14 Haziran 2019

Müzik dehası ve ‘gay’ bir sanatçının kişisel destanı

Bir Elton John biyografisi...

ROCKETMAN
X  X  X  X

Yönetmen: Dexter Fletcher
Senaryo: Lee Hall
Görüntü: George Richmond
Müzik: Matthew Margeson
Oyuncular: Taron Egerton, Jamie Bell, Richard Madden, Bryce Dallas Howard, Gemma Jones, Steven Macİntosh, Matthew İllesley, Kit Connor, Charlie Rowe, Tom Bennett

Paramount filmi

İşte karşımızda bir Elton John biyografisi. Ve de modern bir müzikalin nasıl olabileceği konusunda son derece iddialı, ama ayni ölçüde başarılmış bir örnek.

1947 doğumlu, 70’lerden başlayarak 50 küsur yıldır pop müziği etkilemiş, ona damgasını vurmuş, ayrıca da star olmanın zirveyle uçurum arasında gidip gelen o ezeli macerasına yepyeni bir halka eklemiş aykırı ve ayrıksı bir kişilik.

Daha ilk başta, üzerinde cırtlak portakal renkli bir kostüm, kafasında şeytan boynuzları, sırtında melek kanatları olan giysisiyle bir AA- Anonim Alkolikler toplantısına katılan, orada kendisi gibi alkol ve uyuşturucu esiri olmuş bir gruba kendi hayatı üzerine itiraflarda bulunan bir adamı tanıyoruz. Eski adı Reggie Dwigh, ama sonradan Elton John’da karar kılmış bir İngiliz.

Aile hikâyesi, açıkça anlatmasa da tam bir dram. Bir baba nasıl böylesine sevgisiz olur, onu bir kez bile kucağına almaz... Bir anne nasıl bu kadar bencil olur, çocuklarından çok kendini düşünür... Dahiler hep böyle sorumsuz, ana-baba olmayı hak etmeyen ailelerden mi çıkar?

Daha o yaşta müzik tutkusu beliren, piyanist, besteci ve şarkıcı yetenekleri ortaya çıkan bir çocuk giderek büyük adımlar atar ve İngiliz Kraliyet Akademisi bursu kazanarak yükselir. En çok da vefalı, sevgi dolu büyükannesinin desteğiyle... Ama tepeye çıktığında bile ailesi onu kucaklamayacaktır. 

Ve giderek bir efsane doğar. Yaşıtı Bernie Taupin yazdığı sözlerle onun ilk döneminin tüm şarkılarına ortak, aynı zamanda da en yakın dostu olurMeneceri John Reid onun ‘gay’ yanını keşfeder ve yatağa atar (filmin cesur sahnelerinden biri: Elbette Elton’un onayıyla çekilmiş!). Ama bu dengeli ve sürebilecek bir ilişki değildir.

Ve parlak bir serüven başlar. Londra’dan sonra gidilen ABD’de, Los Angeles’ın ‘şüpheli’ lokali Troubadour’da başlayan Amerikan kariyeri de görkemlidir. Ve ona inanılmaz paralar kazandırır: kraliçe Elizabeth’inkini aşan bir servet!.. Ama aynı zamanda düş kırıklıkları, mutsuzluklar ve tehlikeli tutkular başlar: Alkol ve uyuşturucu.

Hikâye ve dolayısıyla film yakın zamanın kimi filmlerini, özellikle de benzer bir kişilik olan Freddie Mercury’nin hayatını anlatan Bohemian Rhapsody’yi ve düşsel kişilikleri olsa da Bir Yıldız Doğuyor’u hatırlatır. Belki daha genel biçimde, bunun çağdaş müzikalde yeni bir adım olduğu söylenmelidir.

Gerçekten de, klasik Amerikan müzikali bir aralar can çekişme belirtileri gösterse de bu tür, sonradan kimi İngiliz kökenli ve rock temalı çabalar ya da Avustralyalı Baz Luhrmann’ın gösterişli, barok filmleriyle canlanır gibi olmuştu. Bunun Amerikan sinemasına yansıması olarak da ünlü ve Oscar’lı La La Land- Aşıklar Şehri hatırlanabilir.

