17 Ağustos 2021 04:16
ABD'nin Irak'taki muharip güçleri çekme kararının Suriye'deki askeri varlığını etkileme olasılığı tartışılırken Fırat'ın doğusunda Kürtler teklif ve tehditler arasında geleceğini arıyor.
ABD Başkanı Joe Biden ile Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin'in 16 Haziran'daki Cenevre buluşmasından sonra bahisler açıldı. İki ülke teknik düzeyde Suriye'yi görüşmeyi sürdürüyor.
Bu diyalogun ne üreteceği kestirilemese de ABD'nin Irak'taki askeri varlığını eğitmen ve danışmanlarla sınırlardırması Suriye politikasında da değişim potansiyeline işaret ediyor. Rus-Amerikan diyalogunun seyri özellikle Fırat'ın doğusunda fiili özerk yapının geleceğini yakından ilgilendiriyor.
ABD ile diyalog sürerken Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 2 Temmuz'da "ABD'ye güvenmeyin, Şam'la diyaloga girin" anlamına gelen bir çağrı yaptı. Lavrov koşullara bağlı Kürt tavrındaki gel-gitlere gönderme yapıp gerçekçi bir tercih yapılmasını istiyordu:
"Kürt örgütleriyle temas halindeyiz. Bağımsız olmalılar ve tüm sorunları merkezi hükümetle ele almakla ilgilenmeliler. Başkan Trump, tüm birliklerin Suriye'den ayrılacağını duyurduğunda, Kürt liderler hemen Şam'la köprüleri kurmaları için bizden yardım istemeye başladı. Birkaç gün sonra Washington fikrini değiştirdi ve kalacaklarını söyledi. Kürt meslektaşlarımız görüşmelerimize ilgilerini kaybetti. Amerikalıların kendileri için her şeye yeniden karar vereceğini düşündüler. Müzakereleri teşvik etmeye hazırız ancak tarafların tutumlarında tutarlılık olmalı. Amerikalıların açıkça ayrılıkçılığa teşvik ettiği birçok Suriyeli Kürt grup var. Umuyorum ki Şam'la normal ilişkiler arayan Kürtler bu oyunların kışkırtıcı doğasını ve büyük tehlikesini anlar."
Belirsizlik zemininde Kürtler bir taraftan Lavrov'un çağrısına olumlu yanıt verirken diğer taraftan tersi bir istikametle 18 Temmuz'da uluslararası tanınma kampanyası başlattı.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Kobani'in de iştirak ettiği sosyal medya kampanyası sürerken Suriye Demokratik Meclisi (SDM) Eşbaşkanı İlham Ahmed başkanlığında bir heyet Elysee Sarayı'nda ağırlandı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, IŞİD'e karşı yardımların süreceğini belirtirken kuzeydoğu Suriye'de kapsayıcı bir yönetim için çalışılması gereğini vurguladı. Destek açıklamasının tonu düşüktü. Bu haliyle de Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de yelkenleri indirip AB'yle olumlu gündeme döndüğünden beri ılımlılaşan Türk-Fransız ilişkilerini germeye yetti.
Dışişleri, Fransa'yı "bölücü terör örgütüyle ilişkileri sürdürerek Türkiye'nin milli güvenliğine ve Suriye'nin bütünlüğüne zarar vermekle" suçladı. Daha sonra özerk yönetimin Cenevre'de bir ofis açması üzerine Türkiye, İsviçre'yi de protesto etti. Cenevre ile birlikte özerk yönetimin yurtdışında temsilcilik sayısı yediyi buldu.
Kürtlerin tanınma çabaları Şam'ı da kızdırdı. Suriye Dışişleri, özerk yönetimi, Suriye'ye komplo kuran, zenginliklerini yağmalayan ve topraklarını parçalamaya çalışan işgalci ve sömürgeci güçlere hizmet etmekle suçladı. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ise "Ulusal çıkarları esas alın, mantıklı konuşun, ciddi diyaloglara katılın, suçlama dilinden uzak durun. Bu tür açıklamalar istikrara katkı sağlamıyor" yanıtını verdi.
Kürtler ne diyor, ne istiyor?
Kürtler öteden beri Şam'la diyalogla statü kazanmayı umarken Amerikan varlığını çözüme kadar bir garanti olarak görüyor. Şam ise Amerikan varlığını bölünme senaryosu olarak görüp "Kürtler önce ABD ile ilişkiyi kesmeli" diyor. Şimdiye kadar kurulan diyalog özlü müzakere aşamasına asla geçemedi.
