Politika

Ertuğrul Özkök: Operadaki smokinli insanlar geçen perşembe kimi yuhaladı

Wagner’in yaşadığı, sokaklarından en rafine kültürün hayaletlerinin dolaştığı bu şehre neden İstanbul değil de Tekirdağ tabelası asılmış?

28 Temmuz 2024 07:00

Geçen çarşamba ve perşembe günü Almanya’nın Bayreuth kasabasındaydım.

Burası Münih’e yakın küçük bir yerleşim yeri.

Ancak nüfus boyutundan çok daha büyük küresel bir şöhreti var buranın.

Çünkü tarihin en önemli bestecilerinden birinin yaşadığı ve gömüldüğü kasaba.

Richard Wagner’in.

Wagner’in hayatının son 12 yılını yaşadığı yer

Wagner 22 Mayıs 1813 yılında Leipzig’de doğdu.

13 Şubat 1883’te Venedik’te öldü.

Ama hayatının en önemli yeri burası, yani Bayreuth kasabasıydı. Çünkü 58 yaşından sonra burada yaşadı.

Kasaba bugün Wagner’le yatıyor, Wagner’le kalkıyor.

Çünkü turizminin ana geliri Wagner’den…

Ünlü müzisyen 1871’den hayatının sonuna kadar burada yaşadı.

Evi ve mezarı da burada.

İşte bu kasabada 148 yıldan bu yana bir müzik festivali düzenleniyor.

Festival Wagner’in bizzat kendi tasarladığı ve yapımı için fonlar topladığı bu binada yapılıyor.

Binanın bulunduğu yerin adı “Yeşil Tepe…”

Tekirdağ’dan 1600 km uzakta bir yön tabelası

Neredeyse 7 yıldır bu festival için Bayreuth’a geliyorum.

Ama şehrin merkez meydanındaki bir tabelayı ilk defa fark ettim.

Direğin üzerindeki tabelada Prag, Rudolstadt gibi şehirlerin istikametini gösteren tabelalar var.

Bunların arasında en görünen yerde beni şaşırtan bir tabela…

Üzerinde “Tekirdağ” yazıyor.

Yanında da 1600 rakamı var.

Wagner’in yaşadığı, sokaklarından en rafine kültürün hayaletlerinin dolaştığı bu şehre neden İstanbul değil de Tekirdağ tabelası asılmış?

Cevabı basitmiş.

Bayreuth ve Tekirdağ kardeş şehirlermiş.

Biri Wagner’in, öteki Emir Can İğrek’in kasabası

Nasıl bulmuş bu iki şehir birbirini anlamadım.

Biri Wagner’in memleketi.

Öteki Emir Can İğrek’in…

Kim bulduysa, kim Tekirdağ’ın Bayreuth’la kardeş şehir haline getirdiyse helal olsun.

Sonra birden aklıma geldi.

Tekirdağ’ın merkez ilçesi Süleymanpaşa’nın Belediye Başkanı bir gün beni arayıp, “Sizi Bayreuth Festivaline davet etmek istiyorum” dediği zaman çok şaşırmıştım.

"Kasaba bugün Wagner’le yatıyor, Wagner’le kalkıyor"

Bazı zengin Türkler 6-7 yıl bilet bekliyor

Bayreuth, Wagner Festivali dünyanın en önemli klasik müzik olayı olarak kabul ediliyor.

Rock müzikte Glastonbury ne ise, klasik müzikte de Bayreuth işte o.

Bayreuth Wagner Festivali, dünyanın en zor bilet bulunan festivallerinin başında geliyor.

Her yıl 500 bine yakın insan başvuruyor, sadece 50 binine bilet veriliyor.

Tanıdığım bazı zengin Türkler bir bilet bulmak için 6-7 yıl sıra bekliyor.

Ben ise şanslıyım.

Arkadaşım Kai Diekmann sayesinde her yıl hem de salonda en iyi yerder bilet buluyoruz.

Bu, Diekmann’ın Bild gazetesi genel yayın yönetmenliği zamanından kalan bir şans.

Alman Kültür Bakanı ile Ahmet Aras’ı konuştuk

Bu defa açılış konserine gittik.

Açılış konseri olduğu için seçkin ve tanınmış insanlardan oluşan bir kalabalık vardı.

Mesela Bavyera Eyaleti Başbakanı oradaydı.

Birçok ünlü sanatçı gazeteci oradaydı.

Davetliler arasında benim için tanıdık bir sima vardı.

Almanya Yeşiller Partisi’nin önde gelen Milletvekili Claudia Roth.

Claudia Roth şimdi yeni kurulan koalisyonun Kültür Bakanı.

Tabii bu sıfatı bulunduğu için Almanya’nın en önemli kültür olayının açılışında olması da normaldi.

Onu son defa İstanbul Bodrum uçağında görmüştüm.

Bodrum’daki evine gidiyordu.

Bu yıl yaz tatiline 3 Ağustos’ta çıkacakmış.

Bodrum’da buluşmak için sözleştik.

Her zamanki gibi Türkiye konusunda çok sıcak ve sempatik.

Bol bol Muğla’nın yeni Belediye Başkanı Ahmet Aras’ı konuştuk.

Türkiye’de olup biteni çok yakından takip ediyor.

"Bu yıl sadece Bayreuth’da değil, Almanya’nın bütün klasik müzik çevrelerinde Caudia Roth konuşuluyor"

Salonda bazı kişilerden Roth’a neden itiraz sesleri yükseldi?

Bu yıl sadece Bayreuth’da değil, Almanya’nın bütün klasik müzik çevrelerinde Caudia Roth konuşuluyor.

Çünkü ilginç bir öneriyi tartışmaya açtı.

Bayreuth Festivali sadece Wagner operalarını sahneliyor.

Onun yaptırdığı opera binası yılda sadece bir ay bu festival sırasında açılıyor.

Rath bu festival çerçevesine başka opera eserlerinin ve bestecilerini de sokulmasını istiyor.

O nedenle perşembe akşamı konser salonuna geldiğinde salondan bazı itiraz sesleri yükseldi.

Tahmin edeceğiniz gibi Wagner hayranı tutucu izleyiciler bu projeye pek sıcak bakmıyor.

Ama şurası da bir gerçek.

Artık dünyanın birçok yerinde en ünlü müzeler, festivaller yaşayabilmek için çok yaratıcı projeler yapıyorlar.

Buna Louvre gibi klasizmin beşiği bir müzenin yöneticileri de dahil.

Salonun dörtte birinin yuhaladığı bir Tristan seyrettik

Her yıl farklı bir Wagner operası izliyoruz.

Geçtiğimiz yıllarda Tannhauser, Uçan Hollandalı, Walküreler, Lohengrin ve Siegfried’i izlemiştik.

Bu defa Tristan’ı seyrettik.

Tristan Wagner’in en yenilikçi eseri, hatta avangardı diyebilirsiniz.

Atonal müziğin yollarını açan bir müziği var.

Öyle sanıyorum ki Mahler’i en çok etkileyen bestelerden biri budur.

Zaten çarşamba akşamı perde açılmadan başlayan uvertürde gözlerimi kapadığım zaman kendimi Mahler’in Beşinci Senfonisi’nin Adegiato bölümünde hissettim.

Parsifal’ın ilk sahnesi neden alkışlanıyor?

Wagner’in son opera eseri Parsifal’dı.

Ölümünden bir yıl önce bitirmişti.

Vasiyetinde bu eserin Bayreuth’da yaptırdığı opera binası dışında hiçbir yerde sergilenmemesini istemiş.

Otuz yıl boyunca bu vasiyeti yerine getirilmiş.

Ama artık oynanıyor.

Bugüne kadar Parsifal’i hiç seyretmediğim için bilmiyordum.

Şöyle bir gelenek varmış.

Eserin birinci bölümünde perde kapandıktan sonra kimse alkışlamazmış.

Bu da sanatçının ölümüne karşı saygı duruşu olarak kabul edilirmiş.

Altı saat süren bir operada dinlediklerim ve gördüklerim

Üç perdelik opera 6 saat sürüyor.

Tabii yarım saat kadar uzun iki ara var.

Şampanya ve beyaz şarap içmek için çok güzel anlar ve seyrettiğiniz kısmının tartışmasını yapıyorsunuz.

Bu kadar yıldır Bayreuth’a geliyorum, ilk defa bu kadar tartışmalı bir Wagner operası izledim.

Tristan zor bir eserdir.

Çok güçlü bir hikâye ve dram üzerine kurulu.

Çok az kahramanı vardır.

Salondakilerin ve eleştiri yazılarının üzerinde birleştiği bir nokta var.

Tristan rolünü oynayan Andreas Schager’i ilk de defa dinliyorum.

Spotify’da da herhangi bir icrasını bulamadım.

Ama mükemmel bir ses, mükemmel bir icra…

Ve salonun her tarafından aynı duyulabilen bir vokal güç.

Yani salonun akustik sınırlarını da aşıyor.

Tristan’da en sevdiğim bölüm ikinci sahne

Isolde rolündeki Camilla Nylund’u ise tanıyorum. Ama bir Wagner değil, Bach yorumcusu olarak dinlemiştim.

Onu da beğendim.

Kristan’ın müziklerini en sevdiğim bölümü ikinci sahnesidir.

Özellikle o sahnede çok iyidirler.

Tabii üçüncü sahnede Tristan’ın tek başına söylediği 40 dakikalık bölüm var.

Yanılmıyorsam opera tarihinin en uzun şarkısı bu.

Salonun beşte biri yönetmeni yuhaladı 

Salondaki alkış öteki izleyicilerin de benimle aynı fikirde olduğunu gösteriyordu.

Ancak iş sahneye koyma meselesine gelince işte asıl büyük tartışma orada başladı.

Bayreuth’u düzenleyen vakfın başında Wagner’in torunu Katharina Wagner var.

Modern yorumlara çok açık bir insan. Mesela oyuncuların Punk giysiler ve saç kesimleri içinde oynadığı Tannhouser seyretmiştim ve büyük alkış almıştı.

Ancak bu defa sahneye koyan Thorn Arnarsson sahneye çıktığı an salonun beşte bire yakını tarafından yuhalandı.

Çünkü birinci sahne çok karanlıktı. İkinci sahne tam anlamıyla kitsch bir züccaciye dükkânını andırıyordu.

Kostümlerde zaman mevhumu ortadan kaldırılmıştı ama yaratıcılıktan yoksun sıkıcı bir vasatlıktaydı.

Dün okuduğum eleştirilerin çoğu bu konularda hemfikir gibiydi.

Ancak ben salonda yuhalamayı anlayamıyorum. Türkiye’de seyirci daha nazik. Kendi payıma bugüne kadar hiçbir yuhalama tepkisine tanık olmamıştım.

Tuhafıma gitti.

"Ben yine de smokini seviyorum"

Smokinle gelenlerin sayısı her yıl azalıyor sanki

Festival boyunca seyirci açısından önemli geleneklerden biri smokinle gelinmesiydi.

Ancak bu defa açılış gecesinde çok sayıda smokinli olmayan erkek gördüm.

Hatta birçoğu koyu renk elbise dahi giymemişti.

Açılış geceleri böyle olurmuş.

Çünkü çok sayıda medya mensubu ve kültür insanı davet edilirmiş.

Ayrıca vakıf kamusal bir statü taşıdığı için her konsere öğrencilerden, işçi sendikalarından ve bazı kamusal kuruluşlardan insan davet etmeleri gerekiyormuş.

Ben yine de smokini seviyorum.

Hem geleneğe sadık kalınmasını sağlıyor hem de sınıf farkını ortadan kaldıran estetik bir yararı var.

Sadece Wagner satan kitapçıda Hitler’le dalga geçen poster

Dediğim gibi bu kasaba Wagner sayesinde yaşıyor.

Konserin ertesi sabah antik kitapçıları dolaştım.

Evimde özel hatıralarımın arasına koymak üzere Thomas Mann’ın Tonia Kröger ve Veneadik’te Ölüm kitaplarının mümkün olan en eski basımlarını arıyorum.

Ne yazık ki bulamıyorum.

Gezerken bir sahafa rastladım.

Sadece Wagner üzenine yazılmış kitaplar satıyor. Bunlar arasında nota kitapları da var.

Wagner dışında görebildiğim tek müzisyen Mahler’di.

Ona ait kitaplar da vardı.

Kitapçıda satılan bir opera afişi dikkatimi çekti.

Hitler’le dalga geçen bir desendi.

Nazi diktatör Wagner’in hayraydı. Tristan’ı otuzdan fazla defa seyrettiği söylenir.

"Böyle tarihi yazan, içinde tarih yazılmış kitapçıları çok seviyorum"

City Light kitapçısında 100’üncü yıl kutlaması

Almanca bilmediğim halde kitapçıda oturdum eski kitapları karıştırdım.

Böyle bir duyguyu 2019 yılında San Fransisco’da City Light kitapçısında yaşamıştım.

Beat Generation dediğimiz, kültürde karşı akımın başladığı kitapçıydı burası.

Alan Ginsberg “Çığlık’ şiirini ilk defa burada okumuştu küçük bir topluluğa. Beat generatin dediğimiz yeni bir çağı açan kitaplardandı.

Kitapçıyı kendisi de yazar olan Lawrence Ferlinghetti tarafından 1953 yılında kurulmuştu.

O günü hiç unutmuyorum.

24 Mart 2019 günüydü.

Unutmuyorum çünkü o gün Ferlinghetti’nin 100’üncü doğum yıldönümüydü.

Raflar arasına bir pano açılmıştı ve herkes ona iyi ki doğdun mesajı yazıyordu.

Ben de yazdım.

Böyle tarihi yazan, içinde tarih yazılmış kitapçıları çok seviyorum.

Ama bana hüzün de veriyorlar.

Öyle kitapçılarda o anonim dizeler çınlıyor kulaklarımda…

“Günler gelip geçmekteler

Kuşlar gibi uçmaktalar…”