Şahin Alpay
Zaman gazetesi / 30 Nisan 2013
Devrimciliği terk edip, bir yorumcu olarak gayretlerimi Türkiye’de özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin yerleşmesi amacına yönlendirmemden bu yana yapmaya çalıştığım şeyin, bu düzenin normlarının yerleşmesine destek olma çabası olduğunu söyleyebilirim.
1980’lerin başlarında, siyasi mülteci olarak sığındığım İsveç’te siyaset bilimi doktorası yapıp yurda döndükten sonra (tabii sicilim nedeniyle) üniversitelerde iş bulamadım. Bu da 2000’lerin başında üniversiteye dönene kadar, tam zaman gazeteci olarak çalışmama yol açtı. On yıl Cumhuriyet’te, bir yıl kadar Sabah’ta, sonra yaklaşık 7 yıl Milliyet’te editör ve yazar olarak çalıştım. On yılı aşkın bir süredir de esas olarak Bahçeşehir Üniversitesi’nde siyaset bilimi dersleri verirken, Zaman’da köşe yazıyorum. Medya tecrübelerim ışığında şunları söyleyebilirim:
Demokratik bir toplumda medyanın işlevini yerine getirebilmesi için, ifade ve basın özgürlüğüne gerek olduğu Türkiye’de artık oldukça iyi anlaşılıyor. Kartellerin neden olduğu rezilliklerden sonra, medyada çoğulculuğun vazgeçilmez olduğu da anlaşılmış sayılabilir. Gazeteciliğin meslek ilkeleri ve ahlakı ile ilgili bunca bildiri ve metin hazırlanmış, bunca etik konseyi kurulmuş olduğuna bakarak, bu konuda da (pratikte değilse de teoride) yol alınmış olduğunu kabul edebiliriz.
Ya editoryal bağımsızlık? Yani, yurttaşların tercihlerine uygun, rasyonel kararlar verebilmeleri için ulaşmaları gereken haber, bilgi ve yorumları, devletin, hükümetin ya da patronların değil gazetecilerin yönettiği medyadan alabilmeleri bahsinde durum nedir? Maalesef, Türkiye’de medyanın en çok emeklediği konu bu... Son günlerin tartışmalarına bakarak editoryal bağımsızlığın ve gereklerinin anlaşılmasında ve saygı görmesinde henüz yolun başında olduğumuzu söyleyebiliriz.
Şu noktaların altı çizilmelidir: Editoryal bağımsızlık, medya kuruluşlarını gazetecilerin yönetmesi anlamına gelir, ama medya sahiplerinin medyadan başka bir uğraşları olmaması anlamına gelmez. Elbette ki, başka alanlarda yatırımları olan şirketler, medyaya da sahip olabilir. Ancak medya sahiplerinin, sahip oldukları medyayı yönetecek gazetecilerle, demokrasinin ve mesleğin temel ilkeleriyle çelişmemek koşuluyla, yönetimde hangi ilkelere uyulacağına dair sözleşme yapmaları ve iki tarafın da bu sözleşmeye uymaları gerekir. Editoryal bağımsızlık, yakın zamanda gördüğümüz gibi bir medya patronunun başbakanı arayıp gazetesinin başına kimi getirmesinin uygun olacağını sormasıyla, başbakanın da isim önermesiyle kesinlikle bağdaşmaz. Eskiden sık sık görüldüğü gibi askeri yetkililerin ya da şimdilerde sık görüldüğü gibi hükümet yetkililerinin gazete patronunu veya yöneticilerini telefonla arayıp, şunun yazılıp bunun yazılmaması konusunda talimat vermeleriyle de asla bağdaşmaz.
Medyada haber-yorum ayrımı, demokrasilerde din-devlet ayrılığı kadar önemlidir. Editoryal bağımsızlık, medyada haber-yorum ayrımına sıkı sıkıya riayeti de gerekli kılar. Bu sadece haberlere ayrılan yerde haber, yorumlara ayrılan yerde yorum yapılmasıyla sınırlı değildir; esas görevi editörlük ve habercilik olan gazetecilerin yorumculuğa; esas görevi yorumculuk olan gazetecilerin ise haberciliğe karışmaması anlamına da gelir. Haber-yorum ayrımı açısından bakıldığında Türkiye’de medyanın sınıfta kaldığı çok açıktır.
Yukarıda belirttiğim normlara hangi demokratik ülkenin medyasında tam olarak uyuluyor diye sorulabilir. Bu normlara uymaksızın hiç bir yerde ciddi gazetecilik, referans gazeteciliği yapılamadığı muhakkak.