06 Aralık 2019

Müthiş bir 'yasak aşk' öyküsü; bir dişil estetik zirvesi

Bence bu son derece kendine özgü bir film. Türünde bir zirve; dişil bir estetiğin görkemli zaferi

ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ   

X  X  X  X  X

(Portrait de la Jeune Fille en Feu/ Portrait of A Lady on Fire)

Yönetim ve senaryo: Celine Sciamma 
Görüntü: Claire Mathon 
Müzik: Jean-Baptiste de Laubier, Arthur Simonini 
Oyuncular: Noemie Merlant, Adele Haenel, Luana Bajrami, Valeria Golino, Christel Baras

Fransız filmi.

Son Cannes şenliğinde en iyi senaryo ödülü alıp ayrıca özel 'Queer Palm Award' (eşcinsel filmler) dalında da büyük ödüle uzanan bu film, o günden beri giderek artan bir ilgi gördü; bizde de Filmekimi'nden başlayarak çok konuşulan bir yapım haline geldi.

Filmin kendinde topladığı birçok özel nitelik var. Bir yandan bir dönem filmi. Ayrıca resim sanatı ve onun gerçek hayata kattığı, katabileceği şeyler üzerine felsefeden pratiğe uzanan bir düşünme.

Öte yandan, adına tarih boyunca kadın hakları denen geniş alan üzerine cinsellikten aşka, esaretten bağlılığa uzanan çok geniş bir yelpaze aracılığıyla, cesur ve enerjik bir temalar ve öneriler toplamı.

18. yüzyıl Fransa'sında, deniz kıyısında, görkemli ve zaman zaman vahşi bir doğa içinde Heloise ve Marianne'ın öyküsü. Manastırdan yeni çıkmış Heloise, dönem gereği görmediği bir erkekle evlendirilmek üzeredir; ona yollanacak bir portresinin yapılması koşuluyla... Uzaklardaki koca adayı, bunu şart koşmaktadır.

Daha önce Heloise'in kızkardeşi de gelin adayı olmuş, ancak bunu yapmadan intihar ederek yaşamına son vermiştir. Ama anneleri kararlıdır; uzaklardaki bu güzel fırsatı bu kez kullanacak, soylu ve zengin damadı ne yapıp edip aileye katacaktır.

Portreyi yapmak üzere çağrılan Marianne da genç ve çekici bir kadındır. İşi zordur, çünkü çabasını gizlice sürdürmek zorundadır. Yani o klasik 'ressam ve modeli' ikilisi ortalarda yoktur.

Onun yerine genç kıza 'refakatçi' olarak gelmiştir; onu sürekli gözlemleyip portresini gizlice yapmaya çalışacaktır. Ve bu karmaşık ve gizemli yaklaşım, onları birbirlerine daha yakınlaştırır: romantizmden yoğun cinselliğe kayan bir yasak aşkın en zor koşulları içinde...

Görkemli bir dönem ve doğa tasviri önünde bir yandan pervasız ve cesur bir (eş)cinsellik öyküsü. Öte yandan, erkekleri hemen tümüyle dışlamış bir kadın ve kadınlık masalı. Öylesine sağlam bir görsel estetiği, öylesine feminen (ve feminist) bir yanı var ki... Gerçek bir kadın filmi; kesinlikle kadın seyirciye seslenen...

Ama ben bir erkek olarak da sık sık gözyaşlarımı tutamadım. Hem de hiç beklenmeyen sahnelerde; yani içerik kadar veya daha çok, sinema sanatının kendine özgü büyüsüyle... O büyü öylesine işliyor ki, zaman zaman anlatılanı unutup sırf perdeden yansıyan güzelliğe, zerafete ve canlılığa dalıyor, başka alemlere gidiyorsunuz

Örneğin o kadın korosunun hep birden giderek yükselen biçimde şarkı söylemesinde... O ilk yaklaşma ve ilk öpüşmede... O annenin umutsuz çabasında... O istemeden gebe kalmış hizmetçiye zoraki yöntemlerle bebeğini düşürtme girişiminde...

Bence bu son derece kendine özgü bir film. Türünde bir zirve; dişil bir estetiğin görkemli zaferi.

2007'den itibaren çevirdiği Ahtapotların Doğuşu, Tomboy ve Kızlar Çetesi adlı bir avuç filmle dikkat çeken yazar-yönetmen Celine Sciamma gerçekten sinema sanatının zirvelerine çıkıyor. Görüntüleri çeken Claire Mathon'la birlikte bunun tam bir kadın filmi olmasını sağlıyorlar. Neredeyse 'erkekler dışarı' diyerek!

Noemie Merlant, Adele Haenel, Luana Bajrami kusursuz oyunlar veriyorlar. Valeria Golino'yu yıllar sonra bulmaksa ayrı bir sinefil keyfi.

Not: Milliyet-Sanat dergisinde bu ayki yazım Amerikan sinemasının unutulmaz bir klasiği: John Huston'un Afrika Kraliçesi (1951). Humphrey Bogart ve Katharine Hepburn'un oyunlarıyla...

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"