17 Şubat 2023

300 kiloluk bir adamın trajikomik macerası

Yalnız iri bedeniyle değil, yaşadığı içsel serüvenle de anormal olan bu enteresan kişilik beni büyüledi

BALİNA

X X X

(The Whale)

Yönetmen: Darren Aronofsky
Senaryo: Samuel D. Hunter
Görüntü: Matthew Libatique
Müzik: Rob Simonsen
Oyuncular: Brendan Fraser, Sadie Sink, Ty Simpkins, Hong Chau, Samantha Morton

Amerikan filmi. 2022.

Evet, büyük deprem ve neden olduğu büyük matem sürüyor. Ama hayat her şeye karşın devam da ediyor. Filmler ertelendi; ama bu hafta çıkan ve benim tek görebildiğim film olan çok ilginç Balina'yı sizlere duyurmak istedim.

Samuel D. Hunter'ın kendi sahne oyunundan uyarladığı senaryo, hep kendine özgü bir sinema yapmış olan Darren Aronofsky'nin elinde hayli çarpıcı bir filme dönüşmüş. Bir kitle filmi değil; yönetmenin pek sevdiği kareye yakın ekran boyutlarından iyi korunmuş tiyatro estetiğine; antipatik kahramanlarından o alanda zirveye çıkmış baş kişiye kadar... Ama, bir kez daha, has sinefillerin özenle izleyip üzerinde düşünmesi gereken özel bir yapım olduğuna inanıyorum.

Evet, ana kahramanımızdan başlayalım. Charlie yaklaşık 300 kilo çeken bir insan devidir. Boyuyla değil, kilosuyla şaşırtan... Ve perdenin gördüğü en şişman kahraman!... Hemen söyleyeyim; bunda elbette film için çok kilo almış bir Brendan Fraser kadar, özellikle belden aşağısı için başvurulmuş sinema hileleri de geçerlidir.

Bu nedenle, Charlie aşık olduğu mesleğini, yani üniversitede edebiyat öğretmenliğini artık okula gitmeden, sadece evden yapar. Nitekim film onun bir klasik romana, Herman Merville'in Moby Dick'i üzerine eğilmesiyle başlar. Yazarının tam 1851 yılında yazdığı roman da bir beyaz balina üzerine değil midir? Sinemada John Huston'un 1956 yılında, Kaptan Ahab rolünü Gregory Peck'e oynatarak filme aldığı...

Ama Charlie artık kilolarını kaldıramaz hale gelmiştir. Üstelik sürekli ve doymaz bir oburlukla habire yemeğe devam ettiği için... Sanki bir an önce çekip gitmeye kararlıdır. Zaten bu da yakın gözükür. Konan teşhis ona ölümünün yakın olduğunu bildirmiştir.

Yanında ona dostluk edecek sadece bir kişi vardır: Uzak Doğu kökenli yardımcısı Liz. Ama bu ona yetmez. Çünkü yüreği pişmanlık doludur. Yıllar önce, bu denli şişman değilken, Mary adlı bir kadınla mutlu gözüken bir evlilik yapmış, ondan da Ellie adlı bir kızı olmuştur. Ama onun bir minik "günahı" daha vardır: bir eşcinseldir!.. Bu nedenle Alan adlı birini partöner olarak seçmiştir: Liz'in de kardeşi olan... Ve hayatını ona adamıştır. Karısından ayrılıp 8 yaşındaki kızını da iteleyerek...

Charlie yaklaşan ölüm korkusu içinde Ellie'yle yeniden ilişki kurmak ister; kızını bulup eve çağırır. Ama karşısındaki tam anlamıyla öfke küpü bir genç kadındır. Sürekli nefret kusan ve babasına bağırıp çağıran... Arada Thomas da işin içine girer; genç ve yakışıklı bir delikanlı. Ama görünürde kendisini tümüyle dine adamış, kilisede hizmet veren bir 'evangelist'. Ve Yeni Hayat adlı bir cemaat içinde Hazret-İsa'yı geri çağırıp duran... Ama tüm bunların Charlie'ye bir faydası olmayacaktır. Yıllar sonra, boşandığı karısı Mary'yi görmek de hiçbir şeyi düzeltecek değildir.

Film görüldüğü gibi çok değişik ve birbirleriyle flört edecek gibi olmayan temalarda geziniyor. İşte kimi eleştirmenlerin çok övdüğü, kimilerininse tümüyle ittiği bir tavır. Ama bendeniz doğrusu bu yöntemi beğenenlerden oldum. Yalnız iri bedeniyle değil, yaşadığı içsel serüvenle de anormal olan bu enteresan kişilik beni büyüledi.

Yönetmene gelirsek... Darren Aronofsky kuşku yok ki çok özgün bir sinemacı. 1969 New York doğumlu sanatçı, 1990'larda başladığı kariyerinde Pi, Requiem for a Dream - Bir Rüya İçin Ağıt, The Wrestler - Şampiyon, Black Swan - Siyah Kuğu, Noah - Nuh: Büyük Tufan, Mother! - Anne! gibi ilginç filmlere imza attı. Beş yıllık bir sessizlikten sonra yaptığı film onun için önemli. Bizim için olduğu gibi...

Yarım düzineyi aşmayan oyuncuları için de benzer şeyler söyleyebilirim. 90'larda mesleğe başlayan, George of the Jungle - Orman Kaçkını, Mumya, Bedazzled- Şaşkın, Monkeybone, Mumya Geri Dönüyor, The Quiet American- Sessiz Amerikalı, Journey to the Center of the Earth - Dünyanın Merkezine Yolculuk, Gimme Shelter gibi filmler, son yıllardaysa TV dizileriyle hep sempatik tipler çizmeyi başaran Brendan Fraser, sonunda dönüyor. Ve gerçekten de dört başı mamur bir karakter çiziyor. Bu yıl Oscar'ı almazsa herkes şaşıracak!.. Benzer şeyler Liz'de Hong Chau, Mary'de Samantha Morton, Thomas'da Ty Simpinks için de söylenebilir.

Ellie'de Sadie Sink ise ayrı bir alem... Bu genç oyuncu içindeki öfkeyi sürekli dışarı vuran Ellie'de öyle sağlam bir karakter çiziyor ki... Sanırım parlak bir geleceği olacak.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"