Kültür-Sanat
BBC Türkçe

Osmanlı dizilerindeki kadın temsili ne kadar gerçekçi?

26 Ocak 2025 17:54

Güncelleme: 26 Ocak 2025 18:10

Osmanlı'nın çeşitli dönemlerini anlatan televizyon dizileri son yıllarda Türkiye'de büyük ilgi görüyor.

Osmanlı'nın kuruluş yıllarını anlatan Diriliş Ertuğrul ve Kuruluş Osman; Kanuni Sultan Süleyman dönemini anlatan Muhteşem Yüzyıl ve Kösem Sultan dizileri; Osmanlı devletinin son demlerini konu edinen Payitaht: Abdülhamid ve Şakir Paşa Ailesi dizisi bunlardan bazıları.

Peki, izleyicide üzerine kitaplar okuyup YouTube'da tartışacak kadar tarih merakı uyandıran bu dizilerdeki kadın karakterler ne kadar gerçeğe yakın?

Televizyon dizilerinde güçlü duruşu veya ailesine düşkünlüğü ile ön plana çıkan, kimi zaman sinsi planlar yaparken kimi zaman cinselliği ya da muhafazakârlığı ile tasvir edilen "Osmanlı kadını" aslında kimdi?

Sebah & Joaillier stüdyosunun çektiği bir kabin fotoğrafında 1890'da bir Türk kadını

BBC Türkçe'ye konuşan tarihçiler, Osmanlı devletinin kuruluşundan cumhuriyetin ilanına dek kadınların görünülürlüklerinin, toplumsal statülerine göre değişiklik gösterdiğini vurguluyor.

Kırsalda yaşayan kadınlar gündelik hayatta çok daha fazla rol üstlenirdi.

Şehir hayatında ise kadınların hayatı ve görünülürlükleri yüzyıllar içerisinde büyük değişimler geçirdi.

Toplumsal cinsiyet alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Fatmagül Berktay'a göre erken Osmanlı döneminde de 19. yüzyıl ve sonrasında da siyasette, ekonomide, sosyal hayatta kadınlar çok etkindi.

Kadınlar savaşır mıydı?

Akademisyenler Selinay Yılmazer ve Ozan Aşık'ın yayımladığı Diriliş Ertuğrul dizisi ve Osmanlı-Türk kadını imajına dair bir saha çalışmasına katılanlar; dizide gördükleri kadınları "güçlü", "savaşçı", "korkusuz", "hükümdar", "eşine bağlı", "ailesine düşkün" olarak tanımlıyor.

Peki, Osmanlı kurulurken kadınlar gerçekten ata biniyor, kılıç kullanıyor, savaşıyor ve yönetimde söz sahibi oluyor muydu?

Tarihçiler dizilere konu olan hemen her kahraman gibi kadın figürlerin de toplumdaki rollerinin abartıldığını ancak bu tasvirlerin gerçekten tamamen uzak olmadığını belirtiyor.

Anadolu Üniversitesi'nden tarihçi Prof. Dr. Haşim Şahin, BBC Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede Osmanlı kuruluş dönemi, Selçuklu ya da İslam öncesi Türk tarihine bakıldığında kadının toplum içinde önemli bir rolü olduğunu hatırlatırken "Erkek neyse kadın da oydu" diyor.

Prof. Şahin, bunun kanıtlarının Dede Korkut kitabındaki bazı hikayelerde çok net bir şekilde görüldüğünü vurguluyor.

Kadınların bu aktif rolünü 13, 14, 15. yüzyıllarda Türk ve Moğol topluluklar hakkında bilgi veren seyyahların da "çok net anlattığını" söylüyor.

Ancak bu dönemde dizilerdeki gibi kılıç kuşanan, ata binip sefere giden bir kadın figürü yok.

Prof. Şahin bu dönem için "Kadın savaşmazdı" diyor.

Kadınların nadiren ani düşman saldırılarında, topyekûn savunma savaşlarında yer alabildiklerini ancak kuruluş döneminde daha çok fetih, yani hücum savaşları yapıldığını hatırlatıyor.

'Nilüfer Hatun İznik'i yönetiyordu'

Erken dönem Osmanlı yönetiminde, üst sınıftan bir kadın hem sosyal hem siyasi hayatta son derece görünürdü.

