22 Eylül 2019

2 milyar kilometre uzakta düğümlenmiş bir baba-oğul ilişkisi

Çoktandır ciddi bilim-kurgu alanında doyurucu bir yapım görmemiştik; Yıldızlara Doğru filmini büyük bir keyifle karşılamamak mümkün değil

YILDIZLARA DOĞRU
(Ad Astra)
X  X  X  X

Yönetmen: James Gray
Senaryo: J. Gray. Ethan Gross
Görüntü: Hoyte Van Hoytema
Müzik: Max Richter
Oyuncular: Brad Pitt, Tommy Lee Jones, Ruth Negga, Donald Sutherland, Sean Blakemore, Liv Tyler, Kimberly Elize, John Ortiz

Fox filmi

Çoktandır ciddi bilim-kurgu alanında doyurucu bir yapım görmemiştik. Elbette 2001: Uzay Yolu macerası, Solaris veya Stalker gibi çok nadir gelen başyapıtları kastetmiyorum; herkes bir Kubrick veya Tarkovsky olamaz!.. Ama nisoeten yakın zamanda izlediğimiz Gravity, The Martian veya Interstellar gibi filmler bile çıkmadı.

Bu durumda Yıldızlara Doğru filmini büyük bir keyifle karşılamamak mümkün değil. Hele benim/bizim gibi bu türü gerçekten sevenlerdenseniz...

Böylece günümüzden biraz daha sonrasında geçen bir öykü izliyoruz. İnsanoğlu Ay'a da, diğer gezegenlere de ayak basmış, hatta buralarda hayli yerleşmiş. Örneğin Ay'da artık birahaneler ve alış-veriş yerleri var. Birinin dediği gibi "dünya yiyicileri" uzayı işgal etmiş. Ve dünyada karşı olduğumuz ne varsa oralara taşımış!..

Bu arada yeni bir seferin eşiğinde, gökyüzüne doğru uzanan devasa bir sistemin birden çöktüğünü görüyoruz. Çünkü 'yıkıcı elektrik fırtınaları' aniden patlak vermiştir. Seferin ana elemanı astronot binbaşı Roy McBride tepeden uzaya doğru savrulur ve iyice aşağılara düşer. Ama kurtulur: O Brad Pitt'tir ve daha filmin başında ölecek değildir!..

O sefer SPACECOM projesidir; uzaydaki gizemi çözmek, gezegenlerde varolduğu farz edilen anti-maddeyi ve zeka taşıyan varlıkları bulmak gibi amaçları vardır.

İşin tuhafı, yıllar önce baba McBride da benzer bir proje için uzaya yollanmıştır. Çünkü o ilk kez Jüpiter ve Mars'a inmiş, en çok madalya sahibi bir kişilik, alanında bir efsanedir. Ama o "Lima Projesi" acı bitmiştir: Tüm katılanların öldüğü, bir tek albay Clifford McBride'ın sağ kaldığı olayda, astronot baba ülkeye dönmeyi reddetmiş ve orada, 2 milyar kilometre uzakta yalnız kalmıştır.

Şimdi, gidişinden 30 yıl sonra, yetkililer oğul McBride'ı özellikle babayı bulup getirmesi için yollarlar. Ondan alınacak önemli bilgilere muhtaçtırlar. Ve yolculuk başlar.

Elbette tuhaf bir yolculuktur bu... Cepheus gemisi önce Ay'a, sonra Marsa' iner. Gemi kaptanının Çinli Lu hanım olması hem işlerin evrenselliğine, hem de kadın-erkek eşitliğine işarettir. (Nurettin Yıldız hoca duymasın!).

Öte yandan, kapitalizm hala hükümrandır. Özel sermayenin işlettiği 'uçak'larda 125 dolara bir öğün yemek verilir!.. Klasik psikoloji de, maneviyat da ayaktadır: Teknolojik bağlantılarla her an astronotlara ruhsal destek sağlanır. Ve Roy aziz Christophe'a dua eder.

Yolda beklenmedik şeyler olur. Bir 'araştırmacı primat' olan ama çıldırmış bir maymunun saldırısı zor önlenir. Roy'un 'uzun yol şoförleri' dediği mürettebatla kavga ettiği de olur. Sonunda tek başına vardığı Neptün'de bulduğu babasıyla ilişkilerini düzeltmesiyse kolay olmayacaktır.

Film yer yer türün kimi klasik klişelerine yaslansa da, sonuç olarak iyi anlatılmış ve sürükleyici bir uzay dramı. 1990'lardan başlayarak Küçük Odessa, The Yards- Çeteler Savaşı, We Own the Night- Gecenin İki Yüzü, İki Aşık, The Immigrant- Bir Zamanlar New York, Kayıp Şehir Z gibi hepsi ilginç filmler yönetmiş olan James Gray yine formda. Bu belki onun en iyi filmi. Ayni şey alanında bir usta olan Hoyte Van Hoytema'nın görüntüleri ve yine usta Max Richter'in müziği için de söylenebilir.

Oyunculara gelince... Uzunca bir sessizlikten sonra Tarantino filmi ve bununla parlak bir dönüş yapan Brad Pitt için ne denebilir? Öncelikle sanırım Oscar adaylığının kaçınılmaz olduğu.

Küçük roller de dikkat çekiyor. Özellikle neredeyse unutulmuş iki oyuncunun varlığı. Babada bugün 73 yaşındaki Tommy Lee Jones çok etkileyici olmayı başarıyor. Ve belki filmin ana teması olan baba-oğul ilişkisine önemli bir boyut katıyor.

Donald Sutherland ise günümüzde 84 yaşında. Ve yaşını gösteriyor da... Onu izlerken, onca güzel filmini de anmak tam bir sinefil keyfi. Yüzüklerin Efendisi'nin Arwen'i Liv Tyler'ı ise TV'de yakın zamanın Türkiye reklamlarından tanıyoruz. 30 yıl önce kocası uzaya kaçıp dönmemiş eş rolünde çok az gözüküyor. Ama sanki bizi kederine ortak etmeyi biliyor. Acaba onu iyi tanıma duygusundan mı?

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"