Politika

Türkiye’de cinsel şiddet davalarına yayın yasağı kamu yararı mı? Hayatta kalanın haklarının ihlali mi?

Fotoğraf: Hale Güzin Kızılaslan

22 Kasım 2024 17:30

Begüm Baki | Dr. Şehlem Kaçar

Yayın yasakları, Türkiye'de bazı cinsel taciz, cinsel saldırı ve cinsel istismar davalarında mahkemeler tarafından dosyadaki gizliliği korumak ve yargı sürecinin etkilenmesini önlemek gerekçeleriyle konulmaktadır. Bu yasaklar, görünüşte hayatta kalanların haklarını korumak ve yargı sürecini sağlıklı bir şekilde yürütmek için alınmış önlemler gibi görünse de, geniş çaplı ve sınırsız bir şekilde uygulandığında basın özgürlüğü ve kamuoyunun bilgi edinme hakkı gibi temel demokratik haklar açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Özellikle, cinsel şiddet vakalarının toplumda konuşulmasını, hayatta kalanların seslerini duyurmasını ve faillerin sorumluluğunun görülmesini zorlaştırıyor.

Cinsel şiddet davalarının sağlıklı bir şekilde anlaşılması için bu olayların hak temelli bir yaklaşımla haberleştirilmesi büyük önem taşıyor. Bu çerçevede, hayatta kalanların isimlerinin gizlenmesi, fotoğraflarının paylaşılmaması, çocukların görüntülerinin kullanılmaması ve adres bilgilerinin gizlenmesi, etik haberciliğin temel ilkelerindendir. Dolayısıyla medyanın öncelikli sorumluluğu, her zaman etik habercilik anlayışıyla hareket etmektir. Bu konuda daha fazla bilgi almak isterseniz, oyledegilboyle.org sitesini ziyaret edebilir ya da Av. Fikret İlkiz’in T24’te yayınlanan yazısını okuyabilirsiniz.

Yayın yasakları ve bilgi alma hakkının engellenmesi

Cinsel şiddet vakalarına getirilen yayın yasakları, kamu yararına hizmet eden medyanın toplumun doğru bilgiye ulaşma görevini sınırlandırmaktadır. Yayın yasakları, şiddeti önlemeye yönelik çözümler geliştirilmesini ve hayatta kalanların yaşadıklarının toplum tarafından anlaşılmasını engeller, böylece cinsel şiddet vakaları giderek daha fazla “gizlenen” bir sorun haline gelir.

Örneğin, “HGK Davası”nda, mahkeme tarafından getirilen yayın yasağı, basının bu tür davaları kamuoyuna aktarmasını engelleyerek, toplumun bilgiye erişimini sınırlandırdı. Oysaki demokratik bir toplumda medya, toplumun bu tür konularda bilinçlenmesine katkı sunar.

Medya, cinsel şiddet gibi önemli toplumsal sorunların görünür hale gelmesine olanak tanır. Ancak yayın yasakları, bu süreci kesintiye uğratarak toplumsal farkındalığı ve şeffaflığı baltalamaktadır. Oysaki hayatta kalanın adalet ve tüm mücadelesi, onun haklarını ihlal etmeden topluma sunulmalıdır. Kamuoyunun eleştiri ve müdahale hakkı elinden alınmamalıdır.

Basın özgürlüğü ve cezasızlık sorunu

Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları, bu tür yayın yasaklarının basın özgürlüğüne ve kamuoyunun bilgi alma hakkına aykırı olabileceğini belirtmektedir. AİHM, benzer durumlarda verdiği kararlarda, ifade özgürlüğünün toplum yararına olan meselelerin halka ulaştırılması için önemli olduğunu ve devletlerin bu alanda sınırlayıcı önlemler uygularken dikkatli olması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM’ye göre, kamuya ait meselelerde bilgi alma hakkı, demokrasinin sağlıklı işlemesi için temel bir unsurdur.

Bununla birlikte, yayın yasakları, cezasızlık sorununu da beslemektedir. Medya, cinsel şiddet vakalarının görünür kılınmasında, faillerin yargılanma sürecinde önemli bir rol oynar. Hayatta kalanın lehine sonuçlanan davaların çoğunda, feminist, LGBTİ+ ve kadın örgütlerinin yanı sıra toplumun desteği ve baskısı etkili olmuştur. Yayın yasakları ise cinsel şiddet davalarında medya ve kamuoyu baskısı yaratılmasını engelleyerek faillerin cezasız kalma riskini arttırıyor. Özellikle seks işçisi, trans, mülteci, HİV+ ile yaşayan kadın ve LGBTİ+’ların davalarında bu engeller daha belirgin hale geliyor; toplumsal cinsiyet temelli şiddet davalarında toplumda aynı etki oluşmuyor.