Prof. Şahin, ikinci Osmanlı padişahı Orhan Gazi'nin eşi Nilüfer Hatun'a dair; 1330'lu yıllarda bütün Anadolu'yu gezen ve kendisini bizzat görmüş olan İbn Battuta'nın cümlelerinden bir anekdot paylaşıyor:

"Ben gittiğimde Sultan Orhan, Bursa Sultanı'ydı. Sürekli sefere çıkıyordu. İznik'e gittiğimde ise orada Nilüfer Hatun vardı ve İznik'i o yönetiyordu."

Şahin, Türk tarihinde kadınların doğrudan hükümdar olduğu örnekleri şöyle sıralıyor: Saltuklu Melikesi Mama Hatun, Memlûk devleti kurucusu Şecerüddür, Buhara Melikesi Kabaç Hatun...

Osmanlı sarayları ve Harem

Osmanlı'da özellikle Yıldırım Bayezid döneminden itibaren özgür kadınlarla evlenme geleneği yerini, değişik yöntemlerle hareme dahil edilen cariyelerle evlenme sistemine bıraktı.

Prof. Şahin, bu değişiklikle birlikte saraydaki kadınların daha kapalı bir hayat yaşamaya başladığını söylüyor.

Valide Sultan tarafından yönetilen Harem'in kendi kuralları olan, padişahın dahi istediği gibi girip çıkamadığı bir yapı olduğunu hatırlatıyor.

Televizyon dizilerinde haremle ilgili birçok tasvir olmasına rağmen, tarihçiler bu kapalı yapıya dair anlatılanların doğruluğunu bilmenin çok mümkün olmadığını vurguluyor.

Jean-Baptiste Vanmour'un tablosunda, 1720'lerde haremde kahve içen kadınlar tasvir ediliyor. Saray haremi Batı dünyasında merak uyandırıyor, seyahatnamelerde oryantal dünyanın bir parçası olarak tasvir ediliyordu. Ancak tarihçiler, anlatımların ve tabloların doğru olup olmadığından emin olunamayacağını belirtiyor

BBC Türkçe'ye konuşan Rumeli Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi Dr. Burcu Belli, tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı'da da kayıtların özellikle devletle ilgili tutulduğunu, dolayısıyla kadınlara dair bilginin kısıtlı olduğunu belirtiyor.

Ancak Dr. Belli, Osmanlı sarayında padişah eşlerinin, kız kardeşlerinin ve kızlarının siyasetle ilgili olduğunun bilindiğini söylüyor.

Saray kadınlarının hayırseverlikleriyle, cami, medrese, çeşme ve tekke gibi inşa ettirdikleri yapılarla tanındıklarına da dikkat çekiyor.

Bunu İstanbul'daki cami isimlerinden de fark etmek mümkün.

BBC Türkçe'ye konuşan ve toplumsal cinsiyet üzerinde çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Fatmagül Berktay, bu yapıları, kadınların kendilerini tarihe yazdırma çabalarının bir parçası olarak yorumluyor.

Jean Baptiste Vanmour'un tablosunda, 1720'lerde bir Türk kadın

Türkiye'de yayımlanan popüler tarih dizilerinde saray kadınları sıkça "entrikacı" olarak tasvir ediliyor.

Dr. Belli, "İmparatorluğun çökmesinin nedeninin kadınların idareye karışması olduğu söylenir. Hürrem ve Kösem entrikacı olmakla itham edilir. Ama aslında kadınlar hep idarenin içindeydi" diyor ve ekliyor:

"Sarayda hayatta kalmak için güçlü olman lazım. Aynı entrikaları bir paşa yapınca ne zeki adammış denir, kadınlar yapınca ne entrikacı.

"Ama kadınlar siyaseti iyi biliyorlar. Örneğin Kösem Sultan azledildiğinde devlet adamları gidip ona danışıyor yine de."

Kösem Sultan, oğlu Sultan İbrahim tarafından saray dışındaki bahçesine gönderilmiş, ancak kısa süre sonra geri dönmüştü.

'Batı'ya göre daha rahat yaşıyorlardı'

Prof. Berktay, Osmanlı kadınlarının toplumsal hayatta da tahmin edildiğinden daha etkin olduğunu söylüyor.

"Batı'dakinin aksine Osmanlı'da kadınlar, evlendikten sonra da hukuki özne olmaya devam ederler" diyen Prof. Berktay, kadınların kendi mal ve mülkleri üzerinde tasarruf hakları olduğunu, alım satım yapabildiklerini anlatıyor.

Sebah & Joaillier fotoğrafında 1880'lerde Galata Köprüsü

Kadı sicillerinde çok sayıda kadının kendi adına yer aldığını da ekleyen Berktay şu örneği veriyor:

"17. yüzyılda Bursa'da Ayşe Hatun isimli biri evlenirken baba evini terk etmek istemiyor ve kadıya gidiliyor. Kadı bir ay kendi evinde bir ay kocasının evinde kalmasına hükmediyor."

Dr. Belli de modernleşme yıllarına kadar bu coğrafyada kadınların, Avrupa'ya kıyasla çok daha daha rahat yaşadığını söylüyor.

Osmanlı devletinde her kesimde kadınların kocalarını boşayabildiğini hatırlatarak "Osmanlı sarayında padişahtan boşanıp tekrar evlenen birçok kadın vardı" diyor.

II. Abdülhamid döneminde kız okulları açıldı

Uzmanlara göre aydınlanma çağı ve modernleşme sürecinde tüm dünya gibi Osmanlı'da da kadınlar geri plandaydı.

Ancak eğitim ve istihdam olanakları artan kadınlar şehir yaşamında daha görünür hale geldi.

BBC Türkçe'ye konuşan tarihçiler, II. Abdülhamid döneminde kız çocukları için okullar açıldığını, kadınların öğretmenlik, hemşirelik gibi görevlerde çalıştığını vurguluyor.

Prof. Berktay, II. Meşrutiyet (1908) sonrası kadınların telefon idaresinde memure olarak çalışmaya başladığını hatırlatıyor.

Berktay, 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başında, üst sınıf kadınların iyi eğitim alan, siyaset ve topluma kafa yoran, Batılılarla temas halinde, yabancı dil bilen ve okuyan, geniş kütüphaneleri olan kişiler olduğunu söylüyor.

Şakir Paşa Ailesi'nde gördüğümüz tasvir buna uyuyor. Peki ya kılık kıyafet?

Kadınlar modayı takip ediyordu
Osmanlı'da kadınların sokağa çıkamadığı, çarşafsız camdan bakamadığı yönünde çizilen imajın aksine, İstanbul'un Pera, Göksu, Dolmabahçe, Bebek, Nişantaşı, Adalar gibi semtlerinin farklı dillerin konuşulduğu, çok kültürlü yerler olduğu belirtiliyor.

Dr. Burcu Belli, kadınların bu gibi yerlerde daha özgür olabildiğini vurguluyor:

"Aklımıza gelen muhafazakar Osmanlı görüntüsü yoktu. Üst sınıftan bir kadının kıyafetine özellikle Sultan Abdülmecit, Abdülaziz dönemlerinde müdahale edilmezdi. Ancak yoksul mahallelerde ve kalabalık arasında daha dikkatli giyinirlerdi.

Anadolu'da ise kadınların tarım yapabilecekleri kıyafetler giydikleri, çarşafın çok yaygın olmadığını biliniyor.

Prof. Berktay, 18. yüzyılda modanın kadınların bireysellik, kamusal görünürlük ve kendilerine konan sınırları aşma arzusunu yansıttığını belirtiyor.

Kılık kıyafete dair fermanlarla ayrıntılı kurallar konmakla beraber kadınların bu kuralları çiğnediğine değiniyor.

Berktay, "Örneğin III. Selim zamanında uzun yakalı, parlak renkli feraceler yasaklanmasına rağmen mesire yerlerinde, her tarafta rengarenk feraceli kadınlar vardı" diyor.

Dr. Belli, modernleşme ve kapitalizmle birlikte seri üretime geçilmesinin ve hazır giyimin başlamasının kadınların dış görüntüsünü değiştirdiğini vurguluyor.

Öte yandan orta ve üst sınıf olmayan yoksul kesim için modernleşmenin negatif etkileri olduğunu da ekliyor:

"Zengin ve orta sınıf kadınların bulunduğu yerlerde yoksul kadınlar doğrudan fahişe ya da hırsız damgası yiyordu ve bunun tabii ciddi sonuçları oluyordu" diyor.

 

 

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir