26 Temmuz 2019

Küba sosyalizminden çıkıp gelen siyahi baletin öyküsü

Oldukça düzeyli bir biyografi; modern balenin en etkili olaylarından ve yaratışlarından kimilerini de kullanan görkemli bir bale/müzik filmi

YULİ 
X  X  X  ½

Yönetmen: Iciar Bollain
Senaryo: Paul Laverty
Görüntü: Alex Catalan
Müzik: Alberto İglesias
Oyuncular: Carlos Acosta, Santiago Alfonso, Keyvin Martinez, Laura de la Uz, Yerlin Perez

İspanya-Küba-ABD yapımı.

Etki yapan bir film tek başına kalmıyor, ardından benzerleri geliyor. Ünlü şarkıcı/müzisyen biyografilerinden sonra, sıra aslında çok daha nadir ve özel bir alan olan dansçılara geldi galiba...Ve o çok ilginç Nureyev öyküsünden hemen sonra, bu kez de yine gerçek bir yaşam öyküsüne, Kübalı balet Carlos Agosta’nın yaşadıklarına tanık oluyoruz.

1973 doğumlu sanatçı çok genç yaşta öncelikle babası tarafından keşfediliyor. Kendisinin bu işte gözü yoksa da, Agosta emekçi babanın ısrarıyla sosyalist Küba’nın başkenti Havana’daki tanınmış bale okuluna yazılıyor.  

Ama bu siyahi gencin yeteneğiyle uyuşmayan bir inadı var: dansör olmayı reddetmek...Buna karşın zaman içinde yükseliyor, dışarı kapalı ülkesinin çıkardığı zorluklara karşın dış ülkelere de gidiyor: Küba Ulusal Bale, Houston Bale, Amerikan Bale Tiyatrosu gibi. Ve de Londra Kraliyet Balesi’nde siyahi Romeo olan ilk balet olarak sahne alıyor.       

Ama aklı hep ülkesinde, ailesinde. En çok da biri akıl hastası olan kardeşlerinde... O kızın acı akıbetiyle onun zirveye tırmanması, hemen aynı zaman dönemlerine rastlıyor. Ve Acosta sağlıklı bir evlilikle özel hayatını dengelese de, tam bir mutluluğu yakalayamıyor.  

Oldukça düzeyli bir biyografi; modern balenin en etkili olaylarından ve yaratışlarından kimilerini de kullanan görkemli bir bale/müzik filmi. Bir dönem, bir ülke, bir aile dramı ve evrensel bir yeteneğin öyküsü, enfes bir dans ve müzik kullanımıyla birbirine karışıyor. Ve müzikle dansı sevenlerin gönüllerini fethetmeye aday bir film ortaya çıkıyor. Balelerde egemen olan eşcinsel estetikse ayrıca dikkat çekici.

Yönetmen Bollain 1967 doğumlu bir İspanyol kadını. 1980’lerde başlayan oyunculuğunun yanı sıra, 90’larla birlikte yazarlığı ve yönetmenliği de ortaya çıkmış. Filmlerinden özellikle Take My Eyes- Gözlerimi De Al, Even the Rain-Yağmuru Bile, kendi öyküsünü anlattığı Gökyüzünde Bir Ayna ve Zeytin Ağacı ilgi çekmişti.

Bollain aslında hep İngiliz ustası Ken Loach’la anılan İrlandalı yazar Paul Laverty ile de çok verimli bir işbirliği yapmış ve filmlerinin çoğu onun kaleminden çıkmıştı. Bu kez de Laverty ona iyi destek vermiş.

Filmin bir diğer ilginç yanı, dansörü bizzat Lacosta’nın kendisinin canlandırması. Zaten Laverty’nin senaryosu, bizzat Lacosta’nın yazdığı biyografisine dayalı. Çocukluğunu ve gençliğini iki ayrı oyuncuya emanet eden sanatçımız, olgun çağını güçlü biçimde canlandırıyor. Elbette dans sahneleri başta olmak üzere....

Ve olasılıkla bizzat emek destancısı Ken Loach ustanın da idollerinden olan bir dönemin sosyalist lideri Fidel Castro’nun (ki filmde eski bir belgeselde gözüküyor) ülkesinden gelen bu bale ve müzik öyküsü, iki farklı kültürün ilginç bireşimiyle dikkate değer bir film olup çıkıyor.


Yarın: GLORİA BELL

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Özel bir kahramanın son ve en şaşırtıcı filmi

Asıl tema belki de şudur: Arthur Fleck tam anlamıyla iki yüzlü bir adamdır. Sanki korku klasiği Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi... O sanki kötülükle iyilik arasında sıkışıp kalmıştır

Son olup bitenlerin ışığında: Filmler, gösterimler, kayıplar, kazançlar

Belki ülkemizdeki en zengin DVD ve de CD koleksiyonu bendeydi. İşte ben, artık bu yaşta, tüm bunları bir elde toparlamak istiyorum. Bir tür müzede... Ki insanlar gelsin, izlesin veya dinlesin... Ve bu sanatsal arşiv gelecek kuşaklara da kalsın...

Bir imparatorluk acaba ne zaman çöker?

Büyük bütçesine ve yönetmenin kesin özgürlüğüne rağmen, film gerçek bir dinamizme de kavuşamamış. Coppola’nın yapmak istediği “ABD devleti ebediyen var olabilir mi?” sorusu ise, bunu bir ölçüde başarmış

"
"