14 Şubat 2025 08:29
Güncelleme: 14 Şubat 2025 08:37
Almanya'da 23 Şubat seçimleri öncesinde yapılan son anketler, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ile yalnızca Bavyera eyaletinde faaliyet gösteren Hristiyan Sosyal Birlik'in (CSU) oluşturduğu Birlik (CDU/CSU) partilerinin sandıktan zaferle çıkacağını gösteriyor. CDU/CSU'nun başbakanı adayı Friedrich Merz'in de Olaf Scholz'tan başbakanlık koltuğunu devralacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Memleketi Kuzey Ren-Vestfalya (KRV) eyaletindeki Sauerland bölgesi olan 69 yaşındaki Merz, bir Katolik ve babasının mesleğini seçmiş bir hukukçu. 1989 yılında, 33 yaşındayken Avrupa Parlamentosu'na seçilen Merz, beş yıllık Avrupa deneyiminin ardından siyaseti Federal Alman Meclisi'nde sürdürdü. O dönemde sözünü sakınmayan iyi bir konuşmacı olarak nam saldı.
Merz'in aslında iki siyasi yaşamı var. Bunlar, eski Başbakan Angela Merkel'den önce ve Angela Merkel'den sonra olarak iki dönemde sınıflandırılabilir. Merkel'in 2002 yılında CDU/CSU meclis grubunun başkanlığını, 2005 yılında da başbakanlık görevini devralmasının ardından, Merkel'den daha muhafazakâr görüşlere sahip olan ve eski Başbakan ile pek iyi anlaşamadığı bilinen Merz, siyaset sahnesinden çekilmişti.
Siyaseti bırakmasının ardından özel sektöre geçen Merz, 2005-2021 yılları arasında uluslararası bir hukuk bürosunda çalıştı. 2016-2020 yılları arasındaysa dünyanın en büyük küresel yatırım yönetimi şirketi BlackRock'ın yönetim kurulunda yer aldı. Merz'in bir finans devinde yıllarca lobicilik faaliyetlerinde bulunması bugün hâlâ kendisine yöneltilen eleştirilerden biri.
Merkel'in başbakanlığa aday olmamasının ardından Merz, 12 yıllık araya son vererek 2021 yılında Federal Meclis'e geri döndü. CDU liderliğine talip olan ve genel başkanlık seçimini iki kez kaybeden Merz, ancak 2022 yılındaki üçüncü denemesinde genel başkan seçilmeyi başardı. Eylül 2024'te de Merz'in başbakan adaylığı konusunda CDU ve CSU arasında uzlaşma sağlandı.
Bir odaya girdiğinde hemen dikkatleri üzerine çeken Merz, cana yakın ve espritüel bir kişi. Ancak Merz'in sohbet ettiği veya tartıştığı kişilere tepeden bakması, bir siyasetçi olarak kendisine avantajdan ziyade dezavantaj sağlıyor.
Merz'in lehine olmayan bir diğer önemli faktör de kadınların gözünde olumsuz bir imaja sahip olması. 1990'lı yıllarda kürtaj yasasının serbestleştirilmesi yasasına hayır oyu veren Merz'in 1997 yılında da evlilik içi tecavüzün diğer tecavüz vakaları gibi ceza kapsamına alınmasına yönelik önergeye hayır demesi, bugün peşini bırakmayan siyasi kararları arasında.
Bugün partinin muhafazakâr kanadını temsil eden Merz, nükleer enerji kullanımını, bürokrasinin azaltılmasını ve daha liberal bir ekonomi politikasını savunuyor. Ancak seçimlere haftalar kala Merz'in Almanya gündemine damgasını vurmasının nedeni bunlar değil, göç.
Daha sıkı bir göç ve iltica politikası talebini geçmişte de dile getiren Merz, "yabancılarla mevcut olan sorunlardan" da sıkça bahsetmiş bir siyasetçi. 2023 yılında verdiği bir röportajda, Merz, Almanya'daki Müslüman kökenli çocuklarla ilgili olarak "küçük paşalar" ifadesini kullanarak tepkileri üzerine çekmişti.
