29 Eylül 2022

Modern, yenileyici bir korku türü mini zirvesi

Bu çağdaş korku filmi, doğrusu çok iyi biçimde başlıyor. 10-15 dakika kadar sonra gelen jenerikleriyle, ilk uzun filmini yapan Parker Finn'in görselliğiyle, kalabalıkça kadrosunun iyi seçilmiş oyuncularının verdiği destekle, hayli etkileyici müziğiyle...

 

GÜLÜMSE

X X X

(Smile)

Yönetim ve senaryo: Parker Finn
Görüntü: Charlie Barroff
Müzik: Cristopal Tapia de Veer
Oyuncular: Sosie Bacon, Jessie T. Usher, Kyle Gallner, Caitlin Stacey, Kal Penn, Kevin Keppy, Robin Weigert, Judy Reyes

Paramount filmi, 2022.

Her şey evde yatağında yatan, ıztırap ve korku içinde olduğu anlaşılan bir kadın portresiyle başlar. O kadın filmin ana kişilerinden midir yoksa kimliği ancak filmin sonunda anlaşılacak, geçmişte kalmış biri mi? Bunu anlamak kolay olmayacaktır.

Ardından yine ürkünç kişiler gelir: "Herkes ölecek, sen öleceksin, ben öleceğim, vs." diye habire söylenen bir kaçık. Korkunç hayaller gören, peşine düşmüş bir ürkünçlük timsali surattan kurtulamayan ve sonunda kendini en vahşi biçimde yok eden güzel Laura. Ve de bunların yaşandığı bir hastanede, kendisini tümüyle tıbba ve insan hayatını kurtarmaya adamış kadın doktor Rose Cotter...

Rose bu olaylara tanık olurken, bir şey fark eder: Tüm bu ölenler son anlarında ölüme gülümsemeyle giderler. Yüzlerini aydınlatan geniş, ama acı bir tebessüm... Bu kadın kırılgan yapısına ve aile sorunlarına karşın öylesine has bir doktordur ki... Kimilerinin manik atak, akut psikoz, ya da daha soyut biçimde kötü ruh veya enerji diye nitelediği bu olaylara karşı göğsünü olabildiğince gerer.

İşin geçmişini araştırırken, yakın zamanda sınıfta öğrencilerinin önünde intihar etmiş Prof. Munoz olayını araştırır, siyahi eşi Victorua'yı görmeye gider.

Ve araştırması sürer. Bu arada evdeki tek ahbabı olan kedisi Mustache da kaybolur. Onun kalabalık bir aile buluşmasında ortaya çıkması dehşet verici biçimde olacaktır. Filmin en unutulmaz sahnelerinden biri...

Rose siyahi nişanlısı Trevor'la ve kendisine olağanüstü bir ilgi duyan hayranı Joel'le birlikte bu olaya karşı çıkmaya savaştıkça, işler daha karmaşıklaşır. Kızkardeşine "Ben artık lanetlendim", kendisini suçlayanlara da "Ben delirmedim. Aklım başımda" savunması yapmaktan bıkmayan Rose gerçekten de korkunç bir macera yaşarken, ancak talihin ve o birkaç dostunun yardımıyla ayakta kalmayı deneyecektir.

Bu çağdaş korku filmi, doğrusu çok iyi biçimde başlıyor. 10-15 dakika kadar sonra gelen jenerikleriyle, ilk uzun filmini yapan Parker Finn'in görselliğiyle, kalabalıkça kadrosunun iyi seçilmiş oyuncularının verdiği destekle, hayli etkileyici müziğiyle... Özellikle Rose'da Sosie Bacon filmin tüm yükünü ustalıkla taşıyor. Yine de film özellikle ikinci yarıda biraz ağırlaşmıyor ve tekrarlara kapılmıyor değil. Ama final içerdiği psikolojik ve ailevi çözümle seyirciyi doyuruyor. Her halde korku türünün meraklıları bence görmeli.

Sevgili dostlar. Son kitabımın ilk imzasını 1 Ekim Cumartesi günü saat 15.00 - 17.00 saatleri aarsında Akmerkez'deki Remzi Kitabevinde yapacağım.

Pazar günü ise saat 18.00'de Oda TV'de hoş bir söyleşimiz var. Yayına internetten ve telefonunuzdan da ulaşabilirsiniz.

YARIN:  YALNIZ BİR EVİN KAHKAHASI

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"