni bir eşi, bir kız kardeşi ve inanılmaz çekici bir küçük oğlu vardır. Ve önce onları korumaya çalışır. Kendi annesi de ona ve ailesine kol-kanat gererken... 

Sonra hikâye bir mekandan öbürüne sıçramaya başlar. Örneğin Roma çok anılır: araya giren Roman, Romney gibi adlardan sonra gerçekten Roma kentine uğrar. Ve belki orada çekilegelmiş en çılgın bölümü içeren bir kaçıp kovalamaca yaşanır. Koca bir bombanın bu ölümsüz kentin sokaklarında ve tarihi mekanlarında başına buyruk bir biçimde dolaşmasını izlerken... Ünlü 'carabinier'lerin şaşkın bakışları altında... Ve şu laf da edilerek: "Roma düşerse, dünya da düşer!"

Arada Toretto'ya ve ailesine karşı kişiler çıkar, guruplar oluşur. Hepsinin bir araya gelmesiyle de ona ve ailesine karşı savaş resmen onaylanır!.. Sonra Napoli'ye geçilir; bol Belçika birası içilerek... Oradan da Londra'ya uçulur... Ama bu kadarı da yetmez. Portekiz'e de uğradıktan sonra, yeni memleket dünyanın öbür ucundaki Brezilya ve başkenti Rio de Janeiro'dur... Böylece seyirci tam bir dünya turuna çıkmış olur.

Ama her kent başka ve yine son derece ateşli, hareketli ve baş döndürücü olaylara dekor oluşturur. Örneğin Rio'daki sokak yarışması, bir kargo uçağının ve iki helikopterin gökyüzü macerası... İkisi de benzin yüklü iki tankerin çarpışması.. Gerçekten de kolay unutulur şeyler değil... O köprü üzerindeki suikast ve finaldeki takip sahnesi de çok iyi çekilmiş.

Bu filmi anlaşılan yine Justin Lin yönetecekmiş, ama son dakikada iş Louis Terrier'in eline kalmış. Ama belli bile olmuyor. Belki Terrier de baştan beri projenin içinde yer aldığı için... Filmin bir zaafı şu olabilir: Oyuncuları öylesine kan ve şiddet içeren sahnelere katılıyorlar; ama yüzlerinde kimi zaman çizgi bile yok!.. Hele kadınlar arası döğüşlerin çokluğu ve onların dev gibi erkeklerin bile hakkından geldiği hatırlanınca... Ama elbette bu filmlerin kozlarının içinde realizm denen şey yok zaten, diyebilirsiniz!...

Oyuncular gayet iyi. Vin Diesel tüm o soğukluğu içinde belki sinemanın göregeldiği en kötülerden... Ama artık Dominic Toretto kişiliğiyle öylesine özdeşleşmiş ki... Birçok oyuncu için de öyle... Ve küçücük rollere sığınmış hemen gelip geçen ünlüler de var: Charlize Theron'dan Helen Mirren'e, Brie Larson'dan Rita Moreno veya Scott Eastwood'a... Ama belki en akılda kalanı Dante rolünde filmin en kötüsünü oynayan Jason Momoa... Gerçekten de insanın ömür boyu nefret edesi geliyor... Belki en sevimli kişilik de küçük oğlan B -Brian'da Leo Abelo Perry. Öylesine sempatik bir velet ki...

Filmin serinin son bölümü olmayıp yeni bir üçlemenin başlangıcı olduğunu da ekleyeyim. Ki onlarda bu filmde olmayan eski oyuncuları da olacakmış: Kurt Rusell'dan Gal Gadot'ya... Beklemeye değmez mi?

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"