07 Mart 2025
Teknoloji liderleri yeteri kadar özgürlük olmadığını seslenmekteler. Daha çok ve sınırsız özgürlük istemekteler. Halkın büyük bir çoğunluğu da aynı taleplerde bulunmakta. Refah devletinden çıkarak liberal ve daha da ilerleyerek neo-liberal politik ekonominin istismar edilmesinden çekiniyorlar ve il-liberal bir rejimin bugüne daha uygun olduğunu savunuyorlar.
Toplumlar “il-liberal” olmak istemekte (Kant, Fakülteler Çatışması adlı kitabının ikinci kısmında, insanlığın ilerlemek yerine, “en kötüye” doğru yol aldığı döneme “ahlaki terörizm” adını vermişti.) Macaristan’dan Orban’dan ortaya çıkan bu kavram dünyayı sarıp sarmalıyor. Daha çok özgürlük için daha il-liberal rejimlerin var olması gerektiği söyleniyor. Arjantin’de elinde testere olan bir lider seçimleri kazandığı gibi teknoloji kralları da ellerine benzer testereler alarak bu lideri kutluyorlar. Sınırlar kapanıyor ve duvarlar örülüyor. Kapanma içeriye dönük bir şekilde işliyor ve iktidarlar dışarıdan gelecek olan “göçmenlerin tehlikelerine” ve “kültür şoklarına” karşı kendi insanlarını koruma altına almakta olduklarını ileri sürüyor.
Gümrük vergileri arttırılıyor. Duvarlar sadece insanlara değil, aynı zamanda mallara da set çekmeyi uygun görüyor. Ve ülkeler bu kapanma siyasetini uygulamaya başlıyor. Özgürlükler ile demokrasi yan yana giden iki kavram olarak “Amerikan yaşam biçimini” tanımladığına göre, bu ikisinin artık tersine bir şekilde ayrıma gittiği ileri sürülüyor.
Geçtiğimiz otuz-kırk yıl boyunca sınırların açılmasından, özgürlüklerin sınır tanımayan bir şekilde savunulmasından söz etmekteydik. Ülkeler sınır tanımayan sivil toplum örgütlerini, doktorları, gazetecileri, akademisyenleri, öğrencileri, araştırmacıları yan yana uluslararası bir ortamda birleştirmeye çalışmak yerine, bunları birbirlerinden ayırmaya başlamakta. Başka ülkelere giden gazeteciler, foto muhabirleri, entelektüeller ve yazarlar artık vatana hitap edemeyen paryalar veya ajanlar olarak görmeye başlanıyor. Savaş veya iç savaş olan ülkelerde onlara eskiden olduğu gibi yaşam ayrıcalığı vermekten vazgeçilerek, uluslararası antlaşmalara uymamaya başlanıyor. Kimi zaman gazeteciler ölüyor veya kayboluyor ya da hapishanelere konuluyor. Sivil toplum kuruluşlarına artık birçok yerde şüpheyle bakılıyor. Bu ülkelerin de demokratik hakların olduğu yerler olduğu ifade ediliyor. Seçimler varsa ve halk oy kullanıyorsa bu demektir ki demokrasi vardır; çünkü diğer bazı ülkeler oy kullanma hakkına da sahip değil. Ancak oralarda demokrasinin olmadığından söz edilebiliyor.
İnsanlar, vergileri ve kiraları ödenemeyecek kadar yüksek bulmaktalar. Ev sahipleri ise kiraların daha da yükselmesini dilemekteler. Daha çok özgürlük, sonsuz serbestlik... Birileri “doktor dövme özgürlüğünden” söz etmişti. Hep beraber birçok kişi aynı ritimde, özgürlüklerin kısıtlanmasından şikâyet ettikleri için iktidarların “mutlak serbestliği” getirmesinden memnun olacaklarını açıklıyor.
İşleyen kurumlarda çalışanların, uluslararası organizasyonlardaki memurların görevlerini iyi yapmadıkları, hatta görevlerini sıkça kötüye kullandıklarını ileri süren ülkeler bu organizasyonlardan ayrılmayı düşünüyor. Veya Trump’ın ABD’si gibi direkt olarak bu uygulamayı seçiyor. Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nden ve UNRWA’dan (Yakın Doğu Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’ndan) ayrılabiliyor. Ve hatta askeri bir kurum olan NATO’dan bile Trump bir tek imza ve bir kararnameyle çıkabilmeyi ileri sürebiliyor. Keyfiyet serbestliği getirilmekte.
Bireysel özgürlükler tavan yaparken “kolektif eşitlik” ve “karşılıklı özgürlük” fikri taban yapmaya başlıyor. Bu tip organizasyonlarda çalışan memurlar elit olarak kabul edilip, onlara karşı siyasi tedbirler güncel popülizmin çabası olarak duruyor ve bu nedenle “sahte haber” linkleri ve haber merkezleri çoğalıyor.
Kadınların seslerini yükseltmelerine karşın özgürlükler değil, kız kardeşlik değil, pederşahi kardeşlik tekrar ön plana alınmaya başlanıyor. Erkeklerin egemenliğinin zarara uğradığı (anti-Antigone) tezleri hâkim olmaya ve eşitlik yerine kaderi erkeklerin paylaştığı bir siyasi rejim uygun görülüyor. Erkekler kendilerine haksızlık yapıldığını düşünüyor. Baba figürü aranıyor. Yoksa talep ediliyor (Fransızların çoğunluğu “Baba’yı aramakta” ve siyaseti onun yönetmesini arzulamakta.)
Bildiğimiz çok şeyin değişmeye başladığı bir dünyaya geldik. Yapay Zekâ merkezli, tekno-logosun hakimiyetinde, havada uçan arabaların video görüntüleri sosyal medyada geçiyor. Doğru mu yoksa yanlış mı? Bunu bilmek oldukça zor. Sağlık üzerine, kimin tavsiye ettiği bilinmeyen kişiler tarafından sosyal medyada sağlık önerileri yapılmakta; bitkisel iyileştirme reçeteleri para karşılığında verilmekte. Akla “Red Kit”deki “sahte doktor” kişiliği gelmiyor değil! Nasıl kontrolsüz doktor tavsiyeleri serbestisi söz konusu edilebiliyor? Özgürlük sonsuz zaten, değil mi? Lisan öğrenme için yapay zekâ ile lisan öğrenme ve iyi telaffuz etme önerileri de az karşımıza çıkmıyor değil. İngilizceden Fransızcaya ve İspanyolcadan başka dillere yapay zekâ hepimize lisan öğretecek.
İnsanların istekleri, arzuları, siyasi talepleri mi değişti? Dostluk yerine düşmanlık daha mı ağır basmakta insanların taleplerinde? Dostluk, eski çağlardan beri en önemli kavramlardan biriydi. Antik Yunan’dan, Aristoteles’ten Romalı Cicero’ya ve Rönesans düşünürü Montaigne’e ve Aydınlanma düşünürü Rousseau’ya kadar “dostun ve dostluğun kalmadığından” yakınılırken, bugün Alman hukukçu Carl Schmitt’e göre dostluk değil de düşmanlık daha “geçer akçe” gibi durmakta. “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” şiarı yerine “Bana düşmanını göster” sanki daha önemli bir veri olarak kabul edilmekte. Eskiden “İnsan düşmanının başına vermesin” denirken bugün düşmanlardan nasıl kurtulmak mümkündür öne çıkmakta. Sınır dışına yollanması gereken düşman, artık komşu veya yabancı ve terör yapan olmakta. Barış değil savaş daha uygun bir çözüm gibi gözükmeye başlıyor. Suç ve karşı suç unsuları birbirleri içine giriyor. Savaşın “ontolojisi” içine girdik bir zamandan beri.
“Memnuniyet kriterleri” bu kadar değişiyorsa o zaman nasıl bir toplum hayal etmeye başlayacağız? Bu homojenleşen bir toplum mu olacak, yoksa birbirleriyle kavgalı düşman kardeşler mi?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |
Bugünün jeopolitiğini belirleyen ender topraklar, hammaddelerin peşindeki bir yayılma siyasetinin parçası olarak durmakta. Bugün bilinmesi gereken; belki de bu işgallerin “sömürge” döneminde olduğu gibi askeri bir şekilde mi yapılacağı yoksa “neo-sömürgecilik” zamanında yapıldığı gibi ekonomik işgal şeklinde mi yapılacak olduğudur
Bilgisayarların insan zekâsına oranla daha mükemmelleştiği bir dönem başlıyor. İnsanı taklit eden ve simülasyon dünyasına bizi taşımaya başlayan ve bu anlamda da daha hızlı çalışan makinasal yetenekleri bizim yaşam ve çalışma koşullarımızı ele geçirme üzerine geliştirilmekte
Küreselleşme-sonrası “illiberal dünyanın” ekonomi-politikası bize kadim zamanları hatırlatıyor mu?
© Tüm hakları saklıdır.