16 Temmuz 2019 21:15
Şirin Payzın
Osman Kavala, 624 gündür tutuklu… Gezi eylemleri davasının bir numaralı sanığı olarak tutuklu yargılanıyor. 24 Haziran’daki ilk duruşmada mahkeme tutukluluğunun devamına karar verdi. 18 Temmuz Perşembe günü davanın ikinci duruşması görülecek.
Gezi davası şüphesiz gündemin en tartışmalı siyasi davalarından biri. Osman Kavala 18 Ekim 2017’de Gaziantep’ten İstanbul’a dönerken gözaltına alındı, sonra tutuklandı.
İddianamenin yazılması bir yılı buldu. Bir yıl boyunca neyle suçlandığını, dosyanın içeriğinde neler olduğunu ne kendisi ne de avukatları öğrenebildi.
İddianame hayli kalın… Kalın ama ilk duruşmada mahkeme heyeti başkanı 657 sayfalık dosyayı 5 dakikada özetledi. Avukatlara ve sonradan davaya eklenen diğer sanıklara göre de zaten bir tek somut delil yok 657 sayfanın içinde.
Biz de kısaca özetlersek Osman Kavala, “Anayasal düzeni ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüsle “suçlanıyor. İddianameye göre sivil toplum faaliyeti yürüttüğü, Gezi parkında gençlere sandalye sağladığı, Diyarbakır’da kültür sanat faaliyetlerini desteklediği, çözüm süreci, demokratikleşme, mülteci hakları gibi konularda toplantılar düzenlediği için ülkenin bütünlüğünü, barışı, milli değerleri ‘tehlikeye’ attı.
Avukatların “tek bir somut delil yok” dediği iddianameyle ilgili Osman Kavala ne söylüyor? Ne düşünüyor? Ne hissediyor? Hakkındaki iddiaları nasıl görüyor?
Düşüncelerini kamuoyu ile paylaşabilsin diye kendisinden röportaj talep ettim. 21 aydır tutuklu ve tek başına bir hücrede davasının sonuçlanması bekleyen Osman Kavala, bu süreçte çok az konuştu. “Benim yerime sivil toplum konuşsun; demokrasi, adalet, hukuk mücadelesi verilsin“ duruşunu benimsedi. Davanın ikinci duruşması öncesi kendisine gönderdiğim soruların yanıtlarını okuyacaksınız bu röportajda. Takdir, mahkeme heyeti kadar kamuoyunun da olsun.
Çok şaşırdığımı söyleyemem. Her ne kadar tutuklu kalmam için bir neden yoksa da ilk celsede hem Yiğit Aksakoğlu’nun hem kendimin tahliye edileceğini beklemiyordum. Malum, ben bu davanın bir numaralı sanığıyım, kalkışmanın yöneticisi olmakla suçlanıyorum.
Cumhurbaşkanı zaman zaman Gezi olayları ve katılımcılarıyla ilgili suçlayıcı şeyler söylüyor. Anlayabildiğim kadarıyla bunlar daha ziyade siyasi konjonktürle ilgili mesajlar. Malum, doğrudan beni hedef alan demeçleri de oldu. İddianamenin hazırlık aşamasında hakkımdaki suçlamalar yazılırken bu demeçlerin etkisi olmuş olabilir. İddianamede siyasetçilerin Soros ile ilgili beyanlarının veri olarak alındığı belirtilmiş, benimle ilgili de benzer bir süreç işlemiş olabilir. Ancak Gezi ile ilgili son demeci ile tahliye edilmemem arasında ilişki olduğunu sanmıyorum.
Tutuklanmamla, iddianameyle ilgili gazetelerde eleştirel yazılar yayınlandı, birkaç televizyon programında da durumum konu edildi. Sayın Kılıçdaroğlu grup toplantılarında hukuksuzluğu gündeme getirdi, CHP’li milletvekilleri beni cezaevinde yalnız bırakmadılar. Hak savunucusu örgütler, sanatçılar da serbest bırakılmamla ilgili taleplerini dile getirdiler. Yargının adalet dağıtması ile ilgili olumsuz kanaatler, bu konudaki kötümser ruh hali sanırım tek tek davalara yönelik ilgiyi, merakı da azaltıyor, hukuksuzluklar, hak ihlalleri sıradanlaşıyor, vaka-i adiye haline geliyor. Bir de, tabii, bu dönemde insanlar eleştirilerini kamusal alanda ifade etmekten çekiniyor, böyle yapmanın kendilerine ya da kurumlarına zarar vereceğini düşünüyor. Bu kadar yaygın hukuksuzluk yaşarken bu davaya yönelik daha fazla ilgi beklemek pek gerçekçi değil. Diğer davalarla ilgili güçlü bir kamuoyu tepkisinin olmadığı bir ortamda bu davaya odaklanılması benim için rahatsız edici de olurdu.
