Söyleşi

Prof. Sencer Ayata anlatıyor: Z kuşağı türdeş mi, ‘medya tekeli’ nasıl kırılıyor, Y kuşağından sonra Z kuşağı da AKP’den uzaklaşıyor mu?

31 Ağustos 2020 00:00

ABD’de özellikle 2020’nin başında, “Tamam moruk/Tamam ihtiyar” diye tercüme edebileceğimiz “OK Boomer” söylemi sosyal medyada gençler arasında çok popülerleşti. Üç senedir Donald Trump hükûmetinin yönetiminde alıştıklarının çok dışında bir liderlik gören ABD gençliği, sosyal medyada “geri kafalı” buldukları paylaşımlara, artık uzun uzun neden yanlış olduğunu düşündüklerini açıklayan cevaplar yerine Baby Boomer (2. Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş arasında doğan kuşak) jenerasyonuna göndermede bulunarak, sadece “OK Boomer” diye yanıt vermeye başladı. 

Haziran ayında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gençlerle YouTube üzerinden bir araya geldiği yayın “dislike bombardımanı”na tutuldu. Sosyal medyada #OyMoyYok etiketli muhalefet gündem oldu. Aynı haftalarda Trump’ın pandemi günlerinde yaptığı mitingin koltukları “TikTok’çular” tarafından rezerve edildi, bu vesileyle ABD lideri boşluklarla dolu bir basketbol arenasında konuşma yaptı. Bu gelişmelerin ardından Türkiye’de de yoğun bir “Z kuşağı tartışması” başladı.

Türkiye’nin dünyada da bilinen toplum bilimcilerinden olan, Harvard ve Oxford Üniversitesi’nde misafir akademisyen olarak bulunan, geçtiğimiz dönemde parlamentoya giren ve CHP yönetiminde görev üstlenen ODTÜ Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Sencer Ayata ile düzenli olarak yaptığımız söyleşilerin üçüncü bölümünde bu konu üzerine konuştuk. İkiye bölerek yayınlayacağımız söyleşinin ilk bölümünde “Z nesli” kavramı üzerine odaklanırken, yarın yayımlayacağımız ikinci bölümde Türkiye ve bu jenerasyonun ülkenin siyasi geleceği üzerindeki rolünü merkeze aldık.

Prof. Sencer Ayata, Z kuşağının “türdeş bir kütle” olmadığına vurgu yapıyor:

“Üniversite öğrencileri, kayıt dışı çalışan gençler, ev kızları, çocuk yaşta evlendirilenler, göçmen çocuklar... Bunların yaşam koşulları o kadar farklı ki... Sınıf, kır-kent, kadın-erkek farklılıkları bir o kadar önemli. Doğu Anadolu’nun bir köyünde, 11 nüfuslu yoksul bir hanede, okumayan, tarlada çalışan, ev işine koşturan 17 yaşındaki bir kız çocuğu bir yanda.... İstanbul’un önde gelen liselerinden birinde okuyan, üniversite eğitimi için Harvard’a, Stanford’a girme hazırlığı yapan, dünyanın yarısını gezmiş, iki yabancı dil bilen, genç alt kültürlerinin modalarını yakından izleyen bir lise son öğrencisi diğer yanda...”

Prof. Ayata, bu neslin türdeş bir kitle olmamakla birlikte, birçoğunun rekabetçi kişilikleri, otoriteden hoşlanmamaları ve meraklı olmaları gibi ortak özellikleri olduğunu da vurguluyor.

Sosyal medyanın gençlik hareketlerinin oluşumunda önemli bir rol oynadığına” dikkat çeken Ayata, bu vesileyle artık herkesin bilgi paylaşabildiğine ve her türlü haber ile yoruma ulaşabildiğine dikkat çekiyor. Ayata, sosyal medyanın olumsuz yanları olsa da geçmişte yaşanan örneklerden yola çıkarak demokratikleştirici bir etkisi olduğuna da işaret ediyor.

Prof. Dr. Sencer Ayata’nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Z kuşağında farklılıklar ve ortak özellikler

Öncelikle bu kavramın kökünden başlayalım. “Z kuşağı / Z nesli” kavramı deyince ne anlamak gerekir, kavram nereden geliyor?

