Kültür-Sanat

Müşfik Kenter 80. doğumgününde anılıyor

Yıldız Kenter 80. yaşını kutlayamadığı kardeşi Müşfik Kenter için 'Canım güzel kardeşim, onsuz yaşamak, onsuz bir dünyaya uyanmak büyük eksiklik' dedi

08 Eylül 2012 16:29

Türk tiyatrosunun unutulmaz ismi Müşfik Kenter 80. doğumgününde anılıyor. Kardeşi Yıldız Kenter, “Tiyatromuzdaki yarı aç, yarı tok, ama mücadeleci hayat, bana da, Müşfik’e de çok iyi geldi. Sadece tiyatroyu ayakta tutmak ve o yolla yaşayabilmekti gayemiz” dedi.

Özlem Altunok'un Cumhuriyet gazetesinde "Bir garip ‘müşfik’ oyuncu" başlığıyla yayımlanan (8 Eylül 2012) Yıldız Kenter söyleşisi şöyle:


Bir garip ‘müşfik’ oyuncu


Bugün günlerden cumartesi, mevsimlerden sonbahar. 8 Eylül… Müşfik Kenter’in doğduğu gün.

“Canım güzel kardeşim, onsuz yaşamak, onsuz bir dünyaya uyanmak büyük eksiklik” diyor Yıldız Kenter kederle, 80. yaşını kutlayamadığı kardeşi için.

Diline bu aralar “Her ölüm erken ölümdür” sözünü dolamış, “Doğum gününde hediyeyi ona siz vereceksiniz, ben onu anımsayacağım, bir pasta alacağım, mum dikeceğim, mutlu yıllar diyeceğim. Ah Müşfik, işte böyle!” diyor.

Sonra uzaklara dalarak bir ah çekiyor: “Ah anneciğim, o kadar arıyorum ki onu bugünlerde. Sığınak o, sığınak…”

Onların bizim bildiğimiz, gördüğümüz sığınağı tiyatro elbette. İngiltere’de gezginci kumpanyası olan anneanne ve dedeyi hiç tanımasalar da tiyatro onlara “gâvur” annelerinin genlerinden hediye. Yıldız Hanım, “Bütün kardeşlerimde bu yetenek var zaten. Müşfik ben konservatuvardayken beni izlemeye gelir, gülerdi oynarken bana. Komiğine giderdi tiyatro. Ama arkamdan o da girdi tiyatroya, sonra ona da güldüler tabii” diyor.

Yıldız Kenter’le bir kez daha hem kardeşi, hem yoldaşı, hem öğrencisi, hem öğretmeni Müşfik Kenter’le hayatta vesahnede omuz omuza geçen hayatlarını konuştuk.


‘Hep Aşk Vardı’


- Doğum günlerine özel bir seremoniniz var mıdır ailede?

Aslında hayır. Bazen sadece telefonlaşır, bazen koşar giderdik birbirimize bir arada zaman geçirmek için, ama doğum günlerimizi hiç unutmazdık. Şimdi onun için ne yapabilirim diye düşünüyorum, ama bu düşünmekle değil, tiyatroda çalışarak olur. Biliyorsunuz “Hep Aşk Vardı” oyununda bütün ailenin nasıl aşkla zorluklara katlanabildiğini anlatmıştım. Çok sıkıntılı günler yaşamış bir aileyiz biz, ama her şeye rağmen aşk gerçekten hep vardı. Müşfik’le de öyleydi. Kavga ederdik, didişirdik, anlaşırdık sonunda, ama aşk hep vardı. Bu çok önemli...


Hep mücadele...


- Tiyatroda da bu aşk hep canlıydı. Beraber neredeyse 50 yıl boyunca tiyatronuzu ayakta tuttunuz, onlarca oyunda birlikte rol aldınız…

Başka bir şey düşünmüyorduk ki... Sadece tiyatroyu ayakta tutmak ve o yolla yaşayabilmekti gayemiz. Yalnız, tiyatroyla yaşamak çok zormuş. Çark gibi; bir dönüyor çamura saplanıyor, bir dönüyor bahar oluyorsunuz. Hep mücadele, hep mücadele... Birlikte DT’den istifa ettikten sonra da, tekrar o tek düzeliğin içine girmeyi ikimiz de istemedik. Buradaki yarı aç, yarı tok, ama mücadeleci hayat, bana da, Müşfik’e de çok iyi geldi.


- Bir de yetiştirdiğiniz yüzlerce öğrenci var. Üstelik başta Müşfik Bey olmak üzere hepsine hem öğrencim hem de öğretmenim diyorsunuz…

Allah eksikliklerini göstermesin, onlar sayesinde yaşadık. Her iyi oyuncu benim öğretmenimdir. Müşfik de konservatuvara girdikten sonra öyle bir öğrenci oldu ki öğretmenlerimin başında gelir.


- Kardeşten öte, başka bir ilişkiniz olduğu anlaşılıyor bütün söylediklerinizden. Nedir, sizin ilişkinizi bu kadar “başka” kılan?

Tabii, Müşfik’in bir ayrıcalığı vardı, hepimizin en küçüğüydü, herkes üstüne titrerdi onun. O da bunun bilicindeydi, ama bunu hiçbir zaman istismar etmedi. Aklını da, duygularını da çok iyi kullanırdı, ama benden daha yumuşaktı, adı gibiydi... Ben biraz sivriydim, onun kadar “müşfik” olamadım hiç. Yapılarımız ayrıydı. Zaten öyle olmasaydım annem onu bana emanet etmezdi.


- Oyunculuğuna da yansımış olmalı bu hali...

Her oynadığı rolü tıka basa doldurmuştur Müşfik. Genç, yaşlı, kıskanç, zeki, aptal, saf... Komedide de, dramda da çok iyiydi.


Yaratıcı güç: Öfke


- Onlarca oyun içinde “Bir Garip Orhan Veli”nin yeri ayrı olsa gerek... Sizin aklınızda en çok hangi oyunla, rolle yaşıyor Müşfik Kenter?

Bir sürü başka oyunlar da oynuyordu elbette, ama “Bir Garip Orhan Veli” onun hayatının bir parçası, bir dayanağı oldu. Bir özgürlüktü onun için o oyun. Çok yakışmışlardı. En sevdiğim oyunlarından biri de, 1956’ların şaheseri “Öfke”dir. Müşfik, öfkenin ne olduğunu çok iyi bildiği için o oyunda çok iyi oynamıştır. Çünkü öfke yaratıcı bir güçtür, kızgınlıktan farklıdır...

 

Öğrencisinden ustasına: Kendi oyunculuk devrimini yaptı


Mehmet Birkiye, Uğur Polat, Taner Birsel, Ali Sürmeli, Payidar Tüfekçi, Bülent Emin Yarar, Ali Düşenkalkar, Bekir Aksoy, Meltem Cumbul, Mustafa Avkıran, Okan Bayülgen, Erdal Tosun... DT’nin kadrosunda olan pek çok isim, Mimar Sinan ve Haliç Üniverstesi’nden genç kuşak oyuncular... Kimler geçmemiş ki onun rahleyi tedrisinden... Tiyatro Gerçek’in kurucusu Hakan Gerçek onun en yakınlarına gidebilmişlerden biri...

İşte Hakan Gerçek'in Müşfik Kenter hakkındaki yorumu:

Konservatuvara girmeden önce oyunlarını izliyordum, ama ilk tanışmam 1984 yılında, konservatuvara giriş sınavında oldu. Sonra sınavı kazandım ve hocam oldu... Her öğrencisini sahiplenirdi, ama kendimi bu anlamda daha şanslı görüyorum, çünkü ikinci sınıfın sonunda bana “yeni bir oyun yapılacak seni Yıldız’la tanıştırayım” dedi ve Kenter’lere götürdü. Yıl 86, o tarihten bu yana onlarla zaman geçirdim. Turneler, otobüs yolculukları, sahne arkası beklemeleri, bir tiyatrocuyu var eden şeyler bunlar olduğu için çok fazla şey paylaşma şansını yakaladım okul dışında da.

Başka türlü bir oyuncuydu. Döner durur, hep “insan olun, oyuncu zaten olursunuz” der, sahnede insanı yakalamaya çalışırdı. Devrimciliği de belki buradan geliyordu, öyle başka bir oyunculuk kanalı keşfetti ki oyunculuğun çok da ciddiye alınmaması gerektiğini hissetti ve kendi oyunculuk devrimini yaptı. Bugün öğrencisi olan ya da onu izleyenler ondan bu yüzden etkilendi bence. Bu bizim ülkemizde ne kadar değerli, o tartışılır... Belki hocanın sessizliği de bu sebepleydi.

Tuhaftır; o, yıllar önce “Van Gogh”u yönetirken -o zaman teknoloji bugünkü gibi değildi- ben sahne arkasında slayt makinesinden oyunun slaytlarını gösterirdim. Hocayı diyelim 100 oyun boyunca dinledim. Dinlediğim değişik klasik müzik eserleri gibi zaman zaman şiddetli, yumuşak, güzel teması olan bestelerdi. Onu dinleye dinleye, bir cümle değişik şekillerde nasıl söylenir, nasıl inandırıcı, sahici kılınabilir, öğrendim. Sonra yıllar geçti, ben Kenter Tiyatrosu’ndan ayrıldım. Kendi serüvenime hangi oyunla başlayacağım diye düşünürken “Van Gogh”u sahnelemeye karar verdim. 80 sayfalık tek kişilik oyun... O kolay, doğal görünen oyunun ne kadar zor olduğunu anladım. Geldi seyretti oyunu. Konuşmaz ki... Onun oyunculuk gücüne erişmek ayrı, ama o gece hocanın gözündeki ışığı gördüm ve çok mutlu oldum.

Her rolünden çok etkilendim, ama bir Orhan Veli fenomeni var, Yıldız Hoca’yla müthiş birlikteliklerinden biri olan “Konken Partisi”, sonra “İnsan Denen Garip Hayvan” Çehov hikâyelerinden derlenmiş... O oyunda hikâyeyi anlatan hocayı o kadar çok sevmiştim ki; o kadar sıcak, o kadar doğal bir aşk hikâyesini anlatıyordu ki... Müşfik Hoca’nın o spotun altındaki yüzü, gözünden akan yaşıyla görmek tam bir oyunculuk dersiydi.

İdari anlamda tiyatroyla çok ilgilenmiyordu, ama azalan tiyatro seyircisi, Türkiye’nin halleri onu kırıyordu. İnancını yitirmese de hep bir gitme ihtiyacı duyuyordu, “bırakacağım artık” diyordu. Sonuçta pamuklara sarılması gereken bir adam, ben tüm “Müşfik”liğine rağmen kırıldığını düşünüyorum.