17 Kasım 2023

Fransız tarihinden çapkınlıkla yüklü bir yaprak

Bu kendine özgü filmi temelde sevip bağrımıza bassak da kimi ögelere karşı çıkmamak kolay değil

JEANNE DU BARRY

X X X

Yönetmen: Maiwenn
Senaryo: Maiwenn, Teddy Lussi Modeste, Nicolas Livecchi
Görüntü: Laurent Dailland
Müzik: Stephen Warbeck
Oyuncular: Maiwenn, Johnny Depp, Benjamin Lavernhe, Melville Poupaud, Robin Renucci, Marianne Basler, Djibril Djimo. Pauline Pollmann, Pierre Richard

Fransız filmi, 2023

Fransız tarihinin geçmişine çok ilginç bir eğilme. Tam 230 küsur yıl önce yaşanmış bir olay aracılığıyla... Film geniş bir çayırda açılır. Bir kızın resmini yapan bir ressamı gösteren... Ve o kızı tanırız: alt sınıflardan gelme Jeanne Vaubernier... Babası rahip, annesi aşçıdır ve kadın kızını zor şartlar içinde büyütmüştür. Onun ölümüyle de genç kız bir manastıra yollanır.

Jeanne son derece açık bir kızdır: hayatın her yönüne; bu arada sekse ve erotizme de... Filmde dendiği üzere "Erotizmin tedirgin edici büyüsü"ne kapılır ve manastırdan kovulur. O aynı zamanda kitap da okuyan, sınıfsal ayrıma metelik vermeyen cesur bir kadındır. Şehvet dolu gecelere de katılır; fahişeliğe kaydığı da söylenir.

Ve aradan yıllar geçer. Yakışıklı aristokrat Du Barrıy ona göz koyar. Ama asıl niyeti, son derece etek düşkünü kral 15. Louis'ye bir aracıyla kızı yollayıp kralın gözüne girmektir. Böylece bizler ünlü Versailles Sarayı'nın mahremiyetine gireriz. O bildiğimiz klasik romantik, tarihsel, belgesel yanları olan bir filmle değil... Son derece farklı yapıda, bence ilk bölümleri devasa bir karikatürü andıran, ama giderek ve özellikle sonlara doğru hayli dram içeren müstesna bir film aracılığıyla...

Böylece Jeanne saraydaki görkemli bir geceye katılır. Kralın törende onunla ilk karşılaşması şaşırtıcıdır: adam ona gözlerini diker ve uzun zaman ayıramaz!... Bir ilgi başlamıştır; yakında bir büyük tutkuya dönüşecek... Ama "kralın sevgilisi" olmak kolay değildir. Böylece filmin belki en alaycı bölümü başlar. Yine kraliyetin emrindeki sağlık insanları kadının en derinlerine girer, onun "kralın yatağına layık" olup olmadığını saptarlar!.. Ayrıca binbir yasak ve kural vardır: krala arka dönülmez, kralla tartışılmaz, krala karşı çıkılmaz... Saray adabı dediğimiz şey tüm bir yaşam biçimidir.

Ve saray mensupları, özellikle de kral ailesi Jeanne'ı kabullenmezler. Hele birbirinden çirkin üç kızı, gay kılıklı veliaht, hemen hepsinin suratları makyajlı, dudakları rujlu, davranışları robota dönüşmüş tüm bu cemaat, kralla ve saray adabıyla aralarına girmiş bu kendine özgü kadını istemez ve her vesileyle olay çıkarırlar. Ona sarayda gepgeniş bir bölüm ayrılmasını, emrine bir düzine hizmetkâr verilmesini, ya da kralın herkesin ortasında "Je Vous Aime" demesini kabul edemezler. Ancak dük ve düşeslerin masaya oturabileceği, kont ve konteslerin ayakta kalması gereken bir düzendir bu...