Ocak ayı sonunda ise Merz Almanya tarihine geçen bir gelişmenin altına imzasını attı. İltica ve göç politikalarının sertleştirilmesine yönelik talepler içeren önergesini aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif'in (AfD) desteğini alarak meclisten geçiren Merz, Alman toplumunun sert tepkisini çekti. Merz'e toplumun çeşitli kesimleri tarafından aşırı sağı normalleştirme eleştirisi yöneltiliyor.
Bu oylama sonrasında ülkenin dört bir yanında Merz ve AfD karşıtı protestolar düzenlendi. Ancak son haftalarda yapılan anketler, Merz'in söz konusu hamlesinin ardından kayda değer bir oy kaybına uğramadığını ortaya koyuyor.
2021 yılındaki genel seçimlerde CDU/CSU'nun başbakan adayı olan Armin Laschet'in yaptığı bir hata, Sosyal Demokrat Partili (SPD) Olaf Scholz'un başbakanlık koltuğuna oturmasını sağladı. Ahr bölgesinde yaşanan sel felaketi Almanya'yı sarstığında, bölgeyi ziyaret eden Laschet'in Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in konuşması sırasında arka planda güldüğü görüntülerin sosyal medyada yayılması Birlik partilerinin seçimi kaybetmesinin nedenlerinden biri oldu.
O dönemde anketlere göre yüzde 15'lik bir oy oranına sahip olan Scholz'un partisi SPD, 2021 seçimlerini oyların yüzde 25,7'sini alarak kazandı. SPD, Yeşiller ve Hür Demokrat Parti'den (FDP) oluşan koalisyon hükümeti kurarak başbakan olan Scholz ancak görev süresini tamamlamayı başaramadı. Aslında 2025 yılı sonbaharında yapılması gereken seçimler, Scholz'un liderliğindeki üçlü koalisyonun dağılması üzerine 23 Şubat'a çekildi.
Son yıllarda yapılan anketlerde popülaritesini giderek kaybeden Scholz'un SPD'nin başbakan adayı olması da birçok kişi için sürpriz oldu. Anketlerde "Almanya'nın en sevilen politikacısı" unvanını kazanmış Savunma Bakanı Boris Pistorius'un aday gösterilmesi çağrıları parti içinde ve dışında yükselmesine rağmen, SPD Scholz'u aday göstermeyi tercih etti.
Bu şartlar altında SPD, anketlere göre CDU/CSU ve aşırı sağcı Almanya için Alternatif'in (AfD) arkasından üçüncü sırada yer alıyor.
Peki Scholz kim?
SPD'de uzun yıllardır siyaset yapan Scholz, siyasete adım attığı ilk yıllarda SPD'nin gençlik kolları Jusos'un genel başkan yardımcısı olarak radikal sosyalist ve kapitalizm karşıtı tezleri temsil etti. 1975 yılında katıldığı SPD'nin adayı olarak 1998'de ilk kez federal meclise seçilen siyasetçi, arada geçen yıllarda Hamburg'da kendi hukuk bürosunu kurdu ve girişimci olarak elde ettiği hayat deneyiminin ardından sosyalist tezleri savunmayı bıraktı.
İlk üst düzey siyasi deneyimlerini Hamburg Eyaleti İçişleri Senatörü olarak edinen Scholz, SPD'li Gerhard Schröder'in başbakan olduğu 2002-2004 yıllarında ise SPD Genel Sekreterliği yaptı. Sıklıkla bürokratik ve teknokratik ifadelerle konuşarak dikkatleri üzerine çeken Scholz'e o dönemde Alman basını, duygulardan arınmış ve makine gibi konuştuğu eleştirisiyle "Scholzomat" lakabını layık gördü.
İlk Merkel hükümetinde Çalışma Bakanı olarak ve onun ardından yıllarca Hamburg Belediye Başkanı olarak görev yapan Scholz, son Merkel hükümetinde de Maliye Bakanlığı görevini yürüttü.
Scholz'un adayı olduğu SPD, emekli maaşı garantisi, aileler ve normal gelirlilere mali destek ve ödenebilir bir iklim koruma gibi klasik sosyal demokrat vaatlerle seçmenin oyunu istiyor. Zayıf durumdaki ekonominin yeniden canlandırılmasını da vaat eden Scholz, dış politikada da sağ duyu ve Ukrayna'ya silah yardımlarının sürdürülmesi sözü veriyor.