Peki, özerk yönetimin önde gelen aktörleri son gelişmeleri nasıl okuyor? SDM Eşbaşkanı İlham Ahmed'in yanı sıra Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eşbaşkanlık Konseyi üyeleri Salih Müslim ve Aldar Halil sorularımızı yanıtladı.
Ahmed'e göre mesele artık Esad'ı iktidarda tutmak ya da tecrit etmek değil ülkenin çöküşe gitmesiyle ilgili. Ve devlet yapısının ne kadar korunacağı Amerikan-Rus diyaloğuna bağlı. Ahmed "Uzlaşılan koşulların ne olacağını kestiremeyiz ama Suriye'nin artık merkezi bir devlet olmayacağı açık" diyor. Tanınma kampanyasıyla ilgili de şunu söylüyor:
"Amaç idari sistem olarak kuzey ve doğu Suriye'den Suriye'nin geneline adem-i merkeziyetçi bir devlet inşa etmenin gerekliliğine işaret etmekti."
Ahmed, Avrupa'daki temaslardan beklentileri de "Terörle mücadele üzerine kurulu ilişkilerin tabiatını yavaşça askeri alandan sivil ve entelektüel alanlara doğru değiştirmek" diye izah ediyor.
Salih Müslim ise "Tek bir asker kalsa bile Amerikan varlığı çözüm sürecinde bizim konumumuzu güçlendiriyor. Bunun dışında fazla bir beklentimiz yok" diyor. "Siyasi destek de bekliyoruz ama politikalarımızı Amerika üzerinden yapmıyoruz. Onlara bel bağlamıyoruz. Başından beri rejimle çözüm arıyoruz. Amerikalılar da bunu biliyor ve karşı çıkmıyor. Sonuçta çözümümüz rejimle olacak" diye ekliyor.
Müslim'e göre ABD'nin bölgede kalma gerekçesi Kürtlere endeksli değil ve Irak'tan muharip güçlerini çekse de Orta Doğu'yu bırakmayacak ve Irak-Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) karşı savaşta destek sürecek. Bu durumdan yararlanmaya çalıştıklarını belirten Müslim, Amerikan-Rus diyalogunun olası etkilerini dışlamıyor:
"Biden ile Putin Suriye'de çözüm için kalın çizgilerle anlaşmışlar. Detaylarını bilmiyoruz. Muhammak bir şeyler yapacaklar."
Müslim, Rusya kanalıyla neden çözüme gidemediklerini şöyle izah ediyor: "Ruslar bizi koşulsuz rejimin kucağına atmaya çalışıyor. Bu çözüm değildir. Çünkü rejimin mantelitesi değişmedi. Ayrıca Kürtleri köşeye sıkıştırıp bazı haklar vererek meseleyi kapatacağını düşünüyorlar. Bu sadece Kürt meselesi değildir. Burada halklarla birlikte inşa edilmiş bir proje var. Demokrasi Suriye'ye gelirse Kürt sorunu da çözülür. Özerklik tecrübesi var, 7 kantondan bahsediyoruz. Rakka olsun Deyr el Zor olsun, bunlar da özerkliğin bir parçasıdır. Buralarda çoğunluk Araptır. Kürt meselesinden bahsederken buraları ne yapacaksınız? Kürtlerle Araplar arasında çelişki yaratıp savaş çıkarmak istiyorlar. Projemiz bütün Suriye'ye uygundur. Suriye 'Amerikalılara teması kesin' diyor. Kendi merhametine kalmamızı istiyorlar. Biz evin içerisindeyiz. 'Gelin birlikte nasıl yaşacağımız konusunda anlaşalım. Sonra Amerika düşmanımız, Rusya dostumuz ise ona göre birlikte hareket edelim."
Müslim tanınma kampanyasının ayrılıkçı bir gündem içermediği suçlamasını reddedip yürüttükleri girişimlerden beklentilerini şöyle sıralıyor:
Aldar Halil ise her türlü olasılığa hazır olduklarını söylüyor. Fırat'ın doğusundaki güçlerin bugüne kadar rejimi yıkma perspektifi ile hareket etmediğini, aksi halde uluslararası desteğin gelmiş olacağını; Kürtlerin ABD, Rusya ve Türkiye arasındaki çekişmede pazarlık nesnesine dönüştüğünü; Afrin, Tel Ebyad (Grê Sipî) ve Ras'ul Ayn'daki (Serê Kaniyê) işgallerin bu pazarlıkların sonucunda gerçekleştiğini ve bu gerçeklikler ışığında kendi güçlerine dayanmayı esas aldıklarını vurguluyor.