Karışık şeyler hissettim. Yirmi aydır odanızda tek başınıza yaşamaya alıştıktan sonra çok farklı bir mekânda, cezaevi dışında bir devlet kurumuyla yüzleşiyorsunuz. Merdivenlerden çıkıp salona adım attığımda önce destek için gelen avukat grubunu gördüm. Cüppeleri içinde avukatlar, o büyük mekânda yasaların labirentleri içerisinde kaybolmamızı önleyecek cankurtaranlar gibi göründüler. Hemen sonra arkamdan gelen alkış seslerini duydum. Alkış anonimdir, ama benim için eşimin, ailemin, arkadaşlarımın orada olduklarını, dostlarımın arkamda olduklarını teyit eden özel bir ses, seslenme gibiydi. İlk gördüklerim ve duyduklarım, mekanda yabancılaşma hissi duymamı engelledi, bir tür güven hissi duymama yol açtı.
Bu soruya cevap verebilecek bilgiye sahip değilim. Ancak Gezi protestoları bağlamında şöyle bir akıl yürütmede bulunabilirim. Gezi olaylarının dış odaklarca organize edildiği iddiası ilk başta da öne sürülmüştü. Bu, tabii, protestolara katılanlar ve protestocularla dayanışma içerisinde olanlar için itibar kırıcı bir suçlama. Bir de faiz lobisi terimi kullanıldı. Bu da işin içinde finansmanla uğraşan aktörlerin olduğunu, bunların Gezi olaylarına finans desteği sağladıklarını ima ediyor. Ancak, yıllardır bu iddiaları desteleyecek bir kanıt ortaya çıkarılamadı. Bu durumda George Soros’a işaret etmek uygun bir çözüm gibi görünmüş olabilir. Soros, hem para hareketleriyle uğraştığından hem de çeşitli ülkelerde hükümetlere karşı halk hareketlerini desteklediğine dair yaygın bir inanç var olduğundan, böyle bir suçlama kanıt olmaksızın da inandırıcı olabiliyor. Bu senaryoda bana rol verilmesi şaşırtıcı değil. Ben hem Açık Toplum Vakfı Yönetim Kurulu’ndayım hem de Gezi protestolarına katıldım. Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür çeşitli projeler için Açık Toplum Vakfı’ndan destek alıyor ve sivil toplum girişimlerine destek sağlıyor. İşin içine ben de dahil olunca kurgu tamamlanmış oluyor! Ben gözaltına alınmadan kısa bir süre önce Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi adındaki kuruluşun Yekvücut adlı internet sitesinde benimle ilgili iki uzun yazı yayınlandı. Grafik kullanımının da yardımıyla benim Soros ile karanlık ilişkiler içinde olduğum mesajı verildi.
Baştan sona iki defa okudum. Kendimle ilgili bölümleri daha fazla okudum. İddianamenin 8.763 sayfa kadar eki bulunuyor. Bu eklerin büyük çoğunluğu bürokratik işlemlerle ilgili evrak ve iddianamede de bulunan materyal. Ancak aralarında önemli belgeler de mevcut. Bunları avukatlarımın yardımıyla görebildim.
Kendim yazdım, ama avukatlarımın büyük desteği oldu.
Bu durum, kanaatimce, iddianamedeki kurgunun somut delillerle desteklenmediğini, doğruluğuna inanılarak hazırlanmadığını, siyasi mesajlara uygun bir varsayım olarak kaleme alındığını gösteriyor.
Açık Toplum Vakfı’nda yönetim kurulu üyesiydim. George Soros ülkemizi ziyaret ettiğinde diğer yönetim kurulu üyeleriyle birlikte kendisiyle görüşmelerim oldu. Ancak, Türkiye’deki vakfın yönetim kurulu üyeliği dışında kendisiyle özel bir ilişkim olmadı. Vakfın yönetim kurulunda da hiçbir zaman diğer üyelerden farklı bir statüm, sorumluluğum olmadı. Soros’a saygı duyarım. Hukuk kurumlarının düzgün çalışması, sivil hakların korunması ve genişletilmesi, sivil toplum örgütlerinin ve hak savunucularının desteklenmesi, göçmen politikaları gibi konularda kendisiyle görüşlerimiz örtüşmektedir. Bilindiği gibi şu an Macaristan hükümetiyle arasının iyi olmamasının nedeni Macaristan ve diğer Avrupa ülkelerinin daha fazla sığınmacı kabul etmesini, göçmenler için daha fazla kaynak ayrılmasını savunması. Haliyle Trump’la da, Netenyahu’yla da sempati ilişkileri içerisinde değil. Ancak, tabii sosyal ve iktisadi alanlarda eşitlikçi politikalarla ilgili görüşlerim farklıdır. Bazı ülkelerdeki Açık toplum vakıflarının faaliyetleriyle ilgili eleştirilerim de oldu. Ülkelerde kurulan vakıflar bağımsızdır, hangi faaliyetleri yürüteceklerine, hangi projeleri destekleyeceklerine kendi yönetim kurulları karar verir. Türkiye’deki vakfın ayrıca bir proje değerlendirme kurulu vardır, yönetim kurulu bu kurulun değerlendirmelerine göre karar almaktaydı. Söylemeye gerek yok, ama yine de hatırlatayım, Türkiye’deki Açık Toplum Vakfı kuruluşundan itibaren siyasi meseleler, siyasi aktörlerle arasına mesafe koymuştur, siyasi nitelikli faaliyetlere destek vermemiştir.