“Z kuşağı” denince 1995-2010 yılları arasında doğanlar anlaşılıyor. Bir önceki kuşak Y, ondan öncesi X, ondan sonrası ise Alfa. Yeni iletişim teknolojileriyle, internet ve küreselleşmeyle en yakından özdeşleştirilen kuşak. O nedenle “internet kuşağı / teknoloji kuşağı” da deniyor. Bu kuşak dünya nüfusunun üçte biri.

Gün geçmiyor ki bu kuşak hakkında bir haber okumayalım. Düşünce, değer, davranış özellikleri sınırlandırılıyor. Söyleşiler, kamuoyu yoklamaları yapılıyor. Aslında atfedilen özelliklerden çoğu da Türkiye dışında yapılan çalışmalardan aktarılan bulgular. Z kuşağı şöyle, Z kuşağı böyle diye. İnternet ve akıllı telefonu yoğun kullanmaları... Bu alışkanlığın çocuk yaşta başladığı... Dijital iletişim becerilerinin yüksek olduğu, metinle, resimle, videoyla sürekli mesajlaştıkları belirtiliyor. Sanal dünyada sınırlar ortadan kalktığından dış dünyaya daha açık oldukları vurgulanıyor. 

Ve kişilik özellikleri... Bireyci ve özgürlükleri konusunda duyarlı olmaları. Yaşamlarını biçimlendirmeye kalkışan otoriterlerden hoşlanmamaları. Girişimcilik... Genç yaşlarda, dijital alanda yenilik peşine düşmeleri. Meraklı kimseler olmaları… Rekabetçi kişilikleri... Yazılan, çizilenden ilerleyerek listeyi genişletebiliriz. Düşük dikkat, güçlü sezgiler, analitik ve hızlı düşünme yeteneği, yüksek özgüven, hızlı yaşam, çabadan ve riskten kaçınma, kendini düşünme... Görüş ve değerleri itibarıyla eşitlikçi, çoğulcu, barışçı, çevreci yanlarının ağır basması. 

Bu özellikleri çoğaltabiliriz. Ama hemen aklımıza gelen birçok da soru var. Mesela, dünyada sayıları iki milyara yakın genç bu özellikleri ne ölçüde paylaşıyor? Ya da Z kuşağına atfedilen özellikler tamamen onlara mı özgü? Yani birçoğu Y kuşağının da özellikleri arasında da yer alıyor olamaz mı? Tabii şu da var, bu özelliklere bakarak gelecekte yapacakları hakkında neleri söylememiz mümkün, neleri değil? 

O halde bütün bir nesli tek bir “Z kuşağı” çatısı altına toplamak doğru değil diyebilir miyiz? 

Bu yaşlardaki gençleri daha üst kuşaklardan ayıran özellikler kuşkusuz var. Ama biraz önce değindiğim hususları da göz ardı etmemeliyiz.

Bir kere Z kuşağı türdeş bir kütle değil. Türkiye’de düşünelim. Üniversite öğrencileri, kayıt dışı çalışan gençler, ev kızları, çocuk yaşta evlendirilenler, göçmen çocuklar... Bunların yaşam koşulları o kadar farklı ki... Sınıf, kır-kent, kadın-erkek farklılıkları bir o kadar önemli. Doğu Anadolu’nun bir köyünde, 11 nüfuslu yoksul bir hanede, okumayan, tarlada çalışan, ev işine koşturan 17 yaşındaki bir kız çocuğu bir yanda.... İstanbul’un önde gelen liselerinden birinde okuyan, üniversite eğitimi için Harvard’a, Stanford’a girme hazırlığı yapan, dünyanın yarısını gezmiş, iki yabancı dil bilen, genç alt kültürlerinin modalarını yakından izleyen bir lise son öğrencisi diğer yanda... 

Bir kere her gencin akıllı telefonu var mı yok mu? Telefonu hangi amaçla kullanıyor? Ne kadar kullanma zamanı buluyor? 

İkincisi, kuşakları bıçakla kesiyor gibi ayırmak doğru değil. Örneğin yirmili değil otuzlu yaşlarda, interneti, sosyal medyayı, dijital teknolojileri aynı yoğunlukta kullanan bir kimse çok mu farklı özelliklere sahip oluyor? Bırakalım otuzlu yaşları ortalama bir Amerikalının günde ortalama 150 kere telefonuna baktığı, gün içinde en az üç dört saatini akıllı telefona ya da bilgisayara bakarak geçirdiği söyleniyor.

