15 Ekim 2021

Marvel’in son ve büyük çılgınlığı

Bu filmin temel özelliği, öncekine kıyasla ve tüm o tarz filmlerin içinde eriştiği teknolojik düzey. Bu açıdan yönetmenliği devralan Andy Serkis’i, üç Oscarlı görüntü yönetmeni, Martin Scorsese’nin gözdesi Richard Richardson’u ve elbette tüm bir teknik ekibi kutlamak gerekiyor.

 

VENOM: ZEHİRLİ ÖFKE - 2       X  X  ½

(Venom: Let There Be Carnage)/ Yönetmen: Andy Serkis/ Senaryo: Kelly Marcel/ Görüntü: Richard Richardson/ Müzik: Marco Beltrami/ Oyuncular: Tom Hardy, Woody Harrelson, Michelle Wiliams, Naomie Haris, Reid Scott, Stephen Graham, Peggy Lu, sian Webber, Michelle Greenidge/  Columbia-Marvel yapımı, 2021

Bu hafta gösterime çıkan filmlerden sadece bunu görebildim. Diğerlerinden görebilirsem bir-ikisini daha yazarım.

Aslında korku filmlerini hep sevdim: hem sinemasal, hem de psikolojik açıdan... 100 Yılın 100 Filmi kitabımda korku/fantastik sinemasından dört örnek vardı: Frankenstein, Sapık, Yaratık ve Fil Adam.

Ama benim o türü çocukluğumdan beri sevmemde kimi ögeler de etkili olmuştu. İlk dönemin Frankenstein, Dracula, Kurt Adam, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi en klasik filmlerinin ardında mutlaka çok iyi yazarlar ve o ilk yaklaşımların otomatikman içerdiği ürkünç ögeler vardı. Ama sonrasında da bu tür gelişerek sürdü: ilerleyen teknolojinin müthiş desteğine de sığınarak...

Gelelim Venom filmine... İlki 2018’de çekilmiş: Venom- Zehirli Öfke. Ruben Fleischer’in yönettiği filmi hayli sevip  X  X  X  vermiş ve konusunu özetledikten sonra şöyle yazmıştım: “Tüm bunları ‘zırva’ bulursanız, ne bu yazıyı okuyun; ne de filme gidin... Çünkü genel adıyla ‘comics’ denen çizgi-romanların mantığı artık böyle işliyor. Ve gitgide daha çok bu dünyaları perdeye taşıyor.

Ama biraz hoşgörüyle bakarsak... Aslında fena film değil. Tempolu, ama insanı sersemletecek bir tempoda değil. Filmi baştan sona işgal eden özel efektler genelde inandırıcı. Hemen her kahramanın duçar olduğu “mutasyon- değişinim” sahneleri, aniden insanın içine giren bir canavara dönüşmesi olayı da iyi kotarılmış”. Ve sonra da Tom Hardy ve Michelle Williams’ın oyunlarını övmüşüm.

Bu film o maceranın yeni filmi, Örümcek Adam dünyasının alternatif kötülerinden Venom’u bir kez daha asıl canavar haline getiriyor. Ek kahramanlarla birlikte... Önce 1996 yılında Cletus Kasady ve sevgilisi Shriek lakaplı Frances Barrison bir büyük ve tutkulu aşk yaşıyorlar. Ama bedenleri kadar (en azından Shriek sürekli ateş saçan bir yaratıktır!) ruhları da kötücüldür ve bu tüm bir ailenin yok olmasına yol açacaktır. Böylece Shriek bir akıl bulduğunda yine ağzından hastanesinde denetim altına alınır: fırsat bulduğunda yine alevler  fışkırtarak... Sevgilisi Kasady ise işlediği cinayetler sonucu San Fransisco’nun ünlü Saint Quentin hapishanesindedir.

Sonrasında yılları atlar ve günümüze geliriz. Ünlü gazeteci Eddie Brock yine şöhret peşindedir. Bunun için yeni kahraman Kasady ile hapishanede bir söyleşi yapma iznini alır. Ama o süre içinde çıldıran Kasady, Eddie’yı ısırır ve içindeki şeytanı ona bulaştırır. Artık o bir Venom’dur... Ve ondan her şey beklenir...

Tüm bunlar bir ölçüde bir polisiye gerilimin ilgi çekici tabanı gibi gözüküyor. Ama öyle değil!... Çünkü fantastik ögeler öylesine ağır basacaktır ki...Böylece hemen tüm kahramanlar içlerine giren o uzaydan gelme ve kah Amib, kah Uzaylı, kah Canavar diye çağrılan dev yaratıkların esiri olacaktır. Kadınlar bile... O canavarlar sürekli olarak konuk oldukları bedenlerin içinden fırlayıp önce ev sahiplerini, sonra etrafı şaşkına çevireceklerdir. Ve böylece bitmeyen bir dövüşler geçidi başlayacaktır..

Bu arada canavarların bir ilke olarak insanları öldürmediğini ve özellikle köpekleri bu konuda başlıca hedef olarak bellediklerini söyleyeyim... Ömür Gedik’i biraz üzmek pahasına!... Ayrıca finalde asıl iki canavarın müthiş bir savaşıma girdiğini ve ortalığı tam bir ‘carnage’a (insan kırımı) çevirdiklerini de ekleyeyim!...

Bu filmin temel özelliği, öncekine kıyasla ve tüm o tarz filmlerin içinde eriştiği teknolojik düzey. Bu açıdan yönetmenliği devralan Andy Serkis’i, üç Oscarlı görüntü yönetmeni, Martin Scorsese’nin gözdesi Richard Richardson’u ve elbette tüm bir teknik ekibi kutlamak gerekiyor. Ayni biçimde başta Kasady’de emektar Woody Harrelson  ve Eddie Brock’ta Tom Hardy olmak üzere oyuncu kadrosunu....

Ama ne demiş anglo-saksonlar: “Too much is too much!”. Yani fazlası fazladır... Böylece film gerçekten de tüm bu ögeleri aşırı biçimde kullanıyor, tempo bu kez ‘insanı sersemletme’ düzeyini rahatça aşıyor; keyifli olmaktan yorucu olmaya kayıyor. Gerçi birçok yerde işler komediye dönüşmüyor değil!... Ki bu da seyirciye biraz nefes alma fırsatı getiriyor.

Yine de artık galiba bizim kuşakların aradan çekilmesi ve bu tür filmleri asıl seyircisine bırakması gerekiyor. Elbette çocuklara değil –kesinlikle değil… Ama çok gençlere... Artık X mi, Y mi, Z mi, ne kuşağıysa...

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hıristiyanlık temeli üzerine bir gerilim

Immaculate'nin ilginç oyuncuları ve kimi kolay unutulmayacak birkaç sahnesi de var

Afyon'da müzik, dostluk ve siyaset günleri

Hepsi artık benim kolay unutulmaz anılarım arasında girdiler ve öyle kalacaklar

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir