06 Nisan 2024

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...

MAYMUN ADAM

X X X ½

(Monkey Man)

Yönetmen: Dev Patel
Senaryo: Dev Patel, Paul Angunawela, John Collee 
Görüntü: Sharona Meir
Müzik: Jed Kurzel
Oyuncular: Dev Patel, Sharlto Copley, Pitobash, Vipin Shartma, Sikandar Kher, Adithi Kalkunte, Sobhita Dhulipa, Ashwini Kalsekar, Jatin Malik

Universal filmi, 2024

Son derece farklı bir kültürden gelen, bizleri başka alemlere götüren, ama o özel görkemi; avantür, kavga dövüş ve şiddet unsurlarıyla kitleye de seslenen bir film... Daha ne istenir?

Film varlığını tek bir kişiye, ününü İngiltere'de yapan Hint kökenli sanatçı Dev Patel'e borçlu. Kenya kökenli bir ailenin 1990 doğumlu oğlu asıl ününü Slumdog Millionaire - Milyoner filmiyle yapmış ve Oscar adayı olmuştu. Ardından Marigold Hotel, Chappie gibi filmler geldi. Bu filmse onun uzun süreli bir projesiydi; ama bir türlü gerçekleşememişti. Ta ki tanınmış yapımcı-yönetmen Jordan Peele projeye arka çıkıncaya dek...

Ve bu kez, 34 yaşındaki sanatçı ilk kez yönetmenliğe sıvanıyor. Aynı zamanda yapımcı, yazar ve de baş oyunculuk, her şeyi yüklenmiş olarak... Yani, hayatının işini yapmış. Ve hayli de başarılı olmuş.

Film Hindistan'da geçiyor. Ama bir bölümü de Endonezya'nın Batam yöresinde çekilmiş. Yatana adlı, aslında var olmayan bir düşsel kentte... Baş kahramanı Kid adlı bir genç adam. Yıllar önce ona masallar anlatan ve bol mango suyu içiren sevgili annesini yitirmiş. Rana adlı bir polisin seks teklifini kabul etmediği için öldürülmüş kadın... Adam sonra da köylerini ateşe vermiş. Bunca yıl bunun intikamını almak Kid'in hayatının baş hedefi olmuş. Düşlerinde hâlâ o olayı yaşıyor ve ter içinde uyanıyor.

Kid hayatını dövüşle kazanıyor. Tiger (Kaplan) lakaplı bir işletmecinin düzenlediği ring sporlarına özel biçimde katılarak: yüzüne bir goril maskesi takıyor ve hayata karşı duyduğu nefreti ringde karşısına çıkandan alıyor. Bu arada Queenie (kraliçe) lakaplı bir kadınla karşılaşıyor. Kraliçe bir randevu evi işletmekte, kadınları orada zorla çalıştırmakta ve ayrıca uyuşturucu ticareti yapmaktadır. Kid bu çevrenin içine girmek için, fuhşun zenginlere göre ayarlanmış mekanı olan lüks bir otelde iş bulur. Böylesine karmaşık, tarihsel ve törensel bir nitelik taşıyan bir dinin egemen olduğu o ülkede, bir kesimin daldığı gece kulüpleri ve bol çıplak dansözler nasıl oluyor? Arada Kraliçe'nin cüce ve kötücül yardımcısı Alphonso ve iktidar düşkünü fanatik politikacı Baba Shakti de entrikaya karışıyorlar.

Bu arada Kid yeraltında bir 'hijra'ya rastlar: cinsiyet değiştirmiş 'trans' kadınlar ve eşcinseller yuvası... Başlarında da Alpha adlı bir Hindu rahibe vardır. Onlar Kid'e sıkı bir eğitim verirler. Bu eğitim artık bir Hindu efsanesi olan ve tanınmış şairleri Ramayan'ın yazdığı, yarı maymun, yarı insan Hanuman efsanesinin yenilenmiş halidir.

Hayli karışık gözüküyor, değil mi? Ama öncelikle Patel öylesine hızlı, akıcı ve temposu yüksek bir anlatım yakalamıştır ki... Kimi sahnelerde sanki baş döndüren bir kamera kullanımı... Ve de kendisinin ustalıkla oynadığı Kid kimliğine öylesine patetik ve yürek burucu bir kişilik vermiştir ki... O çocukluk anıları; o avucu kaynar çamaşır suyunun izlerini taşıyan eli... Ayrıca kolay unutulmaz sahneler. Gerçek anlamda bir Hint usulü kukla oyunu... Ring döğüşlerinde yaratılan antrenör ve davul ritmi uyumu... Sokaklardaki mezhep çatışmaları; birbirine giren gruplar... Ve finalde Baba Shakti'ye yapılan büyük tezahürat...

Evet, karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle... Elbette böylesine farklı bir kültürün hikâyesinde yalnızca İngilizce'yi kullanmak tuhaf kaçmıyor değil... Dövüş sahneleri büyük ölçüde Kore ve Endonezya sporlarına dayandırılmış. Kid'in eğitimi sırasında çalan gizemli müzikse Üstad Zakir Hussein'e ait. (Onlar da aynen Üstad diyorlar!)

Burada eleştirilebilecek birkaç nokta var. Biri o ring dövüşü sahnelerinin bir yerden sonra biraz Rambo filmlerini akla getirmesi. Bir diğeri de Kid karakterinin bir türlü iyi ve olumlu duygulara yönelemeyişi: ne aşk, ne sevgi, ne mizah... Hatta ne de seks!...

Bir not daha... Kimi eleştirilerde filmin popüler seri John Wick'in serüvenlerine benzediği yazılıp söylendi. Filmde de onun adı geçiyor: duvarda asılı bir John Wick silahı var. Ama hemen ardından bunun bir Çin taklidi olduğu belirtiliyor. Tuhaf, değil mi?

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"