22 Haziran 2019

Nureyev efsanesine sanatsal ve de siyasal bir yaklaşım

Ünlü balet Rudolf Nureyev'in SSCB'yi terk edip Batı’da yaşamaya ve sanatını orada yüceltmeye karar verdiği dönemin hikâyesi...

BEYAZ KARGA
X X X

(The White Crow)

Yönetmen: Ralph Fiennes
Senaryo: David Hare
Görüntü: Mike Eley
Müzik: İlan Eshkeri
Oyuncular: Oleg Ivenko, Ralph Fiennes, Adele Exarchopoulos, Sergei Polunin, Raphael Personnaz, Calypso Valois, Nazehda Markina

ABD-Fransa yapımı

Ünlü balet Rudolf Nureyev üzerine bir film (1938- 1993). Daha doğrusu yaşamının en kritik dönemi üzerine: Ülkesi Sovyetler Birliği’ni terk edip Batı’da yaşamaya ve sanatını orada yüceltmeye karar verdiği dönemin hikâyesi. Yani doğumundan yaklaşık 25 yaşına dek...

Ama önce onun çocukluğunu ve de ilk gençlik yıllarını görüyoruz. Ailesiyle olan çok acılı ilişkisi (ki arada babasının onu doğanın ortasında tek başına terk edip gitmesi de var!), Leningrad’da ilk bale yapma çabaları.

Ve de o eşsiz yeteneğinin, kimi eğitim koşullarına ve anlayışsız hocalara çarpsa da kaçınılmaz biçimde ortaya çıkması. Aslında çocukluğu ve gençliği arasındaki gidip gelmeler ve zamansal sıçramalar biraz kafa karıştırmıyor da değil. Krolonojik bir anlatım belki daha iyi olabilirdi.

Ayrıca tümüyle bakıldığında, Nureyev efsanesi sanki yeterince, beklenen tüm boyutlarıyla ortaya çıkmıyor sanki. Dans sahneleri görece olarak az; olanlar da onun zirvedeki performanslarına erişemiyor gibi. Baş oyuncunun Ukraynalı ünlü ve iyi dansçı Oleg Ivenko olmasına karşın...

Ama filmin övülecek yanları da var. Öncelikle hemen tümüyle Rusça konuşulması ve böylece ait olduğu kültürün bir parçası olarak sunulması. Birçok filmin tersine, ‘Amerikanca’ya teslim edilmemiş bu güzel hikaye...Ve kendi dilinde anlatılmış. Elbette 1960’ların başında Batı’ya göçten sonra, o dünyanın uluslararası diline mecburen katılmadan önce...

Ayrıca Nureyev’in ‘kaçırılması’ bölümü gerçekten nefes kesici. Havaalanında Fransız ve Rus ajanları ve görevlileri arasında geçen çekişme ve çatışma, sanatçının sanki elden ele geçen bir obje gibi iki taraf arasında gidip gelmesi, paylaşılmaya çalışılması... 20. yüzyılın kendi dalındaki en büyük yeteneklerinden birinin aidiyet sorunu; istediği ülkede istediği koşulsuz özgürlük içinde çalışma isteğinin gerçekleşme savaşı. Nadir bir tema, değerli bir hikâye. Ve de iyi bir sinema...

Ayrıca Nureyev’in özellikle Paris’in ünlü müzelerini ve orada Batı sanatının tüm boyutlarını keşfetmesi...Ailesiyle yıllar boyu değişik biçimler alan ilişkileri...Ve kadınlarla, kimi zaman ise erkeklerle aşkları. Bunlar da yer yer duyruluyor: filmin öncelikle seçtiği sınırlara pek sığamamış olsalar da...

1962 doğumlu oyuncu Ralph Fiennes, senaryosunda yine ünlü yazar David Hare’in emeği bulunan filmi hem yönetmiş, hem de sanatçıyı eğitip yükselten hocası Pushkin’i oynamış. Oyunculuğu her zamanki gibi kusursuz. 2000’lerde yönettiği Coriolanus ve The Invisible Woman- Görünmeyen Kadın’dan sonraki bu yeni çabasındaysa mükemmel değil, ama yeterince iyi bir iş çıkarmış. Özellikle bale ve biyografi sevenler için...

SEVGİLİ OKURLAR. BİR KEZ DAHA PAZAR GÜNKÜ SEÇİMİN ÖNEMİNİ HATIRLATIR VE NE YAPIP EDİP OY VERMENİZİ DİLERİM. ÜLKEMİZDE AKLIN, BARIŞIN, HUZURUN EGEMEN OLMASI VE DEMOKRASİ ÇARKLARININ YENİDEN DÖNMESİ İÇİN ÖNEMLİ BİR FIRSAT BU... VE UNUTMAYIN: KİMİ ZAMAN TEK BİR OY BİLE YAŞAMSAL ÖNEMDE OLABİLİR!...


Yarın: ANNA

Not: Haftanın bir diğer ilginç filmi olan OYUNCAK HİKAYESİ-4 eleştirisi ortakoltuk.com sitesinde

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Özel bir kahramanın son ve en şaşırtıcı filmi

Asıl tema belki de şudur: Arthur Fleck tam anlamıyla iki yüzlü bir adamdır. Sanki korku klasiği Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi... O sanki kötülükle iyilik arasında sıkışıp kalmıştır

Son olup bitenlerin ışığında: Filmler, gösterimler, kayıplar, kazançlar

Belki ülkemizdeki en zengin DVD ve de CD koleksiyonu bendeydi. İşte ben, artık bu yaşta, tüm bunları bir elde toparlamak istiyorum. Bir tür müzede... Ki insanlar gelsin, izlesin veya dinlesin... Ve bu sanatsal arşiv gelecek kuşaklara da kalsın...

Bir imparatorluk acaba ne zaman çöker?

Büyük bütçesine ve yönetmenin kesin özgürlüğüne rağmen, film gerçek bir dinamizme de kavuşamamış. Coppola’nın yapmak istediği “ABD devleti ebediyen var olabilir mi?” sorusu ise, bunu bir ölçüde başarmış

"
"