06 Ekim 2023

Hristiyanlığa dayanan abartılı bir gerilim

İlerleyen teknolojiye ve hayli büyük bir bütçeye rağmen film hiç yürümüyor. Ve birçok emekle çekilmiş bölümleri bile sanki iticiliği arttırıyor

EXORCİST: İNANÇLI

X ½

(The Exorcist: Believer)

Yönetmen: David Gordon Green
Senaryo: Peter Sattler
Görüntü: Michael Simmonds
Müzik: Amman Abbasi, David Wingo
Oyuncular: Ellen Burstyn, Jennifer Nettles, Leslie Odom Jr, Raphael Sparge, Olivia O'Neill, Lidya Jewett, Chloe Traicos, E. J. Bonilla, Antoni Corone

Universal filmi, 2023

Wiliam Peter Blatty'nin romanından ilk uyarlama 1973 yılında saygın yönetmen William Friedkin tarafından yapılmıştı. Özgün temaları ve zengin kadrosuyla türünde hayli tutmuştu film.

Ardından John Boorman imzalı Exorcist 2 geldi, ve İngiliz yönetmenin ününe rağmen tutmadı. Üçüncü yapımı bizzat Blatty yönetmişti. Benim kitaplarıma giren ilk eleştirimse 2004 yapımı Exorcist - The Beginning oldu. Renny Harlin imzalı yapım için kısa ve yerden yere vuran bir eleştiri yazmıştım. Hayatımızı Değiştiren Filmler dizimin 1995-2005 cildinde yer alan...

Yıllar sonra bu kitaba ve hikâyeye yeniden dönülmüş. Keşke hiç dönülmeseydi... İlerleyen teknolojiye ve hayli büyük bir bütçeye rağmen film hiç yürümüyor. Ve birçok emekle çekilmiş bölümleri bile sanki iticiliği arttırıyor.

Film ırak Haiti ülkesinin bir kıyı kasabasında açılıyor. Kara derili ahalisi Bazar Atletik türü dükkanlarda avunan yörede, gebe bir kadın ve kocasını tanıyoruz. Bu arada bir deprem oluyor. Kadın ciddi biçimde yaralanıyor. Ve doktorlar ya hamile kadını ya da bebeği kurtarma ikilemiyle talihsiz kocanın önüne geliyorlar. Onun kararı filmin sonunu etkileyecek bir önemde oluyor.

Aradan 13 yıl geçiyor, ve biz ABD'nin Georgia eyaletine atlıyoruz. Fielding ailesinin şefi Victor, 12 yaşındaki kızı Angela'yı annesiz büyütmeye çalışıyor. Onlar civardaki beyaz ailelerin yanı sıra tek siyahi ailedir. Ama özellikle Angela çok sevilir, çok popüler olur.

Günün birinde tüm kızlar civardaki ormana gider ve de kaybolurlar!.. Evet, bizim haberlerde sık sık gördüğümüz gibi... Uzun süre aranan kızlar üç günün sonunda bulunur. Ama öylesine değişmişlerdir ki... En kötü anlamda üstelik... O bizim ucuz ve yapay yerli cinli-perili korku filmleri gibi, onlar da sanki şeytana teslim olmuşlardır. Ve özellikle talihsiz ana-babalar bu zor misyonu yüklenip yavrularını kurtarmaya çabalayacaklardır.

Film bence yalnızca geçmiş Exorcist'lerin değil, tüm bu tür korku filmlerinin ötesinde duruyor. En büyük özelliği dinle, yani Hrıstiyanlık'la kurduğu inanılmaz abartılı bağ. Onun da elbette Katolik inancıyla... Bir adı da 'egzorsizm' olan şeytanı kovma veya yok etme çabası, tam filmin göbeğine oturmuş. Bir yerde ABD'ye vaktiyle Afrika'dan gelmiş siyah kölelerin bir uzantısından da söz ediliyor.

Sonuç olarak böylesine bir kuşaklararası dehşeti yaşayan aileler 10'u buluyor. Ama özellikle Angela ve Katherine'in aileleri başı çekiyor. Hatta finalde o mutlu aile sayısı bire düşmez mi?

