Cumhuriyet gazetesi spor yazarı Bağış Erten, Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesinin üzerinden 10 yıl geçmesi üzerine sporda işlenen nefret suçlarını derledi. Nijeryalı amatör küme oyuncusu Festus Okey'in öldürülmesinden Halil İbrahim Dinçdağ'ın eşcinsel olduğu için hakemlikten uzaklaştırılmasına kadar yaşananları derleyen Erten, "Sevgili Hrant, sen buralarda yokken en son bu ülkenin yetkilileri ne yaptı biliyor musun? Son olimpiyat oyunlarında Türkiye’yi temsil eden bayrağı, Gezi için 'Meydanı Ermenilere bıraktınız' diye tweet atıp beddua okuyan Rıza Kayaalp’e taşıttılar" diye yazdı.
Hrant Dink: Kim tedavi edecek bizi, kim?
Bağış Erten'in Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (20 OCak 2017) nüshasında yayımlanan 'Spora ve inada dair Hrant’a mektup' başlıklı yazısı şöyle:
Sevgili Hrant,
Öldüğün günü vicdanı olan kimse unutmadı. Eurosport ofisindeydik. Bir gün önce seninle buluşacakken başka bir yere giden Barış Karacasu vermişti haberi. "Son Dakika" haberciliğine kalmadan… Fonda spiker nasıl katledildiğini anlatırken, biz spor gazeteciliğine yeni başlamış arkadaşlara senin kim olduğunu anlatmaya çalışıyorduk. Oysa şimdi herkes biliyor seni. Yerde yattığın korkunç/acı fotoğraf çoğumuzun bilinçaltı albümünün başköşesinde asılı!
Olaydan sonra Radikal’deki ilk yazımda "Hepimiz vicdanımızı içsorgu odasına oturtmalıyız" demişim. "İnsanları hedef tahtasına çeviren, bıçkın üsluplarla şiddeti çağıran, her gün yeni nefret tohumları eken, 'öteki'ne karşı kini, hoşgörüsüzlüğü tetikleyen, sürekli her şeyi bir komplo ve entrika olarak gören bir futbol kültürünün” bu bataklıktaki rolünü sorgulamaya çağırmışım. Bari senin ölümün bunları düzeltmek için bir çabaya bahane/neden olsun diye dilek kipine geçmişim. Ne saflık değil mi?
Sen buralarda yokken sporda öyle haltlar yemişiz ki, tararken derlerken bile utanıyor insan. Trabzon’da, vuruluşunun hemen ardından, tribünde katilin Ogün’e destek veren beyaz bereliler gördük. Sonra o takımın kaptanı da antrenmana beyaz bereyle çıktı. Aynı yıl Türkiye’ye futbolcu olmak için gelen Nijeryalı Festus Okey gözaltında öldürüldü. Bir yıl sonra, 2008’de bir kısım Bordo- Mavili, hakem kararlarından ötürü eleştirdikleri MHK Başkanı Oğuz Sarvan’ı “Ermeni Oğuz’a Trabzon’da soykırım” diye protesto etti. 2009’da bir grup Galatasaray taraftarı Gazze’deki katliamların öfkesini maç sırasında (gol attı diye) İsrailli futbolcu Balili’ye püskürttü. Aynı yıl, eşcinsel olduğu için Halil İbrahim Dinçdağ hakemlikten uzaklaştırıldı.
Sonra şike meseleleri patladı, herkes birbirinden hiç olmadığı kadar nefret eder oldu. Futbol bir zevk olmaktan çıktı, hınç nesnesi haline geldi. Ama biz doymadık sevgili Hrant. 2011’de Eboue bazı Beşiktaş taraftarlarının kendisine "maymun" dediğini iddia etti. 2012’de Emre Belözoğlu, yani milli takımın kaptanı, Zokora’ya saha içinde "pis zenci" diye hakaret ettiği için mahkemelik oldu, ceza aldı. 2013’te birkaç Fenerbahçe taraftarı Eboue ve Drogba’ya muz salladı. Kulübün himayesinde kendilerini savunmak için yaptıkları basın toplantısında “Benim de siyahi arkadaşlarım var” dediler.
Sonra Gezi oldu. Bir umut kapladı içimizi ki sorma! Üç takım taraftarının bir kısmı İstanbul United’ı kurup ortak değerler üretmeye başladı. Barış yükseldi, başı arşa değdi. Ne yazık ki çok sürmedi ve tepetaklak düştük yere. 2014’te Deniz Naki Gençlerbirliği’nde oynarken, Kürt-Alevi kimliğini ve IŞİD karşıtlığını açıklayınca "kimliği belirsiz kişilerden" dayak yedi.
Sonra memleket yanmaya başladı Hrant. Bombalarla, ölümlerle kahrolduk. Buna karşın nefret suçundan geri durmadı tribünler. 2015’te maçlardan önce, ilk Ankara Katliamı, sonra Paris Saldırısı için yapılan saygı duruşu tribünlerin bir kısmında ıslıklandı, tekbirlerle karşılandı. Bu ülkede bir kulüp başkanı çıktı ve “Öleceksek de adam gibi öleceğiz, kadın gibi yaşamayacağız” dedi. Sonra Amedspor’a etmediklerini bırakmadılar. “Çocuklar ölmesin, maça gelsin” dedikleri için ceza verdiler. Maçları yanlı anlatıldı. Fenerbahçe’nin onlara gösterdiği nefis misafirperverliğin fotoğrafında bile bazı gazeteler onları buzladı! Deplasmana giden seyircileri şehre alınmadı ve daha başlarına neler geldi, gelmeye de devam ediyor.
Bu utanç listesinde kendimizi ayrıksı göstermeyelim. Basın olarak da sen öldüğünden beri yapmadığımız rezillik kalmadı be Hrant. Metaforlarımız, benzetmelerimiz hep savaşı, şiddeti çağrıştırmaya devam etti. Korkunç başlıklar atmaktan hiç vazgeçmedik. Nefretin körükçüsü olmaktan taviz vermedik. Düşün, AMK diye gazete çıktı be usta!
Ve en son bu ülkenin yetkilileri ne yaptı biliyor musun? Son olimpiyat oyunlarında Türkiye’yi temsil eden bayrağı, Gezi için “Meydanı Ermenilere bıraktınız” diye tweet atıp beddua okuyan Rıza Kayaalp’e taşıttılar.
Bu süreçte bize en çok ne koydu peki? Tüm bu rezillikler pek çok insan tarafından alkışlandı. Bazen cezasız bırakıldı. Faillerin çoğu kollandı. Hiçbiri ırkçı, ayrımcı olduğunu, nefret suçu işlediğini kabul etmedi. Tıpkı senin davanda yaşananlar gibi.
Tamam, “Faşizme inat kardeşimsin Hrant” atkıları takan taraftarlar da gördük. Evet, tüm bu olaylara tepki gösteren vicdanlı sporseverler sesleri çıktığı ölçüde bu gidişe dur demeye çalıştılar. Ama hep azınlıkta kaldık be ahparig. Sen varkenden çok daha kötü bir noktadayız şimdi. Artık tribünler boş, adaletsizlik diz boyu, keyif yerle bir.
Sen Hrant Dink, eski bir amatör futbolcu olarak, eski bir amatör futbolcunun yönettiği ülkede, eski bir amatör futbolcu tarafından arkadan vurularak öldürüldün. Sonra her nefret suçunda tekrar öldün. Ve biz spor camiası olarak sırtından hançeri eksik bırakmadık.
Ama yine de, yine de, yine de izliyoruz bu dünya güzeli oyunu. Genelde korka korka, bolca sıkıla sıkıla, bazen iğrene iğrene; ama hep bir aptal umutla. Yok, ‘umut’ da değil o, ‘inat’ galiba. Sen öldükten sonra davanın peşinden koşan arkadaşlarından Ümit Kıvanç bir programda “umudum yok ama inadım var” demişti. Akıl kötümserliğin doruğunda, iradede de iyimserlik kalmadı, artık inat tutuyor bizi ayakta.
Toprağın bol olsun.