15 Nisan 2022

Bir başka 'modern başyapıt' yaratma çabası

Son günlerde üzerine yazdığım o türden birçok filmi düşünün lütfen... Ama bence bunun da bir sınırı var, olmalı!.. Ve bu aşırı iddialı, ama kof Cannes şaheserleri artık durmalı!..

ANNETTE     

X   ½

Yönetmen: Leos Carax
Senaryo: Ron Mael, Russell Mael
Görüntü: Caroline Champetier
Müzik: Ron Mael, Russell Mael
Oyuncular: Adam Driver, Marillon Cotillard, Simone Helberg, Devyn McDowell, Angele

Fransız-ABD yapımı, 2021

2021 Cannes Film Festivali'nin açılış filmi olan Annette şimdi Digitürk'te karşımıza geliyor. Yıllarca -1970'ten beri- bu festivali hayli sadık bir seyirci olarak izlemiş, ama son yıllarda gidememiş ve sanırım artık gidemeyecek bir sinefil olarak, filmi merakla izledim. Ama sonucun hayli büyük bir düş kırıklığı olduğunu söylemeliyim. Roger Ebert sitesine yazan bir yazarın dediği gibi "I don't know what Annette is, except that it's Annette, and that it's unique. - Annette'in ne olduğunu bilmiyorum. Sadece Annette olmanın dışında... Ve bu da benzersiz bir şey."

Bana gelince... Baştan söyleyeyim; galiba artık Cannes'a gitmeyeceğim. Buna da hiç üzülmeyeceğim. Bence bu festival sırf yenilik ve çarpıcılık uğruna bambaşka bir yöne gidiyor. Bundan önceki yıl da Titane adlı o korkunç film de büyük sükse yapmış değil miydi? Benim yine burada sonuna dek zor dayandığım bir garabet örneği olarak!..

Evet Annette... Bir büyük gösteri olarak açılan filmde mizah ustası, stand-up'çı ve sunucu Henry Mc Henry durmadan konuşuyor: "Gösteri sırasında nefes alınmasına izin verilmeyecektir" ya da "Merak ettiğiniz sahne için sabredin lütfen" diyerek... Los Angeles'in Santa Monica semtinde, dünyaca ünlü Henry kalabalık seyircisiyle karşılıklı bir absürd ve grotesk ilişki kuruyor. Birkaç kişilik kadın korolar eşliğinde...

Araya Ann Defrasnoux giriyor; aslında bir opera şarkıcısı, ama her tür şarkı da söyleyebilen... Ve ikisi sahnede başlayıp birleşmeyle biten bir ilişki yaşıyorlar. Birden aşk!.. Aradıkları belki de buydu... Ama bu tam bir paparazziler çağı. İki ünlünün buluşması, bu görselliğe dayalı filmdeki TV ekranlarını dolduruyor. Hep oyunculardan farklı bir ışıkta ve farklı renklerde saptanan o kalabalık ve sadık seyircilere karşı, Henry örneğin şöyle yakınıyor: "Artık bana hiç mi gülmüyorsunuz!"

Ve arada beklenen ya da hiç beklenmeyen konuk geliyor: Annette adlı bebekleri... Önce bir mekanik bebek gibi, sonrasında insan olma işaretleri vererek... Ama buna rağmen bizim için hep bir mekanik kukla kalarak... Ve dolayısıyla filmin hiçbir anında, gerçek bir çocuğun getireceği dokunaklı bir kimliğe bürünemeden... Giderek büyüyen Annette, ikilinin hayatına yeni yollar açıyor. 

Leos Carax 1960 doğumlu bir Fransız yazar-yönetmeni. 80'lerde başladığı sinemada Mauvais Sang - Kötü Kan, Köprü Üstü Aşıkları, Paula X, Holy Motors - Kutsal Motorlar gibi bir avuç filmi var. Az, ama her biri kendine göre ilginç. Bu filmiyse belki en cüretkar olanı sayılabilir.

