12 Nisan 2019

Fatih Akın’dan çarpıcı bir seri katil öyküsü

"Belki yer yer iğrenerek, mideniz bulanarak izleyeceksiniz. Ama bu şok, ayni ölçüde unutulmayacak sinema anılarınız arasına girecek"

                                              ALTIN  ELDİVEN     X  X  X  ½ 
                                             (Der Goldene Handscuch)

                                             Yönetim ve senaryo: Fatih Akın
                                             Görüntü: Rainer Klausmann
                                             Oyuncular: Jonas Dassler, Margarete Tiesel, Victoria                       Trauttmansdorff, Mark Hosemann, Hark Bohm

                                                    Alman filmi

Fatih Akın  son derece büyük bir sürprizle dönüyor. Ve bize bu kez bir seri katil öyküsü anlatıyor. Hep o çifte-kültürlülüğün getirdiği ‘ciddi’ konuları, aralarındaki çatışma veya buluşmaları anlatan yönetmenimiz gerçi son birkaç filmiyle bu alandaki özgürlüğünü ilan etmişti. Ama Elveda Berlin veya Paramparça’nın da en azından çağdaş Alman toplumunun paranoyaları açısından güncel bir önemi vardı. 

Oysa bu kez anlatılan, 1970’lerdeki bir seri katilin gerçeklere dayanan öyküsü. Akın bu filmi yapma nedenlerini “benim de kentim olan Hamburg’da yaşanmış ve ortak belleğin unutmadığı  bir öykü” olarak özetliyor. Yeterince saygın bir gerekçe değil mi? 

 Yüzü kadar ruhu da çirkin, şehvet arzuları hep zirvede, kadınlara btr türlü yaklaşamayan, yaklaştığında da tavlayamayan Fritz Honka, bu yüzden giderek yaşlı, şişman, çirkin olanlarına yanaşıyor, onlarla yetinmeye çalışıyor. Ama onlara da olabildiğince kötü, zalim, hatta vahşi biçimde davranıyor.

Ve giderek bir seri katile dönüşüyor, Hamburg’un göbeğindeki evinin bir gizli dolabına yıllar boyu kesilmiş ceset parçalarını itinayla paketleyip yığmak suretiyle...

Böyle bir hikâyenin bizim dışarıdaki medar-iftiharımız Fatih Akın’ın eline geçmesi ilginç olmuş. Aslında araştırmacı, yenilikçi bir yönetmen olan Akın, bu yüzden elbette o klasik seri katil filmlerinden birini seçmiyor. Daha özgün, daha sinemasal olmaya çalışıyor.

Böylece dönemin Hamburg’u, giderek Almanya’sından son derece ilginç görüntüler geliyor karşımıza....Yönetmenin toplumun alt sınıflarından çizdiği tablo içler acısı: o izbe mekanlarda ne zavallı hayatlar sergileniyor; ne çok yaşlı buluşmaları yaşanıyor; ne şüpheli tipler yuvalanıyor; ne tür kötülükler planlanıyor; ne suçların tohumları atılıyor...Filme adını veren o Altın Eldiven meyhanesi nasıl bir şeytan ini...

Ve o zavallı, talihsiz, feleğin sillesini yemiş hatunlar, nasıl birkaç azgın erkeğin şehvet hedefi, doyum malzemesi oluyorlar... Korkunç yalnızlıklarını, çürük ve yaralı bedenlerini sömüren, giderek yaşamlarını söndüren bir erkek zulmünün kurbanları haline geliyorlar...

Bu tür bir film için bile fazla sert, aşırı kanlı duran bir yapım bu... Ama insanı o iğrenç suç dünyasının göbeğine çekip almayı da başarıyor. Benden söylemesi: Belki yer yer iğrenerek, mideniz bulanarak izleyeceksiniz. Ama bu şok, ayni ölçüde unutulmayacak sinema anılarınız arasına girecek. Akın’ın o şişman kadınları biraz Fellini’yi hatırlatırken, suç kavramıysa yine kendisi gibi Kuzey Avrupa’lı bir yönetmeni, Danimarkalı Lars Von Trier’i akla getiriyor.

Oyuncular da iyi. Fritz Honkaz rolünde Jonas Dassler dört başı mamur bir kompozisyon çiziyor. Yaşlı kadınlar birbirinden ilginç; ama sanırım en çok Gerda’da eskilerden Margarete Tiesel, döktürüyor. Katilimiz için tam bir rüya kadın olan gencecik kızdaysa –yanılmıyorsam- Victoria Trauttmansdorff adlı yeni aktris kusursuz. Alman sinemasının çok eski kuşağından Hark Bohm ise meyhanenin yaşlılarından birinde konuk oyuncu olarak karşımıza geliyor.


Yarın :  KAPI

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"