19 Eylül 2024

Dost bir ülkeden gelen bir kadın çığlığı, bir aşk efsanesi

Film, sakin bir nehir gibi akıyor

EN SEVDİĞİM PASTAM

X X X ½

(My Favorite Cake)

Yönetim ve senaryo: Maryam Moghaddam, Behtash Sanaeeha
Görüntü: Mohamad Hadadi
Müzik: Dounia Chaouih
Oyuncular: Lily Farhadpour, Esmail Mehrabi, Mohamad Heideri, Melika Pazouki

İran, Fransa İsveç, Almanya ortak yapımı, 2024

Yarın gösterime girecek bu kendine özgü film son Berlin şenliğinde ayakta alkışlanmış. Adına bakınca şen bir film sanabilirsiniz: "Sevdiğim pastam" lafı en azından bir yaş günü kutlamasını, dahası bir komediyi düşündürmüyor mu?

Ama öyle değil. Bu bir İran filmi. Bir zamanlar ünlü isimler yetiştiren; Batı'da da tanınıp festivallerde ödül toplayan adlar... Cafer Panahi, Abbas Kiyarostami, Majid Majidi, Behram Beyzayi... Dariush Mehrjui, Mohsen Makhmalbaf, Mesud Kimiai... Perviz Kimyavi, Samira Makhmalbaf, Amir Naderi vs. vs.

Ama bugün İran'da egemen olan rejimin çağdaş demokrasiyle bir ilgisi var mı; olabilir mi? Oysa bir dönemde ne modern bir yönetimdi. Son Şah Rıza Pehlevi'nin Batı'da eğitim almış güzeller güzeli eşi Süreyya ile ülkemizi ziyaretini ben hatırlıyorum. İstanbul'da peşlerine düşen basınla yaşadıklarını da...

Ama ardından o tartışmalı "İslam devrimi" geldi. Ve kimilerini memnun etti. Ancak bu güzel filmi izleyip sonrasını da öğrendiyseniz, böyle düşünmeniz mümkün mü? Olan şu: İran otoriteleri filmi yazıp yöneten, yani yaratan iki sanatçının ülkeden çıkmasını yasaklamışlar. Daha önce de Berlin 2021'de Ballad of White Cow filmiyle tanınan Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha, bu kez oraya gidememişler. Filmin baş oyuncusu Lily Farhadpour (harika bir oyun veriyor) orada basın önünde okuduğu bildiride, bu yasağı "son bebeklerini görmeleri yasaklanan bir ana-baba" psikolojisine benzetmiş. İşte sanat böyle savunulur!...

Neyse, şimdi hikâyeye bakalım. Günümüz Tahran'ında yaşlı bir kadın... Evinde çay içiyor, sigarasını yakıyor, çiçeklerini suluyor. Alış verişe çıkıyor; TV'de aşk dizisi izliyor. Ve kadın dostlarını ağırlıyor. Çoğu yaşlı o kadınlar öylesine bir sohbete dalıyorlar ki dudak ısırtıyor. Özlemlerini, marifetlerini, hatta çapkınlıklarını anlatıyorlar. Bir tür yaşlı kadın mizahı... Ev sahibesi Mahin'in yaş günü olduğundan, ona bir tansiyon aleti de hediye alınmış.

Mahin kendine özgü bir hatun. Doktor kocasını 30 yıl önce trafik kazasında yitirmiş. Çocuklarıysa 20 yıl önce İran'ı terk edip gitmişler. Mahin onunla ancak telefonda buluşabiliyor. Bu arada ülkede yaşlılar sürekli emeklilik sorunlarını konuşuyor, özel emekli restoranlarında buluşup dertleşiyorlar. Para biriminin Tümer olduğu ülkede ekonomi en büyük sorun... Fırınların önündeki kuyrukların da sonu yok!...

Tam o sırada çağdaş İran'dan bir olay yaşanıyor: Sokakta açık başla dolaşan kadınlar adları "Ahlak Polisi" olan bir ekipçe durdurulup tutuklanıyor. Oradan geçen Mahin buna engel olmaya çalışıyor, ama mümkün mü? İşte çağdaş İran'dan gerçek bir tablo...

Bu arada biz Mahin'i iyice tanıyoruz. Kendi kendine makyajını, bitmeyen iyimserliğini, şarap merakını; kadeh kaldırmaktan aldığı keyfi... Aynı biçimde de aşka olan ihtiyacını. 70 yaşında olduğu halde... Ve kendi yaşındaki bir şoföre, adı Faramarz olan sempatik bir adama öylesine tutuluyor ki... Bu onun için son aşktır. Ve özel akıbetine doğru adım adım ilerleyecektir.

Film, sakin bir nehir gibi akıyor. Kamera ancak gerektiğinde yavaş kaydırmalar yapıyor: en çok da kapalı mekanlarda... Arka planda önemli bir ülkenin tablosu verilirken, ön planda görkemli bir aşk hikâyesi tüm filme egemen soluyor. Bu garip, olağanüstü ve büyüleyici bir aşktır. Çok uzun bir dans sahnesi ya da iki aşığın özel koşullarda yan yana yatması da filmden unutulmayacak sahneler arasında...

Kolay unutulmayacak bir şey Mahin rolündeki Lily Farhadpour'un oyunu. Ülkesinde tapılan oyuncunun birçok filmi arasında Melekler Hep Birlikte İner, Mine'nin Seçimi gibileri var. Ama tam yaşını bulamadım: imdb'de bile yazmıyor!...

Ve son bir bilgi. Yine Lily Farhadpour'un Berlin'deki basın bildirisinden:

"Bu sinemanın büyüsüdür. Sinema bizi yaklaştırır, birleştirir. Bulunduğumuz yere açılan bir pencere... Benim ülkemde sizlerle buluşmak ve büyük ekranda aşktan, hayattan, özgürlükten konuşmak yasaklanmıştır. Bu hazineyi ne yazık ki yitirdik."

Bu arada, tam iki yıl önce, yine başını tam örtmediği için İran'da alındığı nezarethanede ölen Mahsa Emini'nin bir efsane olduğunu ve her yıldönümünde özellikle kadınları sokağa döktüğünü de hatırlatalım. Ayrıca tam şu günlerde, rejimin yeni başkanı Mesud Pezeşkiyan'ın kadınları koruma konusundaki çok güzel çıkışını...

Ve bu güzel filmi benzer sorunlar yaşayan ülkemizin seyircilerine tavsiye edelim.


Sevgili okurlarım,

Cumartesi saat 15.00'de Beyoğlu Tepebaşı'nda Meşrutiyet Caddesi 99'daki Minoa Kitabevi'nde,

Pazar günü ise Sarıyer kitap fuarında son kitabımı imzalayacağımı duyururum.

 

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"