Bunu aslında kurgudaki mantıksızlığı vurgulamak için söyledim, hükümet yetkililerinden destekleyici bir mesaj beklediğimden değil. Benzer bir durum Başbakanla görüşen Taksim Dayanışması üyeleri için de geçerli. Tayfun Kahraman da savunmasında aynı mantıksızlığa işaret etti.
Beklentim, elbette, tüm yargılananların üzerlerine atılan suçlardan beraat edecekleri. Buna kesin gözüyle bakıyorum. İddianamedeki kurgunun, ipe sapa gelir bir hali yok. Herhalde bir vakitte benim için de tahliye kararı verilecek. Ancak bu karar, cezaevinden çıkacağım anlamına gelmiyor. Tutuklanmamdan sonra, hiçbir temeli olmayan 15 Temmuz darbe girişimine destek suçlaması ayrı bir soruşturma dosyası olarak muhafaza edilmiş ve tutuklama kararım tuhaf bir biçimde iki dosya arasında paylaştırılmış. Bu ikinci dosya hakkında hiçbir bilgiye sahip değiliz. 20 aydır iddianamesi ortaya çıkmadı.
Silivri’ye gelmeden önce iki hafta şu anda kaldığım odanın yarı büyüklüğünde bir hücrede kaldım. Bir haftaya yakın bir süre burayı dört kişi ile paylaştım. O günler kolay geçmedi. Silivri’de fiziki şartlara kendimi alıştırdım, cezaevi şartları çok zorlayıcı gelmiyor. Odamda kitap okuyarak, düşünerek, hayal kurarak, kendimi başıma gelenlerden uzak tutmaya çalışıyorum. En çok zoruma giden hastaneye gidiş gelişlerde kelepçe takılması. Elleriniz kelepçeli, yanınızda jandarma, Silivri Devlet Hastanesi’nde dolaşıyorsunuz. Görenler bu adam acaba hangi kötülüğü yapmıştı diye düşünüyor olmalı.
Ben de bu soruya klasik bir cevap vereceğim. Eşimle, ailemle, dostlarımla beraber olmayı özledim, evimi özledim, toprağa, ağaçlara, bitkilere dokunmayı özledim.
Elbette bir sürü şey var. 60 yaşında cezaevine girdiğinizde ister istemez hayatınızın bir muhasebesini de yapıyorsunuz. Tek başına kalmak bunun için uygun bir ortam sağlıyor. Ancak pişmanlık duyduğum şeylerin üzerime atılan suçlarla uzaktan yakından ilgisi yok.
Sivil toplum için çalışmaya devam etmek istiyorum. Sanat ürünlerinin yardımıyla temel hukuk normlarının daha iyi anlaşılmasına, adaletle ilgili duyarlılığın artmasına katkıda bulunacak projeler gerçekleştirmenin önemli olacağını düşünüyorum.
Ekrem İmamoğlu’nun ikinci defa seçimi kazanacağını düşünüyordum ama bu kadar büyük bir fark beklemiyordum. Gezi’de ortaya çıkan olumlu enerjinin, ahlaki duyarlılıklarının yerel siyasete nasıl katkıda bulunacağı çok tartışılmıştı. İmamoğlu Gezi’de söylenmek istenenleri, Gezi’nin mesajlarını anlayacak bir duyarlılığa, bakış açısına ve sorun çözme yeteneğine sahip. Bu nedenden dolayı kendisini Gezi sonrası döneme çok uygun bir başkan olarak görüyorum.
Yeni delillerin ortaya çıktığı canlı bir dosya olmadıkça, bir örtbas söz konusu değilse, yıllar öncesine dönüp suç aramak yargılanmanın doğal akışına aykırıdır, tehlikeli bir uygulamadır. Yargı süreçlerini siyasi manipülasyona ve şantaja açık hale getirir. Umarım savcılar bu tür uygulamaları sürdürmekte ısrar etmezler. Kaftancıoğlu’nun durumunda hiçbir somut şiddet olayıyla ilişkilenmeyen ifadelerde suç aranması, olayı daha da vahim bir hale getirmektedir.
© Tüm hakları saklıdır.