Halil ABD ile ilişkinin IŞİD'le mücadele ile sınırlı olduğunu, bunun sanıldığı gibi yoğun askeri ve mali destek içermediğini, siyasi muhtevasının olmadığını, üst düzeydeki görüşmelerin sadece vitrini doldurduğunu, görüşmelerin abartılı değerlendirmelerle çıkar çatışmalarına konu edildiğini söylüyor:
"Bu eksende gelişen bir ilişki biçimine fazla güven duymak ciddi bir gaflet olur. Çoğu kişi ilişkilerimizin stratejik olduğunu sanıyor. (Eski ABD Başkanı Donald) Trump, Grê Sipî (Tel Ebyad) ve Serê Kaniyê ( Ras'ul Ayn) işgalinden önce ilişkinin biçimini çok güzel ifade etti. Askerlerini geri çekip 'Sorunlarını kendileri çözsün' diyerek işgale onay verdi. Rusya etkinliğini artırmak için garantörlük üslendi. Bu garantörlüğü bize karşı şantaja dönüştürdü. Yani ABD ve Rus varlığı bizler için teminat olmadı. Bölgenin bir statüsü yoksa bunun birinci derecede sorumlusu ABD ve Rusya'dır. Bu politika ile Kürtler ve Türkler nihai bir savaş içinde tüketilmek istenmektedir. ABD güçlerinin varlığı bir teminat olamaz. Halkımızın öz gücüne ve dostlarımızın desteğine güvenmekteyiz."
Halil özerkliğin inşasına ABD'siz başladıklarını ve onsuz devam edebileceklerine inanıyor. Amerikalılarla ortaklığın Şam'la çözüm arayışını etkilemediğini savunuyor:
"Şam ile ilişkilerimizin çerçevesini ABD burada yokken çizmiştik. Şam'ya çatışmayı tercih ettik. Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunduk. Tüm halklarla birlikte etnik ve inanç kimliğini esas almayan demokratik bir Suriye kuralım dedik. ABD buradayken de görüşümüz değiştimedi. Sayın Lavrov bunu bilmesine rağmen 'ABD nasılsa gidecek, o nedenle Şam ile görüşmeleri başlayın' diyor. Elbette çağırıyı anlamlı buluyor ve çözümün askeri değil müzakerelere dayalı olması gerektiğini düşünüyoruz. Ama diğer yandan hiç bir demokratik talebimize yanıt vermeyen Baas yönetimini ikna etmek de Lavrov'a düşmüyor mu?"
Halil ateşkesin garantörü olarak Rusya'nın Türkiye ve desteklediği grupların bölgedeki suç ve ihlallerine sessizliğini de eleştiriyor. Tanınma kampanyasının da güncel gelişmelerle ilgisinin olmadığını savunuyor:
"Biz bir statünün tanınmasını her vesileyle dile getirdik. Ama Suriye adına olduğu söylenen hiç bir platformda bize yer verilmedi. İnsanlık suçu işleyen Selefi örgütler ve işgalci güçler Suriye adına konuşuyor. Ama Suriye'nin bir parçası olan bizler bu platformlara dahil edilmedik. Dost olduğunu söyleyenler böylesi bir sürece öncülük etmedi. Suriye'de demokrasi isteyen bir dış güç yok. Savaş ve kriz onların varlığının teminatı. O nedenle Suriye'nin üçte birinde sürdürülen barışçıl ve demokratik yaşam için statü istemek doğal hakkımız. Yani bu kampanya ne Batıyı etkilemeyi ne Şam'ı sıkıştırmayı ne de Rusya'yı ağırlığını koyması yönünde teşvik etmeyi hedeflenmektedir. Anayasal güvenceye dayalı bir statüyü hak ediyoruz. Bunun mücadelesini her koşulda yürüteceğiz."
Halil, Paris'ten çıkan sonuca dair da "Ziyaret diplomatik ilişkilerin her düzeyde sürdürülebileceğini ve bunun imkanlarının olduğunu göstermektedir" diyor.
Bir ilk olarak ABD Dışişleri Bakan Yardımcı Vekili Joey Hood başkanlığında üst düzey heyetin 16-17 Mayıs'ta Rojava'ya yaptığı ziyaret Kürtlerin umudunu artırmıştı. Halil bu konuda "Heyetin bileşimi ilişkilerde yeni bir aşamaya geçilebilir mesajı veriyordu. Ama heyet Erbil'den buraya geldiğinde Güney Kürdistan barut fıçısı gibiydi. Türkiye işgalini daha da derinleştirmek için PKK'ye saldırılarını artırırken güneyli Kürt güçleri de ortak etmeye çalışıyordu. Heyet burada Kürt birliğinden bahsetti. Bunun dışında önemli bir konu üzerinde görüşülmedi. Heyet daha sonra Ankara'ya giderken onlar üzerinden bir mesaj iletilmedi" diyor.