Film hiçbir biçimde kolay izlenebilir bir entrika sunmuyor. Sözlerin yerini sesler ve melodiler alıyor ama benimsenip yüreğe yerleşecek cinsten değil. Bu yüzden, en modern yanıyla bile bir müzikal denemesinden söz edilemez oluyor. Bu aslında iki yanı da yıkacak bir tutkunun öyküsü mü? Star sisteminin çıkmazlarına mı eğiliyor? Ya da ölümcül bir erkeksilik tasviri mi? Hiç görülmemiş bir baba-kız ilişkisi mi? Ya da perdenin ardında gerçek bir katilin olduğu bir kara-film mi? Hepsine giden, ama bir anayolda birleşemeyen biçimci bir film...

Böylesine aşırı bir entellektüelleştirme çabası, sonunda umulan duygusallık tohumlarının büyümesine fırsat vermiyor. Hiçbir biçimde... Bir başka yazarın dediği gibi: "Stilizasyon nerede bitip bir hikâye anlatımı nerede başlıyor, anlamak mümkün değil!"

Böylece canlı ya da mekanik bebek Annette, çokluk babasıyla birlikte tüm dünyayı geziyor: İspanya'dan İsveç'e, Fransa'dan ABD'ye... Ve büyük kitleler büyük mekanlarda havada uçup duran bu sanki oyuncak bebeği alkışlıyor!.. Eşinin kaybından sonra, onu çokluk yakın dostu ve yardımcısına emanet edip kendisini kulüplerden sokaklara sarhoş olarak atan Henry'nin çocukla da ilişkisi giderek sağlıksızlaşıyor. Ve finale doğru bir büyük trajediye dönüşüyor. En son Quiet- Sessizlik yazılı bir büyük panonun önünde...

Filmin senaryosu gibi müzikleri de Spark Kardeşler'ce yaratılmış: Ron ve Russell Mael ikizler... Ann rolünü oynayan ve gerçekten özlediğimiz Marion Cotillard'a opera sahnelerinde sesini soprano Catherine Trottman vermiş. Ama diğer bölümlerde kendisi söylüyor. 1975 doğumlu Cotillard hayli verimli çalışmış, özelikle de 2008 yılında en iyi oyuncu Oscar'ını almıştı: Fransiz Diva'sı Edith Piaf'ı canlandırdığı La Mome - Kaldırım Serçesi filmiyle... İngilizce dışında bir dille bu ödülü alan sayılı oyunculardan biri olarak... Biri de 1960 yılında La Ciociara - Kızım ve Ben'le alan Sophia Loren'di. 

Adam Driver ise son derece kendine özgü uzun suratı ve çoğu zaman içine girdiği emekçi kılıklarıyla rolüne cuk oturmuş, Aslında o da en azından Marriage Story filminde şarkı söylemişti. Burada da söylüyor. Ama dediğim gibi, şarkıların hiçbiri akılda kalacak cinsten olmadığı için, bunun önemi de yok!.. Driver bir ara Ape of God - Tanrı'nın Maymunu takma adıyla sahneye bir boksör kılığında da çıkıyor. Filmin garipliklerinden bir başkası...

Sonuç olarak, film beni açmadı. Ama hayranları da var. Ben, dedim ya, yalnız bu filmi değil, artık Cannes'ı da genç meraklılarına bırakıyorum. Yeni, farklı, çarpıcı, araştırmacı bir sinemaya sırtımı çevirdiğim için değil. Son günlerde üzerine yazdığım o türden birçok filmi düşünün lütfen... Ama bence bunun da bir sınırı var, olmalı!.. Ve bu aşırı iddialı, ama kof Cannes şaheserleri artık durmalı!..



Yarın: FANTASTİK CANAVARLAR: DUMBLEDORE'UN SIRLARI

Yazarın Diğer Yazıları

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir

İmamoğlu gelirse…

Belki İstanbul'u da kurtarma şansı doğar...