Üçüncüsü, sıralanan özelliklere bakıyoruz. Önemli bir bölümü gelişmiş ülkelerde yapılan araştırmalardan kaynaklanıyor. Oysa toplumların kendilerine özgü siyasi, ekonomik, kültürel dinamikleri var. Gençlerin yetişmesinde farklı dinamikler farklı sonuçlara yol açıyor. 

Elbet Z ve Y kuşaklarını diğerlerinden ayıran önemli özellikler var. Gençlerin dünyası büyük ölçüde değişiyor, doğru. Ama bu süreci anlamaya çalışırken bazı önemli unsurları da göz ardı etmekten kaçınmalıyız.

‘Z’den önce Y kuşağı da AKP’den uzaklaşmaya başlamış’

Hocam, Türkiye birdenbire kendini “Z nesli” tartışması içinde buldu? Bu nasıl oldu?

Bir bakıma son iki ayda oldu denilebilir. Yakın geçmişte yine gündeme taşındığı olmuştu. Bunlar uzun sürmedi. Konu ilgi çekti çünkü gençlerin siyasal tutum, değer ve davranışlarının değiştiği yönünde açıklamalar oldu. AKP’nin yüksek oy oranını korumakta zorlandığı bir dönemde, gençlerin AKP’den uzaklaşmaya başladığı iddiası bu ilgiyi büsbütün artırdı. Yaklaşık 20 yıldır süregelen oy verme kalıpları acaba kırılıyor muydu? Z kuşağı bu değişimin habercisi miydi? 

Epey öncesinde, 2011 seçim sonuçlarını çok ayrıntılı olarak incelemiştik. Bu seçimlerde gençlerin üst kuşaklara göre AKP’ye daha düşük oranda oy verdiğini tespit etmiştik. Yedi yıl önce bu konuyu da içeren kapsamlı bir seçmen davranışı raporu hazırladık. Yazıldı çizildi ama şimdikine benzer bir ilgi uyanmadı. Yani bugün konuşulan süreç aslında 10 yıl önce başladı ve 2011’den günümüze derinleşerek devam ediyor. 

Bu hatırlatmayı şunun için yapıyorum. Aslında oy verme davranışında değişimi görmek için sadece Z değil Y kuşağına da bakmak lazım. Bu bize değişimin Türkiye’ye özgü nedenleri konusunda da fikir veriyor. Çünkü Z’den önce Y kuşağı da AKP’den uzaklaşmaya başlamış. Bunun nedenleri teknoloji olduğu kadar eğitim ve kentleşme. Demek istiyorum ki Y kuşağını da içine alacak şekilde daha geniş bir genç kesim üzerinde durmalıyız. Bu konuda bazı genç akademisyenlerin yaptığı yararlı çalışmalar da var. Konuyu çok yönlü ele alarak daha iyi anlamaya çalışmalıyız. 

O halde şöyle soralım. Nesillerin geleceğini ve beklentilerini doğdukları kuşak mı, yaşadıkları coğrafya mı belirler?

Her ikisi de. Sanayi toplumu öncesinde kırsal yerleşimlerde yaşayanlar başka yerlerde olanlardan çok daha az etkilenirlerdi. Küreselleşmenin ve yeni iletişim teknolojilerinin etkisiyle günümüzde dünya nüfusunun daha büyük bir bölümü dünyada olup bitenlerden eskisine göre çok daha fazla etkileniyor. 

Diğer yandan farklı coğrafyalar arasında, hatta aynı coğrafyada farklı ülkeler, kentler, sınıflar, dini etnik gruplar, kadınlar-erkekler arasında görülen önemli farklılıklar var.

Afrika’da nüfusun ortanca yaşı 16-17. Bu, toplumun yarısı... Yani yüzde 50’si Z kuşağı demek. Bu ülkelerin geleceğini bu kuşak belirleyecek. Bu devasa nüfusun beslenmesi, eğitimi, sağlığı, istihdamı... Bu sorunların yol açabileceği siyasi ve sosyal çalkantılar. Tam tersi durum Çin ve Japonya için söz konusu. Japonya’da Z kuşağı nüfusun yalnızca yüzde 13’ü. Gelecek için Afrika’daki gibi önemli değil. Japonya’nın sorunu tersine yaşlanan nüfus. 

Avrupa’da ailelerin ortalama büyüklüğü 1,7. Afrika’da beş.  Çocuğa yapılan yatırım bir diğerinin 15-20 katı. Görüldüğü gibi ikisi de Z kuşağı ama birbirinden çok farklı aile, okul, çalışma ortamlarında yetişiyorlar. “İnternet, internet, internet” diyoruz, Afrika’da çoğu gencin internet bağlantısı yok. 

Gençlerin farklı tutumlarından bazı örnekler. Göçmenlere Brezilya’da olumlu bakan gençler çoğunluk, İngiltere’de yarı yarıya, Türkiye’de ise azınlık. Yasal kürtajı Türkiye’de gençlerin yarısı onaylıyor, gelişmiş ülkelerde ezici çoğunluğu. Din bağı tüm dünyada zayıflıyor ama ülkeler arasında büyük farklılıklar var. Japonya’da hiç ilgi yok, İngiltere’de gençlerin çoğunluğu da bu yönde düşünüyor. Ama Pakistan’da tersine. Çin ve Japonya’da genç işsizliği sorunu yok, İtalya’da yüzde 35. İngiltere’de 30 yaşın altındaki nüfusun yarısı üniversite mezunu ama dünya ortalaması henüz yüzde 10, yüzde 15. 

Benzer farklılıklar aynı ülke içinde, aynı bölgede, aynı kentte görülebilir. Gençlerin geleceği ve beklentileri de kuşak özellikleri kadar bu farklılıklar tarafından belirlenecek.

Eğer belli bir kuşağa bir misyon yüklersek, bazı coğrafyalarda ortaya çıkan yenilikçi, girişimci nesli başka coğrafyalarda göremememizi nasıl açıklarız?

Yenilikçilik, yaratıcılık belli yerlerde toplanıyor. Belli ülkelerde, belli kentlerde, ve asıl önemlisi belli toplum kesimlerinde... 

Z kuşağı erken yaşlarda yeni iletişim teknolojilerini kullanmayı öğreniyor, diyoruz. Ama internet bağlantısı dahi olmayan önemli bir gençlik kesimi var. Kaldı ki kullananların çoğu çok basit işlemler için kullanıyor. Mesaj, görüşme, müzik, sosyal medya... Araştırmalar yoğun kullananların önemli bir bölümünün dijital okur yazarlığı olmadığını gösteriyor. Oysa yenilikçlik, yaratıcılık kullanımın derinleşmesini gerektiriyor. 

Yenilikçi havuzlarının oluşması çeşitli nedenlere bağlı. Bir kere ülkenin gelişmişlik düzeyi önemli. Bazı istisnalar dışında yenilikçiliğin toplandığı yerler genellikle Batı ülkeleri. Bu ülkelerde eğitim daha kaliteli, yaşam standardı yüksek, alt yapı hizmetleri güçlü. Nitekim 30 yaş altı kesimde üniversite mezunlarının yüzde 50’yi bulduğu İngiltere’de 10’lu yaşlarda iş sahibi olanların sayısı artıyor. Bir yerde rastladım, 13-19 yaşları arasındaki gençlerin kurduğu 4 bin 125 teknoloji şirketi varmış. 

Daha önemlisi eğitim. Ve çalışan nüfusun büyük bir bölümünü orta ve orta üst gelir sahibi vasıflı işgücü oluşturuyor. Özellikle bu kesim çocuklarını en iyi okullara, üniversitelere gönderebilmek için tüm imkânlarını seferber ediyor. Okullar çocuklara, gençlere klasik eğitim dışında kültürel, sportif, sosyal beceriler kazandırmakla kalmıyor; işe girmede, iş kurmada, işte ilerlemede gerekli kişilik özellikleri de kazandırıyor. Motivasyon, dayanıklılık, metanet, etkin iletişim, güçlü çalışma ahlakı, özgüven ve karakter... Bu gençler aile, arkadaş ve okul çevreleri sayesinde yeni teknolojilerin gelişmesinden haberdar oluyorlar. Yapay zekâ, robotlar, üç boyutlu yazıcı, nano, kuantum bilgisayarı, blok zinciri, insansız araç, VR gözlük, artırılmış gerçeklik, otomasyon. Asıl önemli olan henüz öğrenci iken web sitesi hazırlanması, yazılım, stoksuz satış gibi işlerde geçici olarak çalışıp deneyim kazanıyorlar. 

Türkiye’ye gelince eğitim çağındaki çocukların yarısı dezavantajlı konumda. Dezavantajlı okullarda genellikle dezavantajlı çocuklar okuyor. Okul öncesi yok gibi. İkili eğitimde, meslek ve imam-hatip okullarında genellikle bu çocuklar okuyor. Bu okullarda devamsızlık, sınıf tekrarı, erken ayrılma yüzdeleri diğerlerinden çok daha fazla. 

Bu durumu en iyi PISA sonuçları ortaya koyuyor. PISA başarı değerlendirmesinde dünyanın yenilikçi ve yaratıcı kişileri birinci grupta yer alıyor. Türkiye’de birinci gruba girebilen öğrenciler yok denecek kadar az. Çoğunluk en başarısız öğrencilerin yer aldığı en alt iki grupta kümeleniyor. Bunlar genellikle meslek ve imam-hatip okullarında okuyan öğrenciler. Türkiye değil yaratıcılık, yenilikçilik dünyanın vasıfsız işgücü yetiştiren ucuz emek ülkesi haline geliyor. 

Z kuşağı” tartışmaları ABD’de “Tiktok” aplikasyonu kullanıcılarının Trump’ın mitingine bilet alarak salonun boş kalmasını sağlamasıyla, Türkiye’de de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın canlı yayınına atılan ‘dislike’larla tekrar gündeme geldi. Sizce yeni nesille birlikte yeni bir tür siyasal aktivizm geliyor olabilir mi?

İkisi de gençler tarafından yapılan siyasi nitelikli protesto hareketi. Gençlerin otoriterleşmeye karşı hoşnutsuzluklarını ve tepkilerini ortaya koyması. İkisi de internet ve sosyal medya ağları vasıtasıyla gerçekleştiriliyor. Ama önemli olan gençlerin bu eylemlerle alışılagelmiş siyasi tartışma ve eylem dilinin dışına çıkmaları. Trump olayını hatırlayalım. Trump büyük bir salonda bir toplantı yapacak. Gençler internet üzerinden aralarında anlaşarak oturma yerlerinin büyük bölümünü kapatıyor. Ve sonra gitmemek suretiyle Trump’ı neredeyse boş bir salonla baş başa bırakıyor. Siyasette yenilik, yaratıcılık için mükemmel bir örnek. Siyaset dünyasında yeni teknolojilerle neler yapılabileceğini gösteriyor. 

Sosyal medya gençlerin siyasete katılımlarını gerçekten artırıyor mu? 

Sosyal medya gençlik hareketlerinin oluşumunda önemli rol oynuyor. Sosyal medya üzerinden örgütlenen 150 ülkeden dört milyon genç iklim değişikliğine dur demek için birlikte hareket etti. Yine yakın zamanda gençler silah satışlarını ve şiddeti protesto etmek amacıyla büyük çaplı bir eylem gerçekleştirildi. Türkiye’de sosyal medyanın etkinliğini Gezi hareketinde gördük. Sonrasında tüm kısıtlamalara rağmen gençler Anayasa referandumunda, Adalet Yürüyüşü sırasında, Cumhurbaşkanlığı ve İstanbul belediye seçimlerinde sosyal medya kanallarını yoğun olarak kullandılar. Bunlar genellikle Y kuşağı tarafından gerçekleştirildi. Bu tür hareketler kamuoyunu bilinçlendiriyor, önemli sorunlar hakkında farkındalık yaratıyor. İlgili kişilerin dikkatini çekiyor. Yerinde atılan bir hashtag bile büyük ses getirebiliyor. 

Dünyada da Türkiye’de de siyasi haberlere erişim 20. yüzyılın ortalarına kadar çok kısıtlıydı. Sonrasında gazete her yere ulaşmaya başladı, önce radyo sonra televizyon her eve girdi. Ama günümüzde gençler ve internet kullananlar sosyal medya sayesinde dünyada olup bitenleri çok daha sık ve yakından takip edebiliyor. Her türlü analiz ve yorumu bulmak mümkün ama mesajlar genellikle kısa, çok yönlü, çeşitli ve sürekli. Özellikle gençler sosyal medya üzerinden bilgi paylaşıyor, değerlendiriyor, tartışıyor. İlk yıllarında internetin çok daha özgür, eşit, şeffaf bir dünya yaratacağı söylenmişti. Çok olumsuz yönleri olsa da sosyal medyanın demokratikleştirici bir etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.

‘Sosyal medya muhalefete medya tekellerini kırma imkânı sağlıyor’

Sosyal medyanın gelecekte nasıl bir rol oynayacağını düşünüyorsunuz? Halkın yanı sıra artık siyasi partiler de sosyal medya üzerinden kampanya yürütmeye başladı. Yeni neslin “ilk oyunu” almak için sosyal medyanın önemi nedir?

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de siyasi partiler gençlerin sosyal medyada daha aktif olduklarını iyi biliyorlar. Gerek bireysel düzeyde, gerekse gönüllü ya da profesyonel ekiplerden yararlanarak gençlere sosyal medya üzerinde ulaşmaya çalışıyorlar. 

Siyasi partilerin sosyal medya ilişkisinde önemli bir konu da şu; başlangıçta sosyal medyanın politikacılarla yurttaşlar arasında diyalog ortamı yaratacağı düşünülüyordu. Pek de öyle olmadı. Siyasi partilerin sosyal medya kullanımı televizyon kanallarına reklam vermeye dönüştü. At mesajı çığ gibi yayılsın. Takipçilerin beğensin, yaysın. Başka kanallar kısıtlandığı için muhalefet bu yola daha çok başvuruyor. Buna karşılık sosyal medyanın sorulara yanıt verme, tartışma tarafı zayıf kaldı. Tek yönlü iletişime dönüşünce beklenildiği gibi etkileyici olamıyor. 

Bakıyoruz siyasi partiler yeni bazı teknikleri sürekli devreye sokuyor. Daha inandırıcı olsun diye bir vatandaşın kendi hayatından çarpıcı bir olay anlatması sağlanıyor. Bir konu duygusallaştırarak daha dokunaklı hale getiriliyor. Resimlerle, kliplerle, mizah yoluyla içerik üretiliyor. Bunların önemli bir bölümü de taraftarlar tarafından hazırlanıyor. Sosyal medya özellikle muhalefete medya tekellerini kırma imkânı sağlıyor. 

Türkiye’de de gördüğümüz sosyal medya otoriter yönetimleri rahatsız ediyor. Öyle olunca tacizler, gözetleme, baskılama yoluna gidiyor. Geçen ay çıkarılan sosyal medya yasası bir örnek. Diğer yandan, gençler bir işe başvururken sosyal medya hesaplarından dolayı fişlenmiş olmaktan korkuyor. Ya da sosyal medya üzerinden yürütülen siyasi kavgalardan rahatsız oluyorlar. Bu nedenle aşırı taraf olarak gördükleri arkadaşlıklarına son veriyorlar. Bazı sosyal medya platformlarından çekilirken daha az siyasi olanlara yöneliyorlar.

Sosyal medya toplumu özgürleştirecek mi? Yoksa güvenlik gerekçesiyle kısıtlanacak mı? Özgürlük mü? Güvenlik mi? Sosyal medya bir yandan özgür, şeffaf ve eşit bir toplum idealini ortaya koyuyor. Diğer yandan mülkiyet yapısı itibariyle dünyada ekonominin en eşitsiz sektörü. Sosyal medya platformları dünya devi üç dört teknoloji tekelinin elinde. Bunlar insanların hayatını her yönüyle biliyor. Ailesini, akrabalarını. Bu bilgiler dünya devlerine büyük bir potansiyel güç kazandırıyor. Bu şirketler özel yaşamı korumayı mı önceleyecekler? Yoksa ellerindeki bilgileri kendi çıkarları için mi kullanacaklar? Yoksa özellikle baskı altında kaldıkça devletle mi uzlaşacaklar? Yoksa Çin’de olduğu gibi devletler sosyal medya denetimini doğrudan üstüne mi alacak? Önümüzdeki dönemde bunları daha çok konuşuyor olacağız. 

Ne olursa olsun sosyal medya artık gençlerin siyasi desteğini sağlamak için başvurulması gereken en önemli araç haline gelmiş durumda.

ABD siyasetinde “insanın yaşlandıkça muhafazakârlaştığı” söylemi çok yaygındır. Ülkemiz çerçevesinden baktığımızda, yeni nesil için de durum böyle mi?

Belki ateş, yazı, tarımın bulunması kadar değil ama yaşamı otomobil uçak, radyo televizyon, akıllı telefon internet kadar hatta daha da fazla etkileyecek bir teknolojik değişim sürecinin içine girildi. Z kuşağını 50 yıl sonra nasıl bir yaşlılık dönemi beklediğini tasavvur etmek için herhalde bilim kurgu filmlerine bakmak lazım. Bu dönemi kuşağın bir çağ değişimi gibi düşünmekte yarar var. Hiç değilse 19. Yüzyıl Sanayi Devrimi gibi.

Tarım toplumlarında gençler yaşlandığında yaşadıkları toplum çok değişmemiş olurdu. Modern toplumlarda yaşla birlikte parti bağının güçlendiğini gösteren araştırmalar var. Örneğin işçiler genç yaşta bir sol partiye oy vermeye başlıyor. Ve bu eğilimi zaman içinde güçleniyor. Gençlik deneyimi bir kuşağın siyasi davranışını yaşamı boyunca etkiliyor. Bu açıdan bakıldığında yaş, ya da yaşlanma pek önemli değil. Çünkü yaşla siyasi tutum değişmiyor. 

Tersine bir durumdan da söz edilebilir. Sol partilerin işçi sınıfı kalelerinde sağ popülist partiler yükselişe geçti. İşçiler kaybolduğunu düşündükleri sendikal dayanışmayı, güçlü toplu pazarlık kurumlarını, emeğin kaybolan toplumsal dayanışmasını arıyor. Sol partiler ise giderek artan ölçüde küreselleşmeye, göçmenlere, eğitimli orta sınıflara yaslanıyor. Hayal kırıklığı içerisinde oy verme alışkanlıklarını değiştiriyorlar. Değişen işçiler mi yoksa sosyal demokrat partiler mi? Sorun yine yaş değil. İşçilerin statü, gelir ve siyasi güç kaybı. Neden, değişen ortam ve koşullar. Değişen toplum. 

Bir başka eğilim yaşlıların otoriterleşmesi. Yani ortam ve kuşak etkilerinden bağımsız olarak yaşla muhafazakârlaşma söz konusu. Gençlik “ideallerle yaşama dönemi” olarak bilinir. Gençler daha özgürlükçü, daha solcu oluyor. Yaşla birlikte asayiş ve düzene verilen önem artıyor. İstikrar, asayiş ve düzene daha çok önem veriyorlar. Bu muhafazakârlara yarıyor. Çünkü muhafazakâr ideolojinin temeli kanun ve nizam. Burada yaş faktörü önemli.

Z kuşağına ilişkin son bir şey söyleyeyim. Çağımızın en başta gelen sorunlarından birisi yaşlanan toplum. Yaşlılar toplumun en büyük kesimi haline geliyor. Bu değişim tüm toplum düzenini değiştiriyor. Z kuşağı yaşlıların çoğunluk olacağı bir toplumda yaşayacak. Bu da şimdikinden farklı bir durum.

Yaş, kuşak ve toplumsal ortam... Üçü de önemli. Hızla değişen bir dünyada her üçüne ayrı ayrı ve birlikte bakmak lazım. Baş döndürücü hızla değişen bir dünyada bu üçü arasındaki ilişki Z kuşağı için nasıl bir sonuç verecek? Fikir yürütmek gerçekten zor.

YARIN: Türkiye’de gençlerden kaynaklanan siyasi değişimin parametreleri

TIKLAYIN | Prof. Sencer Ayata: Ufukta, gücünü bilimden alan uzman otoritesinin, siyasi otoritenin önüne geçeceği yeni bir aydınlanma görünüyor

TIKLAYIN | Prof. Sencer Ayata: Sokak hareketlerinin ortak noktası eşitsizlik; kaynama noktası ise yoksulluk, dışlanma, ayrımcılık, ötekileştirme