Sabah 7 miymiş, 8 miymiş, saate bakmadan çıkmışlar. Kar yeni kalkmış Hakkâri’den; taş çatlasa bir ay var önlerinde. Pancar toplayacaklar.
Pusulanın batı tarafında pancar demek pancar turşusudur, ilkokulda fabrikalarının adını ezberlediği şekerpancarıdır.
Pusulanın diğer ucunda pancar demekle koca bir başlık açılır. Pancar bir kere bahar demektir, karın ardından yeşiller fışkırdı demektir. Pancar demek uçkun demektir, kengir demektir. Hakkâri dağlarından gayrı zor bulacağınız siyabo demektir; mendi demektir. Pancar, köküyle, yeşil bitkisiyle, mantarıyla baharın misafir ettiği koca bir ailedir.
Ne yapılır pancarla? Bu otların bazısı peynire katılır mesela. Bir sürü yemek, pancar mevsiminde ayrı lezzetlenir. Ayran çorbası yeşillenir, hiçbir şey olmasa pancara yumurta kırılır, parmaklar yenir.
Başka ne yapılır pancarla? Dal dal toplanıp demetlenir, Hakkâri merkezde, Yüksekova’da tezgâh açılıp satılır. Demeti 1 liradır, 2 liradır en fazla. İlkokul çocukları sabah erken kalkıp topladıklarını asfalt kenarında satarlar da o sayede okurlar. Pancar geçim kaynağıdır. Baharın hediyesidir.
Roboski hayaleti
90’ların başında, 93 mü, 94 mü, hiç takvime bakmamışlar, bu dağ köylülerine demişler ki: “Siz haydi aşağıya...” Sualsiz denkleşip Zap Vadisi’ne inmişler. Köylerin isimleri aynı: Geçimli, Taşbaşı, Akkaya... Ama durdukları yer artık bambaşka. Bir yanlarında Şırnak-Hakkâri ‘asfaltı’, bir yanlarında Zap Suyu, diğer yanda da indikleri dağ... Sadece Geçimli Köyü’nden altı kişi bu yolda araba altında kalıp ölmüş. Kaldırım yapmak istemişler; askeriye izin vermemiş. Zaten yörenin ‘yasaklı bölgesi’ meşhur. Mesela aynı gün yasak tarlaya giren 70’lik bir teyze, ateş açan askere elleri havada teslim olmuş.
Velhasıl kalmışlar mı evlerinde cezalı gibi... Ekecek toprak az, hayvanları salacak yer yok. Köylerinin 1-2 kilometre uzağına ağıllar yapmışlar. Pancar baharı geldiğinde de çoluklu çocuklu, gençli yaşlılı kafilelerle eski köylerine yakın yeşilliklere doğru yollanır olmuşlar.
Günlerden bir gün yine pancardayken, birden ortalık toz duman olmuş, tepelerinde helikopterler dönmeye başlamış. Sesi duyunca zaten içlerinde bir diken... Sonra az ileriyi taramaya başlamış Kobralar. Nereye kaçsalar bilememişler. Roboski düşmüş akıllarına, “Olur mu olur” demişler, kaya diplerine çöküp bir müddet beklemişler. Ki öncesinden ne hikâyeler var akıllarında.
Sabahın taze ışığında çıkıp da hâlâ dönmeyince, Zap dibinde helikopter seslerini duyanlar telaşa düşmüşler. Akıllarına Roboski düşmüş; “Olur mu olur” demişler. Koşmuşlar Geçimli Karakolu’na, “Bunlar bizim pancar toplayan yakınlarımızdır” demişler.
Akşamüstü dönene kadar yukarıdakilerin de aşağıdakilerin de yüreği ağzında atmış.
'Bize de şey olur mu?'
Roboski’de 34 kişi öyle öldüğünden ve sonra da ağızlara fermuar çekildiğinden beri yürekleri ağzındaymış aslında. Pancara gidene, odun toplamaya, hayvan otlatmaya çıkana üç tembih geliyormuş evden “Temkinli ol” diye. Köylerinin muhtarına dert yanıp soruyorlarmış: “Bize de şey olur mu?”
O gün helikopterler doğrudan o köylüleri hedef almamış belki. Alsa zaten insan bacağı koşarak ne kadar uzaklaşabilir devasa bir helikopterin menzilinden, çoktan ölmüşlerdi. Ama işte kendi ülkelerinde, kendi köylerinde böyle yaşarmış bazıları. Kendi topraklarında bu haletiruhiye içinde gezerlermiş. Ölmedikleri için pusulanın batı diyarlarında dal kıpırdamamış. Ki ölseler bile bunun duyulması garanti değilmiş zaten. Mesela bu korkuyla yaşamanın, bu endişenin normalleşmesinin uzaklarda hiçbir kıymeti yokmuş.
Gökten üç elma düşmüş desem, irkilirler. Zira o diyarlarda gökten hayırlı bir şey düştüğünü gören olmamış.
(Bu hikâyeyi uydurmama yardımcı olan BDP Hakkâri milletvekili Esat Canan’a, www.yuksekovahaber.com’dan Erkan Çapraz’a ve Geçimli Köyü Muhtarı Mikail Artan’a teşekkür ederim. “Bunlar gerçek, iki gün evvel yaşandı” deyince de inanan yok ki.)