Bunların yanı sıra, medya cinsel şiddet mitlerinin kırılmasında toplumsal algının dönüşümünde kritik bir rol oynar. Ancak, medyanın haber yapması engellendiğinde bu hesap verebilirlik süreci kesintiye uğrar, faillerin cezasız kalma olasılığı artar ve toplumun haber alma hakkı engellenir. Tüm bunların hayatta kalanlara etkisi ise yadsınamaz. AİHM kararları, bu tür durumlarda devletin, özellikle cinsel şiddet gibi toplum sağlığı konularda, toplumun bilgi alma hakkını gözetmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Adalet arayışının önündeki engeller: Tecavüz kültürü ve mağdur suçlayıcılık

Cinsel şiddet davalarında sıklıkla şahit olduğumuz üzere, tecavüz kültürü ve mağdur suçlayıcılık, hayatta kalanların adalet arayışını ve iyileşme süreçlerini zorlaştıran temel engellerdendir. Tecavüz kültürü, şiddete maruz bırakılan kişileri suçlama ve susturma eğilimi vardır ve toplumsal cinsiyet temelli şiddeti meşru olarak yansıtır. Bu kültür hayatta kalanları ikincil travmaya maruz bırakabilmektedir. Herkesin sürecinin biricik olduğunu her zaman hatırlamak gerekir.

Anayasa Mahkemesi, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar konusunda, bu yasakların kamu yararına ve demokratik bir toplumda kaçınılmaz gerekliliklere uygun olup olmadığını değerlendirmektedir. Cinsel şiddet vakalarının basında yer alması, bu suçların toplumdaki yaygınlığı hakkında bir farkındalık yaratır ve önleyici politikaların geliştirilmesine mücadele etmek için alan sağlar. Bu politikaların gelişmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıyla yakından ilişkilidir; ancak günümüz sağ popülist politikaları başta olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitliği ve LGBTİ+ hareketine yönelik sistematik bir saldırı ve haklar bağlamında bir geri adım atılmaya başlanmıştır.

Çözüm için medya ve yargıda hak temelli dönüşüm

Yayın yasaklarının ve kamuoyunun bilgi alma hakkının dengelenmesi için medya ve yargı organları arasında işbirliğinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu işbirliği, hem hayatta kalanların haklarının korunmasını hem de toplumun cinsel şiddetle mücadelede dönüşmesini sağlayabilir. Etik ilkelere uygun şekilde yapılan habercilik, hem toplumun bilgi alma hakkını gözetir hem de hayatta kalanların ikinci bir travma yaşamasının, haklarının ihlalinin önüne geçebilir.

Bu noktada, yasaların uygulanarak, hayatta kalanların beyanlarını esas alınarak cezasızlık sorununun çözülmesi, faillerin adil bir şekilde yargılanması ve topluma karşı hesap verme sürecinin güçlendirilmesi önemlidir. Medyanın engellenmesine yerine etik ve hak temelli habercilik yaklaşımının teşvik ve talep edilmesi, toplumun cinsel şiddetle mücadelede daha güçlü bir şekilde yer almasına olanak tanıyacaktır.

Begüm Baki kimdir?

LGBTİ+ hakları aktivisti. Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği Güçlendirme ve Destek Programı Direktörü, Değişim Benimle Başlar atölyeleri yürütücülerinden. 2007 yılında MSGSÜ Sosyoloji bölümünden mezun oldu, 2011 yılında Galatasaray Üniversitesi Medya ve İletişim Çalışmaları bölümünde yüksek lisansını tamamladı.

Dr. Şehlem Kaçar kimdir?

İletişim fakültesinden 2007 yılında mezun oldu, yüksek lisans derecesini Radyo TV ve Sinema alanında aldı, Aalborg Üniversitesi Feminist Araştırmalar Merkezi (2009) ve Helsinki Üniversitesi Medya (2016) bölümlerinde ziyaretçi araştırmacı olarak bulundu. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Bilimleri Bölümü’nden doktora derecesini aldı. Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nde Savunuculuk ve Medya Anahtar Uzmanı olarak çalışıyor ve DBB atölyelerinin eş yürütücülüğünü yapıyor. Ayrıca İstanbul Bilgi Üniversitesi Yeni Medya ve İletişim Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalışıyor.