18 Aralık 2023

Bir yeni Demirkubuz başyapıtına kapsamlı bakış

Demirkubuz son filmi Kor’dan tam 7 yıl sonra bu filmi imzalamış. Heyecanla beklenmez mi? Ve film beklendiği gibi çıkıyor

HAYAT

X X X ½

Yönetim ve Senaryo: Zeki Demirkubuz
Görüntü: Cevahir Şahin, Kürşat Üresin
Oyuncular:
Miray Daner, Burak Dakak, Cem Davran, Umut Kurt, Melis Birkan, Doğu Demirkol, Osman Alkaş, Kayhan Açıkgöz, Muttalip Müjdeci, Seyit Nizam Yılmaz , Berfin Beşel, Hande Özen, Özlem Türkad,Caner Cindoruk

TRT, Klas Film, Mavi Film yapımı, 2023


Bu önemli filmi ne Filmekimi'nde görebildim ne de sonraki özel gösteriminde... Ancak cuma günü sinemalarda görebilmek kısmet oldu. Ve hemen oturup yazdım. Ne demişler: geç olsun da güç olmasın!...

Zeki Demirkubuz dönüyor. 1990'larda Türk sinemasına adımını atan, art arda birbirinden güzel filmler imzalayan ve benim kendimce ‘6 silahşörler' dediğim yarım düzine yönetmenden biri de o... Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Derviş Zaim, Reha Erdem ve Yeşim Ustaoğlu'yla birlikte... Hemen hepsi hala üretiyorlar. Demirkubuz ise son filmi Kor'dan tam 7 yıl sonra bu filmi imzalamış. Heyecanla beklenmez mi?

Ve film beklendiği gibi çıkıyor. Bence herkesi aynı noktada buluşturmasa ve örneğin, sevgili Uğur Vardan kadar hayranlıkla karşılanmasa da mutlaka önemli, sağlam ve son derece ciddiye alınması gereken bir film. Biz de deneyelim.

Olaylar taşrada, Boyabat yöresinde bir genç kızın ortadan kaybolmasıyla başlıyor. Ve saf, temiz yüzlü, iri mavi gözleriyle dikkat çeken Hicran çekip bir yerlere gidiyor. Onunla bir gönül ilişkisi kurmuş ve belki bunu daha ciddileştirmeye kararlı olan aynı yaşlardaki Rıza, kızın kayboluşuyla altüst oluyor. Ve ilçeye onun kayıp ilanları asılıyor. Rıza "Artık hayatta hiçbir şey yapamam artık" diye feryat ederken, babası şöyle diyor: "Seni sevmeyen, istemeyen, peşinden koşmayan bir kadının ardından gitme!" Sonradan Hicran'ın gittiği yerin güzel İstanbul'umuz olduğu anlaşılıyor. Ve o andan itibaren İstanbul'un Boğaziçi, Beşiktaş, Eminönü, Taksim vb. görüntüleri filme dekor oluşturuyor.

Filmin ilk yarısı hemen tümüyle bir erkekler hikâyesi. Hicran ikinci yarıda devreye girinceye kadar...Yaşlı insanlar da var; hepsi sakal ve bıyıklı gençler de... Ekmeği Ekmekçiden Al levhası taşıyan dedesinin fırınında çalışan Rıza, gerçekten sempatik ve yakışıklı biri. Ve emekçilerle birlikte bize de harika ekmekler yapımını öğretiyorlar!... Gençler öylesine sık ve sıkı biçimde bir araya geliyorlar ki... Kadınların neredeyse var olmadığı bu eril dünyada, o erkek yakınlaşmaları belli bir cinsellik içerebilir diye düşünmek bile mümkün!..

Konuşmalar bol küfürler ve erkek sohbetleriyle sürüyor. Bu arada İstanbul'da belki de ‘kötü yol'a düşen Hicran yeniden Boyabat'a dönüyor. Babasının bulduğu erkekle evlenmek istemiyor; annesinin gördüğü şiddete tanık oluyor. Bu ülkede egemen olan erkek hakimiyeti filmin ana temalarından ve ustaca sergilenmiş özelliklerinden biri.

İkinci yarıda Hicran devreye giriyor. Ve hikâyeye ağırlığını koyuyor. Sonunda babasının ısrarıyla, emekli öğretmen Orhan'la evleniyor. O da alabildiğine geveze, genç kıza nutuklar çeken, yumuşak görünümü ardında aslında sert bir kişilik...Hatta bir yerde nefis bir monolog sunuyor bizlere. Ve özlediğimiz oyuncu Cem Davran sayesinde de bu, filmin en unutulmaz bölümlerinden biri oluyor.

Film belki çok uzun, kimi zaman aşırı yavaş, kimi zamansa tekrarlar içeriyor. Yani bence kusursuz bir film değil. Ama öylesine ilginçlikleri ve elbette senaryoyu da yazmış olan Demirkubuz'dan gelen öylesine deyişleri var ki... Kimi zaman bol ve uzun konuşmalar; kimi zamansa lakonik... Ve sırf görüntüye bel bağlıyor. "Burası Türkiye; burada herkes inanmak istediğine inanır"; "Bu hayatta her şey bir başka şeyin temeline dokunur" tarzı (öz)deyişler de var, Kimileyin sert ve insanı yerinden sıçratan görüntüler insanı şaşırtıyor; ama birden onların birer rüya sahnesi olduğunu anlıyorsunuz.

Film aynı zamanda ülkemizin kadın sorununu bir kez daha ve çok özgün biçimde gündeme getiriyor. Başta kızlarımızı çok erken ya da zorla evlendirme gayreti olmak üzere... Bir yerdeki "Sevginin mantıkla ilişkisi olamaz" deyişi çok hoş... Film boyunca sürekli ikram edilen ya da içilen çay görüntüleri ise Türk halkının o çay tutkusunu gösteriyor!...

Ve böylece aradan yıllar geçiyor. O gençler olgunlaşıyor; hayaller sönüyor; aşklar tükeniyor. Ama elbette hayat devam ediyor. Biz ise o insanların kaderine tanık oluyoruz: usta bir senaryo ve onun yine ustalıkla sinemalaştırılması sayesinde... Görüntülerin arkasındaki Cevahir Şahin-Kürşat Üresin ikilisinin son zamanda Nuri Bilge'nin Kuru Otlar Üstüne filmini de çektiğini ekleyeyim. Anlaşılan bu ikili özellikle çok uzun filmlerde ustalaşacak!.. Bu arada müziğin çok az olduğunu ve tam anlamıyla yerli-yerinde kullanıldığını belirteyim. Kaynakların hiçbirinde müzik hakkında birazcık bilgi bile bulamadıysam da...

Oyunculuklar da müthiş. Özellikle Hicran'da Miray Daner'in finale doğru bir boşanma (duyguların boşanması demek istiyorum!) sahnesi var ki...Yani hıçkırıklarla ağlama... Ben şimdiye dek perdede böylesine dokunaklı, yürek paralayan, üstelik tek bir çekimle sunulan bir ağlama sahnesi görmedim!.. Sırf bunun için bile gidip görmelisiniz.

Ve o duyarlı, onun da ötesinde insan yüreğine oturan final. Ne olduğunu elbette yazacak değilim. Ama bir insanın, üstelik daha genç sayılırken, hayatından duyduğu pişmanlık; o cömertçe harcanmış ve geri gelemez mutluluk umudu... Ve o yine çok dokunaklı namaz sahnesi... Her biri hatırladıkça tüylerimi ürpertiyor.

Hicran'da Miray Dener'i ve Rıza'da Burak Dadak'ı yeterince övdüm sanırım. Diğer oyunculara gelince... Ardında az, ama öz roller bulunan Cem Davran zoraki koca Orhan'da; Melis Birkan ve Umut Kurt, Hicran'ın ana ve babasında; Osman Alkaş ise dedede gayet iyiler. Yine sevdiğim Doğu Demirkol'un canlandırdığı karakterle ise pek ilişki kuramadığımı itiraf edeyim.

Ve son bir yargı. Bu film bence birçoğunun iddia ettiği gibi Demirkubuz'un "en iyi filmi" değil. Belki ancak son dönemdeki en iyi filmi denebilir. Ya ötekiler?.. 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabıma tam 4 filmini almışım. Önce Masumiyet, sonra birlikte ele aldığım Yazgı ve İtiraf. En son da Yeraltı. Hepsi bence birer zirve, birer başyapıt. Hayat da onların arasındaki onurlu yerini alıyor.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Bir aydın olarak İsrail suçlarına kapsayıcı bakışım

Onca yıl sonra, Yahudilerin ilk ve de son devleti nasıl oluyor da böylesine büyük bir soykırıma bizzat kendisi girişmiş bulunuyor?

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

"
"