Halil'e göre Tel Ebyad ve Ras'ul Ayn'a yönelik Barış Pınarı Harekâtı'ndan önce Amerikalı Özel Temsilci James Jefrey aracılığıyla Ankara ile yapılan dolaylı görüşmeden sonra bir daha temas olmadı. Halil aslında iletilecek bir mesaj da olmadığını belirtip ekliyor: "Türkiye hükümeti ağır silahlarımızı ve askeri güçlerimizi sınırdan çekersek saldırmayacakları teminatını vermişti. Biz bu talepleri yerine getirdik ve ABD garantörlüğünde topraklarımızı işgal etti."
ABD, Türkiye'nin itirazlarını geriletmek ve bölgeyle ilişkileri kolaylaştırmak için koşulları değiştirmeye çalıştı. Amerikalılar, PYD çizgisinin çatı kuruluşu TEV-DEM (Demokratik Toplum Hareketi) ile Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) arasında birliğin tesisi için ağırlık kullandı. ENKS'nin katılmasıyla özerk yönetimdeki PKK ilintisinin geriletileceği hesabı yapıldı. Fakat plan yürümedi. Hatta Paris'teki ziyarete ENKS'nin de katılması öngörülmüştü. Bu konu Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani'nin 30 Mart'taki Elysee ziyaretinde kararlaştırılmıştı. Fakat PYD birlik sağlanmadan Elysee nezdindeki kredisini ENKS ile paylaşmak istemedi.
ABD beri taraftan Batılı ortaklarını ilişkiler konusunda teşvik ediyor. Son zamanlarda dikkat çekici bir trafik oluştu.
20 Nisan'da İsveç Savunma Bakanı Peter Hultqvist video konferans yoluyla Mazlum Kobani ile görüşüp bölgeye desteğin süreceğini söyledi. Türkiye buna da sert tepki gösterdi. 25 Mayıs'ta Fransa'dan farklı kurumlardan 5 kişilik bir heyet, 5 Haziran'da Hollanda Dışişleri'nden bir heyet, 22 Haziran'da Katalonya'dan bir heyet, 14 Temmuz'da Finlandiya Dışişleri'nden bir heyet ve 16 Temmuz'da Belçika'dan bir heyet Kamışlı'daydı. 3 Haziran'da özerk yönetim temsilcileri, 13 Batılı ülkeden dışişleri yetkililerinin katıldığı bir zoom toplantısıyla sorunları tartıştı. Tüm bu temaslarda görüşülen konular arasında Yarubiye kapısının açılması, Türkiye'nin Haseke'nin suyunu kesmesi, Türkiye ve desteklediği silahlı grupların Afrin, Tel Ebyad ve Serekaniye'deki saldırıları ve ihlalleri vardı.
Bu temaslara rağmen Kürt meselesindeki çıkmazı garantileyen temel faktörler inatçılığını koruyor. Kürtler Amerikan varlığını Türkiye ve Suriye yönetimine karşı bir güvence; Şam yönetimi özerk yapıyı 'bölücü' ve Suriye'nin zenginliklerinin gasbeden bir proje; İran ve Rusya Amerikan varlığını başat sorun; İsrail, Amerikan varlığını Suriye içinde Hizbullah ve İrani unsurlara yönelik korsan saldırılar için bir güvence; Türkiye özerklik projesini "terör koridoru" olarak görüyor. Amerikan çekilmesini mümkün kılacak bir Kürt açılımını Şam'ın direnci ve Ankara'nın tehditkâr tutumu karşılıyor. Rusya da Kürtleri kazanmak ile Türkiye'yi kaybetmemek arasındaki sıkışmışlığı aşamıyor.
Bütün bunlar Kürtleri içine alacak bir çözüm planı için uyuşmaz koordinatları tanımlıyor. Bir süreden beri Kürtlerin temin edilmesi, İran nüfuzunun sınırlandırılması, İsrail'i Golan'dan rahatsız eden kanalların açılmaması ve Cenevre sürecinin ilerletilmesi konusunda Rus rolüne güvenme gerekliliğini hisseden bir Amerikan yaklaşımı kendini belli ediyor. Ama bu al-ver henüz test sürüşünün çok başında.
© Tüm hakları saklıdır.