Kültür-Sanat

Ertuğrul Özkök: Kaldığım perili Oscar otelinin 4’üncü, 9’uncu ve 12’ncı̇ katından hayalet hikâyelerı̇

Ertuğrul Özkök, Akademi Sinema Filmleri Müzesi'nde

02 Mart 2025 07:00

Güncelleme: 02 Mart 2025 09:52

LOS ANGELES

Galiba ben şanslı yıldız altında doğmuş bir pop sosyoloğum.

Düşünsenize bu akşam Oscar ödül töreni yapılıyor.

Hayatımda ilk defa bir Oscar törenini Los Angeles’ta izleyeceğim.

Kaldığım otel, 1929’da ilk Oscar ödül töreninin yapıldığı Rooesevelt Oteli.

Ve öyle bir odada kalıyorum ki...

Otelde ilk gece 9’uncu, ikinci gece 12’nci katta kaldım.

İki odada da pencerem neredeyse kırmızı halının başlangıcına açılıyor.

Biraz ileride üzerinde Oscar yazan o meşhur kule sanki elimle dokunacağım bir mesafede gibi geliyor bana.

Yani pencereden atlasam, trafiğe kapatılmış Oscar sokağına düşeceğim.

Marilyn Monroe

Marilyn Monroe’nun ünlü havuz fotoğrafları burada çekildi

Bu otel 1926 yılında yapılmış.

O havuz birçok Hollywood dizisi ve filminin de dekoruydu.

Zaten otelin en prestijli suitlerinden biri Marilyn Monroe’nun adını taşıyor.

Her katın asansör boşluğunda sinemanın ünlülerinin fotoğrafları asılı.

Roosevelt Oteli benim için Marilyn Monroe ile eş anlamlıydı.

Monroe’nun havuz başında o mayolu fotoğraflarının çoğu bu otelde çekilmişti.

Monroe bu otelde 2 yıl yaşamıştı.

Hatta yıllar önce yayınlanan ve peçetelere, yatak başucundaki not defterlerine yazdığı küçük notların bir bölümünü burada kaleme almıştı.

Hemingway, Brad Pitt, Angelina Jolie, Clark Gable ve Chaplin

Ancak buraya gelince öğrendim ki başka birçok Hollywood ünlüsünü de ağırlamış.

Charlie Chaplin, Clark Gable, Ernest Hemingway, Angelina Jolie ve daha başkaları…

Ancak bu hikayelerin hiçbiri kaldığım 2 katınki kadar ilginç değil.

1200 numaralı odada Marilyn Monroe’yu aynada görenler var

Ben otelin 12’nci katında kalıyorum.

Bu kat Marilyn Monroe’nun kaldığı katmış.

Bu katın 1200 numaralı odası hala “Marilyn Monroe süiti” olarak adlandırılıyor.

Hollywood’da birçok kişi, ölümü hakkında hala komplo teorileri yapılan Marilyn Monroe’nun hayaletinin bu katta dolaştığına inanıyor.

Çünkü ruhunun hala huzur bulmadığını düşünüyor bu insanlar.

Onun süitinde kalan bazı insanlar, gece aynada onun yüzünü gördüklerini iddia ettiler.

Montgomery Clift öldükten sonra bile koridorlarda hala trompet çalıyormuş

Sadece Monroe değil.

Bazı misafirler, geceleri koridorlarda Montgomery Clift’in ruhunun çaldığı trompetini işittiklerini bile söylediler.

Onun odası 928’di.

Bazı otel misafirleri, koridorlarında onun hayaletini gördüklerini de rapor ettiler.

Bu arada bazı müşteriler de geceleri hayaletlerin kendilerini yataktan alıp yere bıraktıklarını söylemişler.

Ölmüş annesini arayan Caroline’ın ruhu hala 4’üncü katta dolaşıyor

Ama bütün bu hikayeler içinde bir de şöhret olmayan bir kızın hayaleti var.

Adı Caroline’mış ve annesini arıyormuş.

Anlayacağınız ben otelin “perili” olarak bilinen iki katının ikisinde de kaldım.

Ama jet lag olduğumdan olsa gerek herhangi bir hayalete rastlamadım.

Ama benim gördüğüm hayaletler de vardı.

Perili otelin penceresinden Kırmızı Halı sokağına bakarken, artık hayatta olmayan ve hayranı olduğum birçok aktörü görür gibi oldum.

Mesela Steve McQueen Persol gözlükleri ve pilot ceketi ile geçti sanki önümden.

Bir süre havuz başında oturdum ve Monroe’nun hayaletini çağırdım.

O gelmedi ama ben onu gördüm.

Bu akşam Oscar törenini işte bu perili otelin balo salonunda izleyeceğiz

Bu akşam Oscar törenini işte bu otelin ilk Oscar töreni yapılan salonunda izleyeceğiz.

Oscar törenin yapılacağı salona ise sadece adaylar alınıyor.

Oraya giremeyenler Roosevelt Oteli'nin salonunda satın alınan masalarda dev ekranlarda izliyor.

Burada da aynı Oscar tören salonu atmosferi yaratılıyor. Kırmızı halısı var. Erkekler smokin, kadınlar tuvalet giyiyor.

O nedenle tıpkı törenin yapıldığı sokak gibi bizim otelin sokağı da trafiğe kapanıyor.

Yaka kartımla kırmızı halı üzerinde önceden yürüdüm

Karaca’nın sponsorluğu sayesinde bize de verilen yaka kartı ile bu gece törenin kırmızı halısının bulunduğu yere girdik. Yıllardır Oscar töreni izleye izleye artık her santimetre karesini tanıyoruz buranın.

Yine de insan gerçek mekanı görünce tuhaf oluyor.

Vanity Fair’in ünlü after partisinin yapılacağı postane

Oscar’ın “Governers Ball” denilen tören yemeğinden sonra en önemli partisini Vanity Fair dergisi düzenliyor.

Parti, eski bir postane binasında yapılıyor. Onun da kırmızı halısı var.

Dün oraya da gittim. Aynı tören salonu gibi orada da yoğun bir çalışma vardı.

Wolfgang Puck’un yemeğinden çıkan şöhretler oradan Vanity Fair partisine gidiyor.

Ertuğrul Özkök

Oscar müzesini de İstanbul Modern’in mimarı tasarlamış

Dün boş günümdü, çok merak ettiğim Oscar Müzesi’ni gezdim.

Gerçekten değermiş.

Adı “Akademi Sinema Filmleri Müzesi.”

2021 yılında açılmış.

Mimarlarından biri Renzo Piano, öteki Kulapat Yantrasast

Renzo Piano, İstanbul Modern’in yeni binasını da tasarlayan mimar.

Müzede en iyi hatıra fotoğrafı çekilecek yer

İçinde sinemaya ait 13 milyon obje var.

Bunlar arasında Jaws filminden kalan son köpekbalığı, milyonlarca kostüm, senaryo sayfaları, aktörlerin birbirlerine çektiği kutlama telgraflarına kadar belge bulunuyor.

Bu arada sinema tarihinin en önemli filmi sayılan “Citizen Kane”de, çocukluğunda evinden alınıp götürülürken gördüğümüz o efsane “Rosebud kızağı” da bu müzede.

Ama fotoğraf çektirmek için Marilyn Monroe’nun duvardaki harika fotoğrafını seçtim.

Müzeye giden herkese bu pozu vermesini tavsiye ederim.

Harley Quinn’in ünlü kırmızı elbisesinin önünde

Sinema tarihi aslında hepimizin tarihi. Gördükçe hatırlıyorum.

En çok ilgimi çeken bölüm “Gelecek Sineması” adı verilen pavyondu.

Girişte karşıma ilk çıkan şey Matrix filminde Mobius rolündeki Lawrence Fishburne’un giydiği elbise oluyor.

Hemen arkasında “Suicide Squad” filminin en sevdiğim karakteri olan Harley Quinn’in kırmızı elbisesi var.

Margot Robbie’yi görür gibi oluyorum.

Tabii Thor’un ünlü baltası, Yıldız Savaşları’nın robotları, çeşitli karakterlerinin kıyafetlerinden parçalar da bana sinema tarihinin son 40 yılını özetliyor.

Ertuğrul Özkök

Yüzbaşı Amerika’nın kalkanı artık beni Amerikan karşıtı mı yapıyor?

Ancak müzede bir parça var ki onu biraz ayrıntılı anlatmalıyım.

Yüzbaşı Amerika’nın meşhur kalkanı.

Üzerindeki Amerikan bayrağı şeklindeki yıldızı görünce irkiliyorum.

Sabah otelden çıkarken ABD’nin yeni başkanı Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’ye yaptığı iğrenç ve terbiyesizce davranışı gördüm.

Hayatım boyunca anti Amerikan hareketlere ve düşüncelere karşı çıktım.

Ama ilk defa kendimi Amerika karşıtı bir psikolojide hissediyorum.

O duygularla kalkan bana, dünyada herkese yukardan bakan, aşağılayan bu yeni Amerikan rejiminin sembolü gibi görünüyor ve önünden uzaklaşıyorum

Oscar heykelini müzeye bağışlayan ünlü isimler

Oscar kazanan bazı yönetmenler, aktörler ve öteki görevliler altın Oscar heykellerini bu müzeye bağışlamışlar.

Bence akıllıca ve güzel bir şey.

Aralarından bazılarını söyleyeyim.

Titanik filminin yönetmeni James Cameron en iyi film ödülünü

Star Wars filminin görsel efekt ödülünü alan ekip

Midnight Cowboy filminin yönetmeni John Schlesinger.

Rüzgar Gibi Geçti filmiyle en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Clark Gable

Oscar heykelini alamayan Manny’nin hüzünlü hikayesi

Ama içlerinden biri var ki insana çok dokunuyor ve düşündürüyor.

Çünkü duvarda boş bir kara delik gibi duruyor.

Bu siyah boşlukta sanki “Rüzgar Gibi Geçti” filminin en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü alan Hattie McDaniel’in hikayesi görünmez harflerle yazılmış gibi.

O filmde evin dadısı “Mammy” rolünü harika oynamıştı.

Bu rolü ile Oscar ödülü kazandı ama altın Oscar heykeli verilmedi.

Çünkü o dönemde siyah aktörlerin Oscar törenine girmesi yasaktı ve kendilerine sadece bir plaket gönderiliyordu.

McDaniel ödülünü almaya gitti.

Ama onu salonun arkasında, duvar dibinde bir masaya oturttular.

Törenden sonraki after party’ye girmesine de izin verilmedi.

Kendisine altın heykel yerine bir plaket veridi.

Ama bugün o heykel Oscar Müzesi’nde o boşlukla daha heybetli biçimde duruyor.

Ayrıca Amerikan devletinin resmi pullarından birinin üzerinde onun resmi var.

Kırmızı halıda en büyük iz bırakan ilginç elbise

Müzede çok sayıda kostüm de sergileniyor.

Ama aralarından biri çok dikkatimi çekiyor.

Altı etek bir taxido.

İlk bakışta bir kadın giysisi olarak algılıyorsunuz.

Ama bunu bir erkek giymiş.

Ünlü aktörlerden Billy Porter, bunu bir törende kırmızı halıda mülakatlar yaparken giymiş.

Christian Siriano’nun tasarımı.

Müzede “en çok iz bırakan kostüm” olarak sergileniyor.

Billy Porter daha sonra alttaki etek kısmını çıkarıp, bir pantolonla yeniden kullanmış bu tasarımı.

Kadın ve erkek cinsiyetleri arasındaki duvarı yıkan bir tasarım olarak göründü gözüme.

İlgilenenler için yazayım “styling’i” Sammy Ratelle’ye ait.

Müzenin roof'undan Hollywood yazısına bakarken neden “1941” filmini hatırladım?

Müzenin en üst katı, açık bir alan olarak tasarlanmış.

Buradan karşıdaki dağlara baktığınızda, dünyanın en tanınmış sembollerinden biri olan “HOLLYWOOD” yazısını görüyorsunuz.

Nedense oraya bakarken Steven Spielberg’ün pek tutulmayan tek komedi filmi olan “1941’i” hatırladım.

O yazı filmin başında en önemli objeydi.

Amerika’yı yıkmaya çalışırsanız önce nereyi bombalamalısınız?

Çünkü İkinci Dünya Savaşı sırasında denizaltısı ile yanlışlıkla Los Angeles sahillerine gelen Japon subayı, periskoptan bakarken “HOLLYWOOD” yazısını görünce “America” diye bağırıyor ve savaşına bu yazıyı bombalayarak başlamak istiyordu.

Ama filmin sonunda Los Angeles’ı Japon denizaltısı değil, memleketlerini korumak için silaha sarılan Amerikalılar harabeye çeviriyordu.

Bir sandalye çekip oturdum, kulaklığımı taktım ve sinemanın Amerikan ruhunun en ikonik sembollerinden biri olan bu yazıya bakarken kendi kendime şunu dedim:

Aynı halk şimdi Trump ve avanesini başa getirip bütün ülkesini manevi bir harabeye çeviriyor.

Sadece Amerika mı?

Popülist diktatörlerin hepsi birçok ülkede aynı şeyi yapmıyor mu?

Los Angeles semalarında Şeyma’nın Pinky Cloud’larını ben de gördüm

O sırada Los Angeles üzerine güzel bir akşam üzeri çökmeye başladı.

Karşıya baktık, arktik bölgenin “yeşil ışıklarına” benzer bir ışık çökmüştü ama rengi pembeye yakındı.

Aklıma Şeyma Subaşı’nın meşhur “pinky clouds” deyimi geldi.

“Özel uçakta giderken ‘pinky clouds’ görüyorum” demişti ve sosyal medyada olay olmuştu ya...

Ben de gördüm o pinky cloudes’ı

Gerçekten “pembe bulutlarmış...”

Burada artık yapacağım son şey kaldı.

Bu gece smokinimi giyip, kırmızı halıdan geçip, Oscar törenini izlemek.

Kim kazanır bilmiyorum.

Ama kazanmasını istediğim tek kişi var, o da Timothee Chalamet

Hem bu çocuğu çok seviyorum hem de canlandırdığı Bob Dylan’ı…

Oscar törenine 48 saat kala son akşamımızda gala yemeğini hazırlayan Wolfgang Puck’un restoranında yedik.

Bize o da katıldı.

Hayatımda yediğim en güzel bonfileydi diyebilirim.

Gece, Wolfgang’ın neşesi ve sempatikliği ile tamamlandı.

DEM Parti Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları:
Öcalan, Kandil'in çağrısına uyacağı konusunda çok net