Bu tuhaf film öylesine din üzerine kurulmuş ki... Ve de Hristiyanlık'ın en önemli figürlerinden biri olan şeytana dayanarak... Oysa bizim dinimizde şeytan öylesine baş köşeye kurulmuş değildir. Onun yerine, dediğim gibi, cinler-periler vardır. Oysa bu filmde Şeytan Efendi'yle öylesine bir savaşım vardır ki, neredeyse dini, en iyi ve güzel yanlarıyla dışlayarak şeytan kovuluyor.

Evet, bence genel anlamda gerilim filmlerinde din-iman konuları dışarıda bırakılmalı. Gerilim yaratmak için konu mu yok, hikâye mi eksik? Tüm o harika kariyeri boyunca sadece gerilim peşinde koşmuş Hitchcock ustayı düşünün, yeter...

Filmin yönetmeni David Gordon Green aslında büyük değilse de ilginç bir yönetmen. En çok da bu tür gerilimlere düşkün. Bu filmin hemen ardından yine onun imzasıyla bir ikincisi geliyor. Oyuncularsa genç isimler. Ama ne onlar, de de arka plandaki yaşlılar inandırıcı değil. Kadrodaki tek ünlü isim, Ellen Burstyn. 1932 doğumlu olduğuna göre bugün 91 yaşında olan sanatçı, ilk ve en ünlü Exorcist filminde de oynamıştı. Bu kez filmin ortasında çıkageliyor. Ve kendisini izletiyor

* * *

Beyoğlu Sineması yeniden açıldı

Beyoğlu'nun belki en yeni sineması (açılışı 1989) olan, izleyen yıllarda sanat sinemasına, festivallere ve özel galalara büyük katkısı bulunan Beyoğlu sineması uzun süredir kapalıydı. Ama İBB'nin katkısıyla tümüyle onarıldı ve geçen Çarşamba akşamı başkan Ekrem İmamoğlu'nun katılımıyla yeniden açıldı.

İmamoğlu, eşi ve Türkan Şoray Beyoğlu sinemasında

Caddedeki büyük kalabalığı, içerideki zarif ikramları ve gelen ünlülerin çokluğunu unutamam. Başta sevgili Türkan Şoray ve peşine düşen malum hayran kitlesi birçok önemli kişi oradaydı: protokolden sanat camiasına...

Türkan Şoray uzun süre ve ayakta kaldığı sahnede

Bendeniz de katıldım ve hem sinemanın, hem de genelde Beyoğlu'nun geçmişi üzerine hayli laf ettim; ki o semtin benim aşklarım arasında olduğunu bilen bilir. Sadece kitaplarıma bakarak da bu anlaşılır.

Dorsay sahnede anlatıyor.

Tüm bunları bugün itibarıyla gazetelerde bulacaksınız sanırım. Ben ayrıca bu sinemadaki İBB etiketli kimi etkinliklere katılacağımı belirteyim. Örneğin 10 Ekim Salı günü saat 19.00'da sevgili Burak Göral'la birlikte Metin Erksan ve başyapıtlarından Sevmek Zamanı'nı konuşacağız. Sonra da film gösterilecek. Bekleriz efendim...

Dorsay, İmamoğlu ile konuşuyor.
Dorsay çifti Müjde Işıl'la sinemanın afişi önünde.
Dorsay'lar ve Biket İlhan.

Not: Sevgili okurlarım. Milliyet Sanat dergisinin Ekim sayısında Sinemanın Hazineleri köşesindeki aylık filmim Karaağaçlar Altındaki Arzu - Desire Under the Elms (1958). Delbert Mann'ın filminde Sophia Loren, Anthony Perkins, Burl İves gibi oyuncular var. Ayrıca derginin bu ay 100. yılında Cumhuriyet'in tüm sanatlardaki birikimini işleyen çok değerli bir belge oluşturduğunu da ekleyeyim.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan... " sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"