11 Kasım 2022

Davulcu/zurnacının toplumsal gösteri ve yürüyüşlerde ‘halay çekilmesi’ üzerindeki rolü

Gerçekten de, davul zurna nerede çalınsa insanların önce ayakları kıpırdamaya başlar (buna ‘ayak alma’ deniyor), sonrasında ellerle dizlere vurma, nihayetinde serçe parmak veya kol kola, hafif omuz titretmek suretiyle, ayak üstü bitişik nizam yapılan halaya dönüşür (horon da olabilir)

Küçük bir detay olarak görülmüş olabilir ama, teoride anayasal güvencesi olan ‘Toplantı Gösteri ve Yürüyüş’ hakkının pratikteki hal ve gidişatı hakkında bir fikir vermesi açısından önemliydi.

Geçen hafta, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun iptaline yönelik çeşitli basın açıklamaları düzenledi.

İstanbul'da Çemberlitaş meydanında yapılan toplantıda ise gözaltına alınmalar oldu.  

Gözaltına alınanlar arasında bir davulcu ve zurnacının da olması dikkatlerden kaçtı gibi görünüyor.

Temsili fotoğraf

Polis amirleri, bu iki gözaltı için garip bir gerekçe gösterdiler. Davulcu ve zurnacının orada bulunmalarının “Halay çekilmesine zemin oluşturma” şeklinde açıkladılar.

Olayın medyaya yansıyış biçiminden, davul zurna gerçekten çalındı mı, çalındı ise toplantıda halay çekmeye yönelik bir hareketlenme oluşturdu mu, yoksa amirlerinde oluşan bir ihtimalden mi yola çıkıldı, bilmiyoruz.

Kaldı ki, davul-zurna çalınmış olsa bile,  icra edenlerin orada profesyonel bir amaçla bulunduklarını öngörmemiş olmaları da, ilginç.

Bu çerçevede, davulcu ve zurnacının ‘halay potansiyeli oluşturma  öznesi’ olarak gözaltına alınmalarının hukuksal dayanağı pek görünmüyor.

Toplantı Gösteri ve Yürüyüş Kanunu, ilgili yönetmelikler ve daha önce valilikler tarafından bu tür etkinliklerde ‘halay çekme’ veya ‘davul-zurna çalınması’nı doğrudan yasaklayan bir ibare de yer almıyor.

Gerçi davulcu ve zurnacı daha sonra serbest bırakılmış ama, polisin bu tür nümayişlerdeki gereğinden fazla tepkili olduklarına dair yapılan itirazları yeniden gündeme getirmeye yetti.

Aslında, davul/zurna ile halay çekme arasında kurulan illiyet bağı yersiz değil, ama mevzuatta yeri yok.

 Gerçekten de, davul zurna nerede çalınsa insanların önce ayakları kıpırdamaya başlar (buna ‘ayak alma’ deniyor), sonrasında ellerle dizlere vurma, nihayetinde serçe parmak veya kol kola, hafif omuz titretmek suretiyle, ayak üstü bitişik nizam yapılan halaya dönüşür (horon da olabilir). Benim diyen, bu coşkunun dışında kalamaz. Halay ritüellerini hiç bilmeyen bir insan bile, farkında olmadan kendini bu diziliş içinde bulur ve yanındakinin ayak hareketlerini taklit ederek kısa sürede, sanki kırk yıldır horon oynuyormuşçasına çok kısa sürede uyum sağlar.

 Davul ve zurnanın tek tek değil, ama bir arada çalındığında hakikaten de insanlarımız üzerinde halay çekme dürtüsü yaratan bir etkisi var, yok değil, ama benim bildiğim kadarıyla, bu konuda mevzuatta bir düzenleme yok.

 Ya da yasal bir dayanağı var, ama halay/horon konusunda pek hünerli olmayışım gibi,  bu konuda da eksiğim var.

***

Ali Babacan’ın ‘marangoz hatası’ vurgusu

Belki de, yargılama sürecinde yaşanan sorunlarla ilgili olarak en çarpıcı sözleri, Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan söylüyor. Çözüm olarak sunduğu önerilerle, tam da 12’den vurabiliyor. 

Bu anlamda geçen hafta attığı HSK’yı Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu olarak ayıracağız” tweeti önemliydi.

Davaların selameti açısından hakim ve savcıların ayrı binalarda görev yapmaları, dünya genelinde tüm hukuk devletlerinde uygulanan bir yöntemdi.

Bu uygulamanın bizde de olması gerektiği, bir sorun olarak kendi hukuk çevrelerimiz tarafından öteden beri dillendirilen bir sorundu. Ancak, bir siyasi parti liderinin ağzından duymaktı, pek rastlanan bir durum değildi.

Ali Babacan, aynı tweet'inde başka bir detaya daha değinmişti: “Duruşma salonunda avukatlarla, savcılar arasında eşitsizlik yaratan oturma düzenine son vereceğiz” diyordu.

Gerçekten de, duruşma salonlarında, savcı ve hakimlerin kürsüde yan yana oturuyor olmasının yasal bir dayanağı yoktu.

Çünkü, bir yargılama içinde savcılar ve avukatlar eşit durumdaydı. Ama uygulamada her ne hikmetse, savcıya irtifa üstünlüğü sağlanmış, hakimlerle kürsüde aynı seviyede oturmaları uygun görülmüştü.

Oysa, savcı ve avukatlar bir büyünün iki eşit parçalarıydı. Savcı bir iddiada bulunuyor (sav), avukatlar da bu iddiaya karşı müvekkillerinin yasalardan doğan haklarını savunuyorlardı, bu kadar basitti.

Bu nedenle avukatlar, duruşma salonundaki bu adaletsiz olan oturma düzeninin, hakimleri psikolojik olarak etkilediğini iddia ederler.

Hatta, yasal dayanağı olmayan bu biçimsel tercihi “ Marangoz hatası” şeklinde espri konusu yaparlar.

Ali Babacan’ın temel sorunları içinde kaybolup gitmiş bu iki sorunu öne çıkarmış olması, bence yargının işleyişinde yaşanan aksaklıklara bütün olarak hakim olduğunun bir göstergesiydi.

Bu arada, yeri gelmişken bir hakkı da teslim edelim.

DEVA Partisi’nde tıpkı ‘Yargı Eylem Planı’nda olduğu gibi, zaman zaman bu tür yargısal detayların öne çıkarılıyor olmasında, Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı olan Mustafa Yeneroğlu’nun da önemli katkıları olduğunu vurgulamak lazım.

***

Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın açıklaması neden sadece İngilizce?

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Endonezya’da yapılan Dünya Anayasa Yargısı Konferansı’nda önemli şeyler söylemiş, medya haberlerinde okudum.

Zühtü Arslan, anayasa yargısının siyasal iktidarı sınırlama ve bireylerin temel haklarını koruma işlevinden söz ederek, toplumsal gerilimlerin yatıştırılmasına ve barışın korunmasına önemli katkılar yapabileceğini vurgulamış..

Konuşmanın tam metnini okumak için, Anayasa Mahkemesi’nin resmi web sitesi www.anayasa.gov.tr’ye baktım. Özet metinde, Başkan Arslan’ın, Almanya, Fransa ve Türkiye’de başörtüsü sorununa dair mahkeme kararlarına yansıyan farklı yaklaşımlardan bahsettiği yer alıyordu.

Sayfa sonunda yer alan “Konuşma metni için tıklayınız uyarısını tıklandığında ise, sadece İngilizcesi açıldı.

Başkanın konuşmasını İngilizce yaptığı için, sayfaya orijinal metnin konulduğu anlaşılıyordu.

Yazının neden Türkçesinin yayınlanmasına gerek duyulmadığı kafama takıldı. Bu satırları yazmadan önce tekrar kontrol ettim. Yazı tamamen kaldırılmıştı.

Anayasa Mahkemesi’nin web sayfası bu kadar özensiz olursa, vay halimize, diye düşündüm.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü