Gündem

'Hizmet hareketi'nden darbe girişimine Fethullah Gülen: Yaşamı boyunca siyasette kollandıktan sonra 'hain' ilan edildi

21 Ekim 2024 17:05

Gülen cemaatinin lideri, devlet kayıtlarına göre “Paralel Devlet Yapılanması/FETÖ örgütünün elebaşı”, İçişleri Bakanlığı’nın kırmızı kategoride arananlar listesinin başında yer alan, uzun yıllar siyasetçilerin kol kanat gerdiği Fethullah Gülen, son 25 yılını geçirdiği ABD’de, ardında birçok tartışma ve dava bırakarak öldü. Gülen, yaşamı boyunca Nur cemaati içindeki harekat tarzı, kendi cemaatini kurması, Turgut Özal’dan Bülent Ecevit’e ilişkileri, cemaatine bağlı şirketleri ile tartışıldı. Çözüm sürecini sabote etmek, paralel devlet yapılanması kurmak, devlete sızarak iktidarı ele geçirmeye çalışmakla suçlanan Gülen hakkında yıllar boyunca bu konularda önemli kanıtlara da ulaşıldı. Şimdi Gülen’in ardından cemaati kimin yöneteceği tartışılıyor.

Fethullah Gülen, resmi kayıtlara göre, Erzurum Pasinler Korucuk köyünde 27 Nisan 1941’de dünyaya geldi. Sekiz kardeşli ailenin ikinci çocuğu oldu. Babası, imamdı.

Ancak doğum tarihi tartışmalı. Kendi anlatımına göre 1938’de nüfus memuru Fethullah ismini kaydetmeyince sinirlenen babası, 1942’ye kadar nüfus kaydı yaptırmadı. 1942’de kaydı “Muhammed Fethullah” yerine “Fethullah Gülen” olarak yapıldı. Doğum tarihi de 1938 yerine 1941 olarak yazıldı. Asıl doğum tarihi 1938.

Fetullah Gülen'in doğduğu ev

Yine kendi anlatımına göre 4 yaşında annesinden eğitim aldı ve Kuran’ı hatmetti. İlkokul eğitimi babasının Alvar Köyü’ne imam olması nedeniyle yarım kaldı. İlkokulu dışarıdan bitirdi. Babasından hafızlık eğitimi almaya başladı ve anlatımına göre 13 yaşında, 1951’de hafız oldu. Din eğitimine Hasankale’de ve Erzurum’da Kurşunlu Camii Medresesi’nde devam etti. Ardından Taşmescid’e gitti. Edirne’ye vaiz olarak gidene kadar burada eğitim gördü. İlk vaazını da Erzurum’da verdi. Gülen’e yakın sitelerde, 14 yaşında verdiği vaaz için, “Heyecanını belli etmemeye çalışarak Fethullah'ın konuşmasını bekledi… Fethullah, ilk önce sıkıntı duydu. Hemen ardından açıldı ve mükemmel bir vaaz verdi. Cemaat 14 yaşındaki bu çocuğun vaazıyla coştu. Bazı kişiler neredeyse kendinden geçecek hâle geldiler” yorumu yapılıyor.

Nurcular’la tanışma

Gülen, anlatımına göre, 1957’de Nurcular’la ilk kez tanıştı. Said-i Nursi’nin öğrencilerinin sohbetlerine katıldı ve daha sonra bu sohbetleri bırakmadı. Amasya, Tokat ve Sivas’ta bu çerçevede vaazlar vermeye başladı. Gülen, o dönemi, “Ben zaten sahabe aşığı bir insandım. Onu görünce, işte aradığım insanları buldum, dedim ve bir daha da ayrılmayı düşünmedim” diye anlatıyordu.

Vaizlik günleri

Gülen, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak 1959 yılında Edirne'de vaiz olarak göreve başladı. Burada yaklaşık dört yıl görev yaptı. Askerlik dönüşünde memleketine dönenerek 1962'de Komünizmle Mücadele Derneğinin Erzurum Şubesinin kurucuları arasında yer aldı, sola karşı faaliyet yürüttü. Daha sonra önce Edirne, ardından Kırklareli'nde imamlık yaptı.

Gülen, hatıralarında bu dönemi de ayrıntılı biçimde anlatıyor:

“Babam mutlaka Erzurum'dan dışarı çıkmamı istiyordu. Buna her defasında annem karşı çıktı. Fakat sonunda babamın dediği oldu. Annemin de muvafakatını alarak Edirne'ye gitmeme karar verildi. Edirne'de Hüseyin Top Hoca vardı. Bizim akrabamızdı. Bana sahip çıkar diye oraya gitmem uygun görülmüştü. 18 yaşını aşmıştım. 'Seyahat Ya Resülallah!' dedik ve Edirne'ye doğru yola çıktık. Edirne'ye giderken, yol güzergahında bazı yerlere uğrayarak gittim. Hüseyin Top Hoca beni İbrahim Efendi'ye (Edirne Müftü Vekili) götürdü. O beni biraz genç görmüş olacak ki imtihan etmesi gerektiğini söyledi. İbrahim Efendi'nin 'Genç ama kendini iyi yetiştirmiş' sözü benden çok Hüseyin Efendi'yi sevindirmişti…”

Erzurum yılları

Edirne’de evlenmesi için kendisine telkinde bulunuldu. Gülen, anlatımına göre bu teklifi reddetti:

“Edirne'de bulunduğum ilk dönemlerde Hüseyin Top aklıma iyice girdi. Edirne eşrafından, temiz ve zengin bir ailenin benimle ilgili bir taleplerinin olduğunu söyledi. Bir bayram günü ikimiz bu aileyi ziyarete gittik. Ancak ben buram buram terledim. Kaşımı kaldırıp etrafa bakamadım. Sonra da talepteki teknik bir yanlışlıktan dolayı canım çok sıkıldı... Hemen sarfı nazar ettim. Ve daha sonra öyle bir şeye teşebbüs etmeme kararı içimde belirdi. Ondan sonra da bir kere de Yaşar Hoca'nın bir tavsiyesi olmuştu. Kalbimin derinliklerindeki gerçek niyeti ancak Allah bilir. Ama zannı tahminim o ki, hizmetin dışında gözlerimin içine başka bir hayalin girmesini istemedim. Esasen bu ailelerin hepsi de iyi ve mazbut insanlardı. Ne var ki ben daha birinci teşebbüste kararımı vermiştim. Kendimi İslami hizmetlere vakfedecek ve evlenmeyecektim.”

1961’de askere gitti. Acemiliğini Ankara Mamak’ta yaptı. Daha sonra İskenderun’a gönderildi. Burada hastalandı ve raporlu olarak Erzurum’a döndü. Bu sırada Erzurum’da vaazler verdi. Bir vaazından dolayı mahkemeye verildi. Mahkemede beraat etti ancak disiplin cezası nedeniyle 10 gün askeri hapishanede yattı.

“Askere giderken Erzurum'a uğrayamamıştım. Aradan dört sene geçmişti. Hasta ve alil bir halde Erzurum'a gitmek üzere trene bindim. Arif Başçavuş bana bir çanta almıştı. Eşyalarımı ona yerleştirdim. O çantayı daha hâlâ, değerli bir hatıra olarak saklarım... Bir ara trende koridora uzanmak zorunda kaldım. Zaten tren tıklım tıklım doluydu. İskenderun sıcak, Erzurum tarafları da çok soğuk olduğundan, ben farkına varmadan, üşütmüşüm. İskenderun’a döndüğümde İskenderun Merkez Camiinde vaaz etmeye başladım. Beni mahkemeye verdiler.

Bana isnat edilen suçlar çok ağır cezayı gerektiren suçlardı. Hadise, ihtilale teşebbüs ve halkı devlet aleyhine ayaklandırma, gibi inanılmayacak şeylerdi. Buna rağmen Cenab-ı Hakk'ın lütfuyla, hiçbir şey olmadı. Dosyayı da tamamen kaldırdılar. Yeni İstiklal Gazetesi, haberi sür manşet yaptı. Hatırladığıma göre de 'Fatih'in torunu Fethullah' diye yazmışlardı. Diğer gazeteler de kendi duygu ve düşünceleri istikametinde haberi değerlendirdiler.”

İzmir dönemi

1966’da tayini İzmir’e çıktı. Burada hem öğreticilik hem de Kestane Pazarı Kur'an Kursu müdürlüğü yaptı. Bu dönemde etrafında bir çekirdek kadro toplanmaya ve cemaatinin temelleri atılmaya başlandı. 12 Mart 1971'deki askeri muhtırasına kadar burada görev yaptı, vaazlarıyla etrafındaki sempatizan sayısını artırdı. Özellikle gençleri hedef kitlesi yapan Gülen'in vaaz kasetlere alınarak el altında dağıtıldı ve propagandası diğer illere kadar uzandı. İlk öğrencileri arasında yer alan Mustafa Özcan, Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi ve İlhan İşbilen gibi isimlerdi. Bu isimler daha sonra Gülen yapılanmasının tepesinde yer aldı.

Işık evlerini açıyor

Işık evleri olarak bilinen, öğrenci toplamaya ve yetiştirmeye dayalı örgütlenme modelini İzmir’de uygulamaya başladı. İlk kez İzmir Tepecik'te 1966 yılında "Nur Evleri"ni kurdu. Ancak zamanla cemaatin "Altın Nesil" projesi kapsamında bu evler 1994'ten itibaren adını "Işık Evleri" olarak değiştirdi. Yavaş yavaş Said-i Nursi’nin izini takip eden Yeni Asyacılar’dan koparak kendi cemaatini kurmaya başladı. Eğitime ve Işık evlerine ağırlık verdi.

İzmir dönemini şöyle anlatıyor:

“17 ay kadar askerlik yaptım. Beni böylece 34 gün evvelinden saldılar, tezkeremi de arkadan gönderdiler... Hayatımın en kabuslu günleri sona ermişti. İki sene ihtilaller ve ihtilal teşebbüsleri ile yüz yüze yaşadığım ve 'Korkulu bir rüya görüyorum, uyanınca geçecek' diyerek kendimi ikna ettiğim ve bu ikna ile sabredebildiğim askerlik artık bitmişti. Erzurumlular beni 'Edirneli Hoca' diye tanıyorlardı. Ramazanda Erzurum'daydım. Askerliğim bittiği için Erzurum' a gelmiştim. Müftü Sakıp Efendi'ydi. Bir sene önce, bana seve seve vaaz ettirmesine rağmen, o sene, hadise çıkarıyor gerekçesiyle Sakıp Efendi vaaz ettirmek istemedi. Fakat bu sefer de halk müftülüğün önünde toplanmıştı. 'Edirneli Hocayı konuşturmayacak adamı biz daha göremiyoruz' diyerek müftülüğün önünde bağırıp çağırmışlar. Bu hadise tamamen benim dışımda cereyan etmişti. Ben hadiseyi daha sonra duydum.. Ve Sakıp Efendi bana vaaz ettirmek zorunda kaldı. O sene de vaaz ettim. Hasta olarak geldiğim dönemde, Halk Evine de gidip geliyordum. Güzel çalışmalar yapıyorlardı. Halk Partisi döneminde o zihniyete hizmet eden bu kuruluşlar, müspet düşünceli insanların eline geçince yararlı hizmetler yaptı. Erzurum Halk Evinin yöneticileri, iki kişinin dışında namazlı insanlardı. Gerçi, bir kısım tuhaflıkları vardı ama inançları sağlamdı. En kötüleri dahi inanırdı…

Ve yine bu devreye ait bir teşebbüs de Erzurum'da Komünizmle Mücadele Derneği'ni açma teşebbüsümüz oldu. O güne kadar sadece İzmir'de vardı. İkincisi de Erzurum'da bizim gayretlerimizle açılacaktı.

İzmir’e tayin oldum. Yaşım yirmi altı veya yirmi yedi dolaylarındaydı. Bir taraftan da İzmir'in içinde iki-üç yerde vaaz veriyordum. Aynı zamanda gitmeye çalışıyordum. Zaten her cuma Kestanepazarı Camii'nde vaaz veriyordum. Bunun dışındaki vaazları mümkün mertebe cumartesi pazar günlerine sıkıştırmaya gayret ediyordum. İzmir Kestanepazarı Kur'an Kursunda hocalık yaparken Diyanet İşleri Başkan Vekili Lütfü Doğan telefonla arayarak Diyanet Görevlisi olarak hacca gönderileceğimi söyleyince o sene ilk kez hacca gittim. 1969 yılında kahve sohbetleri başladım ve Ege Bölgesi'nin çeşitli il ve ilçelerinde vaazlar verdim.

O zaman bana, yarı resmi Ege'nin her yerinde vaaz etme salahiyeti verdiler.”

Fetullah Gülen konuşma yapıyor

12 Mart’a ve işkencehaneye övgü: Müstehak oldukları için

Ocak 1971’de, öğrencilerini toplantılara götürdüğü gerekçesiyle görevinden uzaklaştırıldı. 12 Mart askeri muhtırasından sonra 4 Mayıs 1971’de tutuklandı ve 54 sanıklı Nurculuk davasında yargılandı. 9 Kasım 1971’de tahliye edildi. Üç yıl hapis cezası aldı ama bu cezası Askeri Yargıtay tarafından bozuldu.

“Kestanepazarı'ndan ayrılınca Güzelyalı'da bir eve taşındım. Günler geçmek bilmiyordu. Sanki saniyeler sene olmuştu. Halbuki, talebelerimin arasında bulunduğum günlerde; vaktin arkasından koşturuyor ve adeta zamanla yarışıyordum. Türkiye günden güne bir askeri darbenin eşiğine doğru kayıyordu. 27 Mayıs'ı görmüş olanlar için, görünen tablo pek de iyimser değildi. 12 Mart 1971 Cuma günü saat 13'te radyodan okunan bildiri üzerine Muhtıra resmen verilmiş oldu. Asker devreye girmişti. Sol panik içinde, sağ mütevekkil olacakları bekliyordu… Muhtıradan kısa bir müddet sonra tutuklamalar başladı. Solun liderliğine soyunanların birçoğu müstehak oldukları için, Müslümanlardan birçoğu da sırf denge için tutuklanmış ve gözaltına alınmışlardı. Ve tutuklamalar devam ediyordu… 27 Mayıs sol güdümlü bir harekettir. 12 Mart da öyle olsun isteniyordu. Fakat ihtilale beş kala hadiseye el koyan Memduh Tağmaç ve arkadaşları muhtıranın macerasını birilerinin güdümünden kurtardı. Ondan böyle bir atak beklemeyen solcular ne yapacaklarını şaşırdılar. Onlarda görülen 12 Mart aleyhtarlığı, biraz da yetişemediğine ekşi diyenin durumu gibi bir tavır. Eğer 9 Mart'ta yapılmak istenen harekata mani olunmasaydı, yapılacak ihtilal çok başka olacak ve 'Devrim Anayasası' adıyla hazırlanan taslak yürürlüğe girecek, Türkiye isim olarak olmasa bile sistem olarak tam bir komünist ülke haline getirilecekti... Bu solcu güçler ve onların akıl hocalığını yapan devrimbaz sivillerin ortak arzusuydu. Nitekim Ziverbey soruşturmasında hepsinin maskesi düşmüş ve menfur düşünceleri bir bir ortaya çıkmıştır. 12 Mart, bir ihtilal ve darbe değildir. Hükümeti belli konularda uyaran bir ikazdır… Beni alıp hücre gibi bir yere tıktılar. Bir de ne göreyim, benden evvel aynı yere Şaban Düz, Harun Reşid Tüylü, Mustafa Birlik ve ülkücülerden de bir arkadaş getirilmiş… Nihayet 7. ayın içinde son bir kere daha mahkemeye çıkarıldık. 9 Kasım 1971 günü tahliye olduktan sonra göreve başlamak için Diyanet'e başvurdum. Sıkıyönetim nedeniyle müspet bir cevap hemen gelmedi. Salepçioğlu ve Alsancak Camilerinde vaaz vermeye başladım. Ve 23 Şubat 1972'de Edremit merkez vaizliğine tayin edildim.”

Demirel ve Çağlayangil

Gülen, 80 darbesine kadar örgütlenme çalışmalarına devam etti. Özellikle Işık evleri ve öğrencileri aracılığıyla örgütlendi. Vaazlarla taraftar topladı. Kurumsallaşma çalışmaları da aynı dönemde başladı.

1975 yılında Kur'an ve İlim, Darwinizm, Altın Nesil, İçtimaî Adalet ve Nübüvvet isimli konferanslar serisine başladı ve 1976 yılında da devam eden bu konferanslar için İzmir dışında Ankara, Çorum, Malatya, Diyarbakır, Konya, Antalya, Aydın gibi illeri ziyaret etti. 1976’da Manisa'dan İzmir Bornova'ya tayin Oldu. Burada 12 Eylül 1980 darbesine kadar görev yaptı.

1977’de görevli olarak Almanya'ya gitti ve burada çeşitli yerlerde konuşmalar yaptı, konferanslar verdi. Aynı yıl ilk kez İstanbul Eminönü'nde Yeni Cami'de vaaz verdi. Vaazın konusu Müslüman'ın öncelikle kendine ve benliğine çeki düzen vermesi idi.

İstanbul'da ikinci vaazını Sultanahmet Camii'nde verdi. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil de dinleyiciler arasındaydı.

Fetullah Gülen ve dönemin Başbakanı Süleyman Demirel

Sızıntı çıkıyor

İlk sayısı Şubat 1979'da çıkan Sızıntı Dergisi'nde başyazıları ve daha sonra orta sayfa yazılarını yazmaya başladı.

12 Eylül 1980 askerî darbesinden bir hafta önce 5 Eylül Cuma günü son vaazına çıktı. Vaazdan sonra Turgut Özal'la camide imam odasında görüştü.

Fetullah Gülen ve 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal

12 Eylül’e de tam destek ve Özal’la yakın ilişki

12 Eylül darbesinden hemen sonra 45 günlük bir heyet raporu aldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra ismi gözaltına alınacaklar arasında geçti. 1981’de, hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Vaizlikten istifa eden Gülen, nasılsa sıkıyönetimden altı yıl kaçmayı başardı. 1986 yılında Burdur'da kardeşine ait kimlikle yakalandı ancak iddiaya göre Turgut Özal'ın devreye girmesiyle bir gün sonra serbest bırakıldı. Gülen'in yakalandığı sırada kendisiyle birlikte hareket eden diğer 13 kişi daha sonra Gülen yapılanmasında önemli yerlere geldi. Gülen, o dönemi şöyle anlatıyor:

“Bence 12 Eylül'ün diğer ihtilallerden pek farklı bir yönü yoktu. Yine gençler silahlı ve sokakta... Yine dillerde Marks ve Lenin… Yine kin ve nefret… Yine yıkıcı siyaset ve meclis polemiği… Yine müdahaleye çağrı ve yine 'hele bir yıkalım sonra oturur ne yapacağımızı düşünürüz' gibi geri kalmış ülkelerin psikolojisiyle hareket etme hastalığı sarmıştı bir baştan bir başa toplumu. Bu arada şunu da vurgulamakta yarar var: Bu son hareketin mimarları bazı müspet icraatta da bulundular. Toplumu, dirilmesi için bir kere daha silkelediler. Sovyet imparatorluğu yıkılma sath-ı mailine girdiği bir dönemde maceracı gençlerin Türkiye'yi Sovyetler'in peyki haline getirme oyununu bozdu ve ülkemizin içinden çıkılmaz bir bataklığa sürüklenmesini bilerek veya bilmeyerek önlediler… Bazı kıymetli vatan evlatlarına millete hizmet etme yollarını açtılar…

İhtilalin bu ilk günlerinde benimle daha ziyade İzmir Emniyet'i uğraşıyordu. Bu sebeple aranmam bir yönüyle mahalli sayılırdı. Türkiye geneline teşmili daha sonra oldu. Onun için tayinimin İzmir dışına yapılmasını istedim. Belki bir çare olabilir, diye düşündüm. Bu vesileyle gidip Tayyar Bey'le görüşmeye karar verdim. Bir müddet kapıda bekledim. Sonra yanına girdim. Bazı evraklarla meşguldü. İşini bitirinceye kadar da bekledikten sonra meseleyi görüşebildik… Çanakkale'ye tayin edildim.

1983'te serbest seçimler yapılmasına rağmen süreç hala askeri yönetimin izlerini taşıyordu.

Hakkında arama emri olduğu gerekçesiyle Burdur'da tevkif edildim. Uzun bir sorgulamadan sonra İzmir'e getirildim. Arama emrinin İzmir'le de bir alâkası olmadığı anlaşılınca serbest bırakıldım. Hem Miraç kandili, hem de Büyük Çamlıca Camii'nin açılışı münasebetiyle altı yıllık aradan sonra ilk defa kürsüye çıktım.

Hac'a gittim. Oradayken arama kararı vardı. Sıkıyönetim Komutanlığına teslim oldum. Suçsuz bulunarak, serbest bırakıldım."

Evren’le görüşemedi

Gülen, bu dönemde darbenin lideri Kenan Evren’le görüşmek de istedi. Evren, bu talebin geldiğini yıllar sonra açıkladı. Evren, talebi gereksiz bularak geri çevirdiğini anlattı.

Siyasetle yakın ilişki

Gülen, vaizlikten istifa etti ama cami kürsülerine çıkmayı sürdürdü. Gülen serbest kaldıktan sonra darbenin yarattığı boşluğu fırsata çevirdi. 1989'den itibaren İzmir ve İstanbul'da Diyanet İşleri Başkanlığından bağımsız şekilde gönüllü olarak vaazlarını sürdürdü.

Aynı dönemde cemaatin çekirdek kadrosu da oluşmuştu. 1980’lerden itibaren özellikle devlete sızma çalışmaları da başlamıştı. Özellikle “mülkiye, adliye ve askeriye” hedefindeydi. Bursa Işıklar Askeri Lisesi o dönemki hedeflerden biriydi. “Hizmet hareketi” adıyla hareket eden Gülen’e yakın kadrolar, askeri okulların sınavlarını çok önemsiyordu.

1990’lardan itibaren yine çekirdek kadro aracılığıyla bir yandan Gülen, “Hoşgörü temsili” olarak gösterilmek istendi hem de cemaatin kurumsallaşması için vakıf ve şirketler kurulmaya başlandı. Gülen’e yakın ilk yurtdışı okulları da bu dönemde açıldı.

Özellikle Sovyetler'in dağılmasıyla birlikte Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri, Balkan ülkeleri ile Afrika ülkelerinde açılan okul sayısı arttı.

Bank Asya açılıyor

1994’te özellikle kültürel alanda faaliyetlerini kurumsallaştıran Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı açıldı. Aynı yıl Başbakan Tansu Çiller’le baş başa görüşme yaptı. Yurtdışı seyahatlere çıktı.

Ekonomik alanda da güçlenen Gülen, 24 Ekim 1996 tarihinde Altunizade'de Bank Asya'yı açtı. Açılışa Dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, Devlet Bakanı Abdullah Gül, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, eski bakanlardan Abdülkadir Aksu da katılarak kurdeleyi kesti.

Bank Asya açılışında; Fetullah Gülen, dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, Devlet Bakanı Abdullah Gül, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan kurdele kesti

Diğer yandan gıda, eğitim, sağlık, medya gibi alanlarda açılan şirketlerin sayısı arttı. Birçok büyük holding ortaya çıktı, üniversiteler açıldı. Özel okullardan her yıl binlerce öğrenci mezun oldu.

Özellikle Özal, Çiller ve Ecevit’le yakınlığı sürekli tartışıldı. Ecevit’in yurtdışı okulları desteklemesi büyük tartışma yarattı.

Sporla da ilgili olan Gülen, özellikle Galatasaraylı Hakan Şükür’le yakındı. 1995’te Hakan Şükür'ün düğününe katıldı ve nikah şahitliğini yaptı. Sonradan çok sayıda futbolcu Gülen’i ziyaret etti.

Papa ile görüşme

Gülen, 90’lı yıllarda özellikle hoşgörü ve dinler arası diyalog kavramları üzerinden çalışmalarını sürdürdü. Siyasetle zaten yakındı. Okul sayısı hızla artıyordu.

1998’de Papa ile baş başa görüştü. Vatikan’la yakın ilişki kurmaya özen gösteriyordu.

Papa 2. Jean Paul ve Fethullah Gülen

28 Şubat’ta da askere destek

Gülen, bir yandan bu çalışmalarını sürdürüyordu ama diğer yandan ilk kez kamuoyu devlet içinde örgütlenmesini, siyasilerle ilişkisini konuşmaya başladı. Ankara Emniyet Müdürlüğü, o dönemde Gülen’in ilişkileri ile ilgili çalışma başlattı. Bu çalışma daha sonra Türkiye’den çıkmasına yol açacak soruşturmaya dönüşecekti. Aynı dönemde çalışmayı yapan Ankara Emniyet Müdürlüğü yetkilileri hakkında “telekulak” soruşturması başlatıldı. Ekip, görevden alındı. Bu soruşturmanın Gülen kumpası olup olmadığı çok tartışıldı.

Ancak Ankara Emniyeti’nin, “Gülen örgütlenmesi” raporu, yine çok tartışmalı bir isim olan DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in elindeydi. Yüksel, 28 Şubat’ta askeri karşısına almamaya özen gösteren, Refah Partisi’nin kimi eylemlerini eleştiren, “askerin uyarıda bulunduğunu söyleyen”, Gülen hakkında adliye ve mülkiyedeye sızmanın önemine işaret ettiği konuşması nedeniyle soruşturma başlattı.

Gülen, bu soruşturma başlar başlamaz, 21 Mart 1999’da sağlık sorunlarını gerekçe göstererek ABD’ye gitti. ABD’den bir daha geri dönmedi.

Yüksel’e kumpas

Yüksel ise Gülen hakkında “anayasal düzeni yıkmaya çalışmak” iddiasıyla iddianame hazırladı. Bir süre sonra hakkındaki onlarca usulsüzlük iddiasına rağmen soruşturulmayan Yüksel’e ait bir “seks kaseti” kamuoyuna yansıdı. Montaj olup olmadığı belirsiz kaset, Yüksel’in DGM’deki sonunu getirdi. Düz savcılığa atanan Yüksel, daha sonra emekliye ayrıldı.

Gülen’in davası ise yıllarca sürüncemede kaldı. İddianamede o dönem Gülen’e ait olduğu belirtilen şirketler şöyleydi:

“Zaman Gazetesi, Samanyolu TV, CHA (Cihan Haber Ajansı), Sızıntı Dergisi, Aksiyon Dergisi,

İş Hayatı Dayanışma Derneği (İSHAD), Asya Finans Kurumu, Işık Sigorta AŞ., Çağ Öğrenim İşletmeleri A.Ş., Fatih Eğitim ve Öğrenim Kurumları AŞ., Samanyolu Basın Yayın Sanayi ve Ticaret AŞ., Feza Gazetecilik AŞ., FEM Dershaneleri, Özel Maltepe Dershaneleri,

Fatih Üniversitesi…”

Dava beraatle bitti

AKP iktidara geldikten sonra dava farklı bir seyir izledi. Önce ertelemeyle sonuçlanan dava, beraat talebiyle devam ettirildi. Ardından DGM’de beraat kararı verildi. Karara itiraz eden savcının da hükümeti eleştiren bir ses kaydı sızdırıldı. Dava, Yargıtay’da da beraatle sonuçlandırıldı.

Cemaat kritik kadrolara yerleştirildi

AKP’nin iktidar döneminde özellikle Gülen’e yakın hakim, savcı ve polisler kritik noktalara getirildi. Özel yetkili mahkemeler, savcılıklar ve sulh ceza mahkemelerinde, emniyetin terör ve suç örgütleri ile ilgili birimlerinde bu isimler görev aldı.

2004’te, Gülen'i tehdit olarak gören TSK, MGK toplantısında, "Türkiye'deki Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen" konusunu gündeme getirdi. Bu konuda eylem planı hazırlanması istendi. İktidar bu MGK kararına imza attı ancak karar uygulanmadı.

Cemaat harekete geçti

AKP’nin kapatılması istemiyle dava açılmasından bir süre sonra yargı ve polisteki cemaat kadroları harekete geçti. Ardı ardına Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, KCK gibi dalga dalga büyüyen soruşturmalar açıldı. Onlarca asker, polis tutuklandı. Yazarlar, gazeteciler operasyonun hedefine konuldu.

TSK’da boşalan kadrolar nedeniyle cemaatçi subaylar hızla ilerledi. Kritik noktalara bu operasyonlar sayesinde geldi.

Karanlık güç odaklarıyla ilgili birçok soruşturma bu şekilde torba dosyaya dönüştürüldü. Cemaat soruşturmaları bu dava ve soruşturmaların da kapatılmasına yol açtı.

Cemaatin devlete sızdığı iddialarını o dönemde değerlendiren Gülen, “Teşvik edilen insanlar da o müesseseler de bu ülkeye ait. Kastedilen manadaki sızmayı belli bir dönemde Türk milletinden olmayanlar yaptılar hatta belli yere kadar geldiler. Belki endişelerinin altında o sızıntıların fark edilmiş olabileceği endişesi var. Bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır girer oraya; mülkiyeye de girer adliyeye de, istihbarata da girer hariciyeye de" dedi.

2010 referandumu

2010’da cemaat yargıdaki egemenliğini pekiştirdi. Referandumla HSK’nın, Anayasa Mahkemesi’nin ve Yargıtay ile Danıştay’ın yapısı değişti. Cemaat kadroları hakimiyet kuramadığı yüksek yargıya da egemen oldu.

Aynı dönemde Gülen’in ABD’deki oturum sorunu da bitti. ABD yargısı, "olağanüstü yetenekli yabancı"lara tanınan vize statüsü talebini kanunsuzca reddettiği gerekçesiyle Göçmenlik Bürosu'nu (USCIS) ve İdari Temyizler Dairesi'ni dava eden Fethullah Gülen'i haklı buldu.

17-25 Aralık

2013’te Gülen’in geçirdiği küçük bir operasyon sonrası yayımladığı teşekkür mesajı çok tartışıldı.

'Geçmiş olsun' dileklerini iletenlere teşekkür eden Gülen’in ilanında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile siyaset, iş ve medya dünyasından çok sayıda isim yer aldı. Sadece iktidar yanlısı isimler değil muhalif saflarda yer aldığını söyleyen isimlerin de ilanda yer bulması tartışma yarattı.

Cemaat artık iktidar ortağı gibi davranmaya başladı. Hemen her kentte cemaat sorumluları en küçük devlet kadrosuna yapılacak atamaya bile müdahale ediyordu. İktidarla uzun zamandır kamuoyuna yansımayan bir gerilim vardı. Özellikle MİT ve bazı bakanlıklarda cemaatin istediği etkiyi gösterememesi krizi derinleştirdi. İlk somut kriz, 7 Nisan 2012'de dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve MİT görevlileri hakkında soruşturma başlatılmasıyla yaşandı. Fidan ve MİT’çiler hakkında gözaltı kararı verildi. Erdoğan, sert tepki göstererek gözaltıları engelledi.

14 Haziran 2012'de katıldığı Türkçe Olimpiyatları'nda Gülen'e "Bu hasret bitsin" diyerek ABD'den dönme çağrısı yaptı.

2013’te AKP, cemaatin en çok önemsediği alan olan eğitime el attı. Dershanelerin kapatılması kararına cemaat sert tepki gösterdi.

Bu karara cemaatin tepkisi, 17-25 Aralık operasyonları oldu. Rıza Sarraf ve bakan çocukları hakkında sızdırılan bazı rüşvet ve iltimas konuşmalarını da içeren telefon görüşmesi kayıtları eşliğinde gözaltı kararı verildi, bakanlar Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Erdoğan Bayraktar ve Egemen Bağış hakkında fezleke hazırlandı. 25 Aralık'ta ise Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan ve bazı iş insanlarının adının bulunduğu isimlerle ilgili gözaltı kararı verildi. Ancak 25 Aralık’taki gözaltı kararları uygulanmadı.

Egemen Bağış, Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar ve Zafer Çağlayan

AKP, bu operasyonlardan sonra harekete geçti ve önce HSK’daki ve savcılıklardaki cemaat mensuplarını pasifize etti. Bunu Gülen cemaatinin FETÖ terör örgütü ilan edilmesi, 2014’te MGK’da "paralel devlet yapılanması" olarak nitelenen örgütle mücadele kararı alınması izledi.

Gülen’in bu dönemde bir videoda, “Hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine gidenler... Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın'' demesi büyük tepki çekti.

15 Temmuz darbe girişimi

2016’da Gülen'in aralarında olduğu 73 kişi hakkında terör örgütü kurmak, yönetmek ve üyesi olmak iddiasıyla "FETÖ çatı iddianame" hazırlandı. İddianamede, örgütün darbe yapacak güce ulaştığı anlatıldı. Ancak iddianame henüz mahkeme tarafından kabul edilmeden 15 Temmuz 2016 tarihinde askeri darbe girişimi yaşandı.

15 Temmuz darbe girişimi

Sınav soruları

Gülen’in kendi cemaatini kurduğu ilk günden bu yana üzerinde en çok durduğu konu devletin kritik kurumlarına öğrencilerinin yerleştirilmesiydi. Zamanla Işık evleri büyüdü, bütün kentlerde onlarca Işık evi açıldı. Önce askeri lise ve harp akademileri sınavlarında, ardından üniversite seçme sınavı ve kamu personel sınavı gibi sınavlarda Gülen cemaati mensuplarının soruları çaldığı iddiaları sürekli gündeme geldi. İlk olarak Nuh Mete Yüksel’in 2000’de açtığı davanın iddianamesinde somut olarak bu konu ele alındı. 15 Temmuz öncesinde üniversite sınav sorularının cemaat eliyle çalındığı öne sürüldü. 15 Temmuz’dan sonra ise kritik bütün kurum sınavlarında hırsızlık yapıldığı iddiasıyla davalar açıldı. Askeri kadrolardan emniyete, yargıdan bürokrasiye kadar her yerde çalıntı sorularla kadrolaşıldığı iddia edildi. Gülen cemaati ise bu iddiaları sürekli yalanladı. Bir dönem cemaat içerisinde bulunan bazı isimler ise soruların çalındığı iddialarını doğrulayan açıklamalar yaptı.

Darbe sonrası sessizlik

Darbe girişiminden sonra cemaatçilerin devletten temizlenmesi için olağanüstü hal ilan edildi. Ancak kararnamelerde hem örgütün yönetim kademesiyle hiçbir ilgisi olmayan isimler hem de darbeyle hiçbir ilgisi bulunmayan sola yakın yüzlerce isim yer aldı. Toplam 130 bine yakın kişi ihraç edildi.  Gülen’le ilgili olarak bu dönemde çok sayıda dava açıldı.

Gülen, 15 Temmuz’dan sonra ağırlıklı olarak sessiz kalmayı seçti. İktidarı uygulamaları nedeniyle eleştirmekle birlikte 15 Temmuz sonrası yaşananların, örgüt içinde kamplaşmalara yol açmasının etkisi kendisini gösterdi.

Kırmızı kategoride arananlar listesinde yer alan Gülen sonrası cemaatin nasıl yönetileceği meçhul. Ancak Türkiye’de etkinliği azalsa da yurtdışında etkinliğini sürdüren cemaatin hala büyük bir serveti var farklı ülkelerde büyük çaplı organizasyonu bulunuyor.

Gülen öldü. 25 yıl boyunca ABD’nin Pensilvanya eyaletindeki Saylorsburg kasabasında yaşadı ve yaşamını da burada kaybetti. Geriye çok sayıda soru işareti, davalar ve tartışmalar bırakarak…

Gökçer Tahincioğlu'nun yazı dizisi: Türkiye'nin çalıntı soru tarihi

TIKLAYIN - Cemaate dokunan yanıyordu; rapor yazan emniyet kadrosu dağıtıldı, dava açan savcı kaset komplosuyla tasfiye edildi

TIKLAYIN - KPSS’de örgütlü hırsızlık, 3 bin 229 görünen ‘şampiyon’ sayısı sınav yenilenince 76’ya düştü; suç vardı, itiraf vardı, suçlu vardı, ceza yoktu!

TIKLAYIN - AKP, 17/25 Aralık’tan sonra harekete geçti, ancak örgütlü soru hırsızlığında yıllarca cemaati koruyan savcı firar etmişti!

TIKLAYIN - Cemaat, ÖSYM bilgisayarlarını kopyaladı; neredeyse bütün kamu sınavlarında çalınan sorularla 500 bin kişi devlete sokuldu!

TIKLAYIN - 1980’lerden bugüne hedef TSK: Cemaat yurtlarında askeri okul sınavlarının yanıtlarını ezberlettiler, Kuran’a el bastırarak soruları verdiler

TIKLAYIN - Prof. Ayşe Buğra: Anadolu'da Gülen cemaati tedirginliği var