27 Kasım 2021

Bir moda kralının trajik öyküsü

Usta yönetmen Ridley Scott’ın, Sara Gay Forden’in romanından uyarladığı Gucci’nin Evi, tam başarı olmasa da ilginçlikleri olan bir film…

GUCCİ’NİN EVİ      X  X  X

  

(The House of Gucci)/ Yönetmen: Ridley Scott/ Senaryo: Becky Johnston, Roberto Bentivegna/ Görüntü: Dariusz Wolski/ Müzik: Harry Gregson-Williams/ Oyuncular: Adam Driver, Lady Gaga, Al Pacino, Jeremy İrons, Jared Leto, Jack Houston, Salma Hayek, Alexia Murray, Vincent Riotta, Gaetano Bruno, Reeve Carney, Florence Andrews/ Universal-MGM filmi, 2021

Moda, ah Moda... Eski Moda semtini kastetmiyorum-   onu sürekli arasam bile... Ama tarih boyunca özellikle kadınları ilgilendirmiş, giyim-kuşamı kadın güzelliğinin ayrılmaz bir parçası haline getirmiş, en çok da 20. yüzyıldan itibaren yetişen büyük modacıları yakın zamanların en ilginç kahramanları arasına sokmuş bir alan. Ve işte bu alanın en önemli isimlerinden biri için yapılmış destan-film.

 Gucci’ler modanın en eski adlarından biri. Bu İtalyan aile giyimde büyük işler yapmış, ama özellikle 70-80’lerde ön plana geçmiş; tam 153 büyük mağaza ve yıllık 500 milyon dolarlık iş hacmiyle... O dönemde iki büyük patronları var: Aldo ve Rodolfo Gucci kardeşler... Ve ikisinin de birer oğlu: Rodolfo’nunki asıl kahramanımız Maurizio ve Aldo’nunki Paolo Gucci olan...

İki baba da yaşlanmıştır ve sağlıkları bozulmuştur; özellikle Rodolfo. O oğluna işini bırakma taraflısıdır. Ama tam o sırada zaten hayli mahcup ve pasif bir karakter olarak çizilen Maurizio, mütevazi bir aileden gelen Patrizia Reggiani’nin aşk tuzağına düşmesin mi? Bunu söylüyorum, çünkü ilişki o çılgın balo sahnesinden başlayarak kadının egemenliği altındadır ve onun Maurizio’nun çekingenliğine sürekli saldırısıyla ancak yürümeye başlar!...

Ama baba bunu istemez, kadına güvenmez. Ne var ki o sırada olan olmuş, Maurizio kadına iyice tutulmuştur. Kaçınılmaz evlilik yapılır; kilisede Rodolfo/Maurizio  tarafına ayrılmış bölümün bomboş kalmasıyla... Ve Rodolfo ani bir kararla oğlunu mirasından yoksun bırakır. O hiç aldırmasa da...

Ama aldıran biri vardır: Patrizia... O kocasını sevse de, o servetten yoksun kalmak istemez. Bu arada amca Aldo’nun oğlu Paolo da garip, komik ve düzenbaz bir karakter olarak mirasa göz diker ve çok yönlü bir entrikanın tüm kapıları açılır.

Bu İtalyan kökenli evrensel hikâye, aslında modaya bulaşan kanın da örneklerinden biridir. Yakın zamanda dünya TV’lerinde gösterilen Gianni Versace’nin Öldürülmesi dizisinin hatırlattığı gibi... Bu aile belki bu tür bir ilişkinin uzun, dalgalı ve ürkünç örneğini yaşar. Bu Mafyalar ülkesinde, İtalyan ‘canzone’leri ve opera aryaları eşliğinde yapılan yalnızca defileler değildir. En büyük entrikalar da böyle bir ortamda yaşanır.

Roma’dan Milano’ya uzanan bir coğrafyada, Gucciler örneğin Sophia Loren’in de ziyaret ettiği dev mağazalara sahipken, öte yanda patronluktan vazgeçmiş bir Maurizio ailenin emekçilerini, taşraya gittiğindeyse ineklerini tanır. (Gerçek ineklerden söz ediyorum!). Ama sonunda pes edecek ve yeniden Gucci’nin başına geçecektir. Yanına yepyeni bir ‘designer’i, Tom Ford’u da alarak... Ama o sırada ne yazık ki uzun yoldaşı Patrizia’dan artık soğumuştur. Ondan ayrılmak için elinden geleni  yapacak, sonunda da başaracaktır. Böylece onu her erkeğin sakınması gerekli ‘kadın intikamı’ denen şeye sevk ederek!..

Sara Gay Forden’in tam adı "House of Gucci: A Sensational Story of Murder, Madness, Glamour, and Greed" olan romanından uyarlanan film, Ridley Scott gibi bir ustanın imzasını taşıyor. 1937 doğumlu İngiliz yönetmeni kısa filmlerle başlayan serüveninde 1970 sonlarından itibaren Düellocular, Alien- Yaratık, Blade Runner- Bıçak Sırtı, Legend,  Thelma ve Louise, G. İ. Jane, Gladyatör, Hannibal, American Gangster, Body of Lies, Robin Hood, Exodus: Gods and Kings, Marslı, Alien: Covenant gibi ünlü filmler çekti. Yakın zamanda yönettiği The Last Duel’i göremedim. Bu filmde de üzerine düşeni yapıyor; rahatça izlenen bir filmi çekmeyi bir kez daha başararak...

Yine de film tümüyle tatmin etmiyor. 2 saat 35 dakikalık uzunluğu çok fazla. Özellikle ortalara doğru asıl hikâyesinden biraz uzaklaşıp ‘öteki oğul’ Paolo’ya ve onun dümenlerine yoğunlaşınca hikâyenin seyirci için ilginçliği azalıyor. Finalin etkileyici olduğu ise kesin...  

Bence oyunculuklar da tartışmalı. Patrizia rolü için daha önce düşünülen isimlere bakın: Angelina Jolie, Anne Hathaway, Marion Cotillard, Penélope Cruz, Margot Robbie ve Natalie Portman. Hangisini seçerdiniz? Bence şarkıcılıktan gelen, birkaç filminden birinde, A Star is Born- Bir Yıldız Doğuyor’un yeni çeşitlemesinde Oscar adayı olan, ama ödülü sadece şarkı dalında alan Lady Gaga, kendine özgü görünümüyle yine de iyi bir seçim. Çünkü fiziğinde çok hafif de olsa bir ‘bayağılık dozu’ var ve bu, karaktere yakışıyor.

Ama başka oyunculuklar bence problemli. Elbette böylesine bir kadro içeren bir filmi o açıdan eleştirmek tuhaf kaçabilir. Ve de kuşkusuz Al Pacino, Jeremy İrons gibi efsanelere sözüm yok. Bir falcıyı oynayan ve film boyu bana sürekli Müjde Ar’ı hatırlatan Salma Hayek de yeterince iyi.

Ama doğrusu başroldeki Adam Driver’ı yadırgadım. Aslında çok sevdiğim bir oyuncu; ama sanki bu role uyamamış diye düşünüyorum. ‘Yeğen’ Paolo’da ise Jared Leto oynuyormuş!... Kaynaklarda görmesem inanmazdım. O upuzun saçlı genç adamın bu saçsız ve antipatik adama dönüşmesi belki bir oyunculuk başarısı. Ama keşke kendisine birazcık benzeyen bir kişiliği oynasaydı!...

Sonuç olarak, tam bir başarı olmasa da ilginçlikleri olan bir film denebilir.

YARIN: İNTİKAM VAKTİ

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

Bir sinema tutkulusunun ölümü ve düşündürdükleri

Ölüm ilanlarının dışında ne yazılı basında ne de TV’lerin kültür saatlerinde hiç anılmadı. Oysa kapsayıcı bir bakışla, bugün Yeşilçam öncesi, kendisi ve sonrasındaki onca filmin önemli bir bölümü, bugün Sami Şekeroğlu sayesinde bizim olmuştu

"
"