Bu film belki daha da ileri gidiyor. Ve müzikal sahnelere özel bir yer ve önem veriyor. Yalnız birden tüm kişilerin şarkıya başlamalarıyla değil (bu artık alışılmış bir şey oldu.)

Klasik bir biyografi olmak yerine örneğin kronolojiye hiç uymayan; çocuk, genç ve olgun Elton John’a birlikte şarkı söyleten sahneleriyle...

Kimi şarkılarsa öylesine görkemli  bir mizansen ve çarpıcı bir görsellikle sunulmuş ki... Bunlar artık yalnızca pop müzik tarihinin kilometre taşları değil, ayni zamanda hikâyenin de parçası ve de kimi ilişkilerin aynası oluyorlar: Your Song’un Bernie Taupin’le dostluğun, Crocodile Song’un ABD süksesinin simgeleri olması gibi...

Ama bu açıdan zirve noktası I’m Still Standing klasiği...

Bu 300 figüranla çekilmiş, sanki tek başına var olan ve olacak özel bir ‘clip’. Bir bölümü tek bir çekimle kotarılmış. Bir yandan baskın cinselliği (ve eşcinselliği); öte yandan çılgın koreografisi ve yüksek estetiğiyle belleklere yerleşen... Böylece filmin tümü için kullanılabilecek sıfatlar burada doruğa çıkıyor: Barok, kitsch, camp gibi...

Ve de tüm o kostümler... Hepsi Elton John’un yıllar boyu giydiği, kimilerini bizzat tasarladığı kıyafetler. Bu açıdan, bizim ondan bile önce gelmiş ‘kitsch’ krallarımızı anmamak elde değil: En azından Zeki Müren ve Bülent Ersoy’u!..

Filmin içinde John’un bir düzine kadar şarkısı yer alıyor. Üstelik bunları başoyuncu Taron Egerton bizzat söylemiş.   

Egerton’un müziğe gerçek bir merakı, Elton’la da özel bir arkadaşlığı var. Egerton önceki filmlerinden Kartal Eddie ve Şarkını Söyle’nin kimi şarkılarını plak yapmış. Kingsman- Altın Çember’de ikisi birlikte rol almış ve Egerton onun I’m Still Standing’ini söylemiş. Böylece bu rol için adı geçen Justin Timberlake, James McAvoy, Daniel Radcliffe, Tom Hardy gibi isimler yerine Egerton role kavuşmuş.

Ve iyi de olmuş. Çünkü oyuncu role müthiş uyum sağladığı gibi, şarkıları da gayet iyi benimsemiş ve de yorumlamış. Ben kendime en iyi bilinen parçalarının niye olmadığını sormuştum. Ama son iki şarkı I’m Still Standing  ve de Goodbye Yellow Brick Road olunca, tatmin oldum. Yine de en azından Candle in the Wind, Sacrifice, Daniel, Sorry Seeems to be the  Hardest Word de olsaydı sevinirdim!..

En çok Billy Elliot klasiğiyle hatırlanan Lee Hall’ın senaryosu hayli cüretli ve yaratıcı. Aslında Bryan Singer’in sonuna doğru yarıda bırakmasıyla Bohemian Rhapsody’yi bitiren yönetmen Dexter Fletcher için bu büyük bir başarı sayılmalı. En büyüğünden en küçüğüne tüm rollerin de çok iyi oynandığını söylemeliyim.

Bugün 72 yaşında olan Elton John bir aralar (filmde de gördüğümüz gibi) bir kadınla evlenmişti (1984-88 arasında.)

Günümüzde David Furnish’le evli, evlat edindiği üç çocuk sahibi biri. Ama pek yeni şarkısı çıkmıyor. Uslanmanın da bir bedeli var!..


Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"