Arada Bengal'den hediye gelen Arap çocuğu Zamor ortalığı silkeler. Çünkü sarayın bir yanı da ırkçılığıdır. Ama ata binerek tüm kadınları çıldırtan Jeanne bunu da bastırmayı bilecek ve Zamor biraz büyüyünce, sarayın fetişi olacaktır.

Tüm bu olaylar son derece sempatik La Borde adlı kraliyet müşavirince bilinir ve denetlenir. O aralar veliaht Avusturya'dan gelin olarak gelen Marie Antoinette'le evlenir. Bu çok şeker kadının da saraya adapte olması kolay değildir. Ama kralın sağlığı giderek bozulur. Dönemin belalarından çiçek hastalığıdır bu: binlerce insanı öbür yana gönderen... Artık saray ahalisi de Jeanne'ın sevgili ünvanını kabullenmiştir: resmi olarak hiç kraliçe olmasa da... Ama, ölüm döşeğinde olsa da, o gerçek sevgiliyi bırakıp gitmesi kolay değildir.

Bu kendine özgü filmi temelde sevip bağrımıza bassak da kimi ögelere karşı çıkmamak kolay değil. Öncelikle böylesine Fransız bir filmde tipik Amerikan oyuncusu Johnny Depp'in işi ne? Gerçi fena oynamıyor. Seçimi olasılıkla zaten rol gereği çok az konuştuğunu da göze alarak (o mu biraz Fransızca öğrendi, yoksa dublaj mı yapıldı; anlamak kolay değil!), uluslararası bir sükse yapmak için olabilir...

Genç kızlığında onca şeker olan Jeanne'ın büyüyünce gerçekten de "at suratlı" bir dişiye dönüşmesine ne demeli? Evet, filmin yazar-yönetmen-oyuncu her şeyi olan Maiwenn böyle bir kadın. Ve filmin her şeyi olunca, bu kompleks ve kuşkusuz çok yetenekli kadının o rolü kendisine ayırması kabul edilebilir. Yine de Brigitte Bardot'dan Catherine Deneuve'e, Anouk Aimee'den Marion Cotillard'a dünyanın kimi en güzel kadınlarını yetiştirmiş bir ulusal sinema için tuhaf kaçıyor bu....

Yine de filmin kimi sahneleri çok çekici. Kralın yakalandığı çiçek hastalığı sonucu çektikleri hayli etkileyici sahnelere dönüşüyor. Hele onun kendi kendisini örtmesi... Ya da ölümün döşeğinde -eski deyimiyle- tebaasından özür dilemesi. O tebaanın "Kral öldü, yaşasın kral" diye bağırmasından hemen önce... Ayrıca filmin tümü de ufuktaki büyük 1789 İhtilali'ni ve Fransa'nın tüm dünyaya özgürlük çağrısı getirmesinin yaklaştığını hatırlatıyor.

Maiwenn 1976 doğumlu bir komple sanatçı. Yönetmen, yazar oyuncu olarak hayli yüklü bir kariyer yapmış. 1980'lerden başlayarak... En yoğun olduğu alan oyunculuğu. 2005'lerde başladıığı yönetmenliğinde ise yarım düzine çalışması var. Beni Bağışlayın, Aktrisler Balosu, Polis, Prensim, DNA filmleri belli bir ilgi görmüş. Bu filminse en iddialısı olduğu kesin..Yönetmenliği gayet olgun.. Ama kendi adıma, fiziğini çok sevmediğimi belirtmiştim.

Ayni biçimde, bir başka alemden gelen Johnny Depp'le pek uyuşamadığımı da... Buna karşılık çok göz dolduran oyuncular da var. Melville Poupaud, Robin Renucci, Marianne Basler, Djibril Djimo ya da Pierre Richard gibi.

Sonuç olarak, bence zayıf bir haftanın en iyi filmi...


Not: Hafta sonu Antalya edebiyat günlerindeyiz!

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"