Rusya Ukrayna'yı Şubat 2022'de işgale başladığında, Scholz başbakanlık koltuğunda henüz üç aydır oturuyordu. Savaş başlamadan önce Ukrayna'ya silah yardımı yapmayı reddeden Scholz hükümeti, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısının ardından Almanya'nın geleneksel tutumunu değiştiren ve savunma harcamalarını artıran adımlar attı. Scholz'un meclis kürsüsünde yaptığı konuşma, bugün hâlâ hatırlarda. İçinde bulunulan dönemi bir "çağ değişimi" olarak nitelendiren Scholz, Alman ordusuna 100 milyar euroluk özel bir bütçe ayrılacağını açıklayarak adını tarih kitaplarına yazdırdı.
Tüm bu gelişmeler ışığında, Scholz'un başbakanlık dönemine, Almanya'nın alışık olmadığı seviyede yüksek enflasyon, haneleri doğrudan etkileyen enerji krizi ve aşırı sağın eyalet seçimlerinde elde ettiği başarılar gölge düşürdü. Bugün Scholz, tüm bu olumsuz gelişmelerden tamamıyla Rusya'yı sorumlu tutuyor. Buna rağmen Scholz'e giderek azalan seçmen desteği, toplumun kendisiyle aynı fikirde olmadığını ortaya koyuyor.
Son yıllarda fikir ayrılıkları yalnızca toplum ile SPD arasında değil, koalisyon ortakları arasında da mevcuttu. Sosyal demokrat, yeşil ve liberal tutumlar arasında bir uzlaşı sağlamak, Scholz açısından kolay bir iş olmadı. Scholz'un FDP lideri ve Maliye Bakanı Christian Lindner'i görevden almasıyla ise koalisyon hükümeti dağıldı.
Anketlere göre seçmenin desteğini kaybetmiş olmasına rağmen Scholz, başbakan olacağından emin olduğunu birden çok kez dile getirmiş bulunuyor.
Scholz hükümetinde Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapan Robert Habeck'in son üç yılı oldukça hararetli geçti. Aralık 2021'de bakan olarak göreve başlayan Habeck, kısa süre sonra kendisini Scholz gibi bir enerji krizinin ortasında buldu. Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik savaşının başlamasıyla Almanya'nın enerji politikalarını yeniden şekillendirmek zorunda kalan Habeck, Rus doğalgazına bağımlılığı azaltmak için çeşitli adımlar attı. Bir yandan enerji krizine akut çözümler üretebilmek için Katar'a giden Habeck, diğer yandan yenilenebilir enerjiye daha fazla yatırım yapılması için çaba sarf etti.
Yaşanan enerji krizine rağmen Almanya'nın nükleer enerjiye tamamen veda etme kararından dönmemesi, başta CDU lideri Merz olmak üzere muhalefetin ve bazı toplumsal kesimlerin tepkisine neden oldu. Ülke büyük bir enerji krizinin içerisindeyken, sürdürülebilirlik ve yenilenebilir enerji gibi konulardaki iddialı planlarından sapmadığı için yoğun eleştirilere maruz kalan Yeşiller, güncel anketlerde yüzde 12 ila 14'lük oy oranı ile dördüncü sırada.
Habeck, 2022'nin Mart ayında DW'ye verdiği bir mülakatta şu sözleri sarf etmişti:
"Popüler olmayan, zorlu kararlar vermek zorunda kalacağımı hep biliyordum. Belki çoğunluğu dahi bulamayacak olan ama ülke için doğru kararlar oldukları için verilmesi gereken kararlar."
Habeck'in toplum nezdindeki popülaritesini artıran faktörlerden biri de Ukrayna savaşının başlangıcının ardından yurttaşlara içerisinde bulunulan durumu açık bir biçimde açıklaması oldu. Verdiği röportajlarda artık ekonominin eskisi gibi olmadığını açıkça ifade eden Habeck, hükümet olarak böyle bir gelişmeye hazırlıklı olmadıklarını söyledi. Habeck, yurttaşlara, fiyatların artacağı ve buna hazırlıklı olmaları gerektiği uyarısında da bulundu. Söz konusu ifadeler, pek olumlu olmamalarına rağmen, Habeck'in dürüstlüğü popülaritesini artırdı.
Habeck'in tarihi zorluklarla başa çıkmak için çözüm üretmeye çalışmaya başlamadan önce sahip olduğu kariyerin görece daha sakin olduğu söylenebilir. 1969 yılında Almanya'nın Lübeck kentinde doğan Habeck, edebiyat ve felsefe okuduktan sonra Hamburg Üniversitesi'nde akademisyen ve yazar olarak çalıştı. Eşiyle birlikte çocuk kitapları ve polisiye romanlar yazdı. Edebiyattan siyasete geçişi ise 2009 yılında Yeşiller partisine katılmasıyla gerçekleşti.
Siyasi yükselişi Schleswig-Holstein eyaletinde başlayan Habeck, 2012-2018 yılları arasında bu eyalette Çevre, Tarım ve Enerji Bakanı olarak görev yaptı. Bu dönemde partisinin programıyla örtüşen biçimde yenilenebilir enerji yatırımlarına öncelik verdi. 2018 yılında Annalena Baerbock ile birlikte Yeşillerin eş başkanlığına seçilen Habeck, partiyi merkez siyasete daha yakın bir çizgiye taşıyarak halk desteğini artırmayı başardı.
55 yaşındaki Habeck, Kasım ayında yapılan kurultayda, oyların yüzde 96'sını alarak partisinin başbakan adayı olmayı başardı. Ancak Habeck'in partisi Yeşiller, 2021 seçimlerine gidilirken büyük avantaj sağladığı, Avrupa genelinde mevcut olan "Yeşil dalga" trendinden çok uzakta.
Peki Habeck seçimden sonra yazarlığa geri mi dönecek? Bu pek olası değil. Kurulacak yeni hükümette yeniden yer almayı hedefleyen Yeşiller, seçimi muhtemelen kazanacak olan CDU/CSU ile koalisyon kurmaya sıcak baktıkları izlenimini veriyor.
Almanya'da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından da izlenen aşırı sağcı AfD'nin başbakan adayı Alice Weidel, Almanya siyasetinde kendisinden söz ettiren bir isim.
Weidel, 69 erkek milletvekili olan partisinin meclis grubundaki 9 kadın siyasetçiden biri. Bu dağılımın ortaya çıkardığı 11,5 oranı ile AfD, kadınların en az temsil edildiği parti konumunda. Bu eşitsizliğe rağmen partisine yön veren siyasetçilerden biri olan Weidel, parti ve meclis grubunun yönetimini Tino Chrupalla ile paylaşıyor.
2017 yılındaki seçimlerde yüzde 12,6'lık oy oranıyla meclise ilk kez giren AfD'nin 2021 yılındaki seçimlerde oyların yüzde 10,3'ünü alması, o dönemde oldukça yüksek olarak değerlendirildi.
2025 seçimleri arifesinde yapılan anketlere göre ise AfD'nin oy oranı yüzde 20 ile yüzde 22 civarında. Bu oy oranında, Scholz ve Habeck'in başrolü oynadığı hükümete karşı verilen toplumsal tepki gözlemlenebilir. AfD, geçen yıl yapılan Hessen eyalet seçimlerinde oyların yüzde 18,4'ünü ve Thüringen seçimlerinde ise yüzde 32,8'sini alarak dikkatleri üzerine çekti.
Şu ana kadar diğer tüm siyasi partiler, AfD ile koalisyon kurmayacaklarını açıkça ifade etti. CDU/CSU'nun başbakan adayı Merz, kendisine yönelik protestoların ardından AfD ile "asla iş birliği yapmayacağını" defalarca söylemek zorunda kalmasına rağmen, Weidel ise Merz ile iş birliğine sıcak bakıyor. Anketlerdeki oy oranlarına göre "kendilerine açıkça hükümette yer alma görevinin verildiğini" söyleyen Weidel, son günlerde verdiği röportajlarda, CDU/CSU ile koalisyon kurmak için hazır olduklarını ilan ediyor. Almanya'da göçmen kökenliler başta olmak üzere çok sayıda yurttaş, Merz'in sözünü tutmayıp yeniden AfD ile iş birliği yapabileceğini ve kendileriyle koalisyon kurabileceği ihtimalinden endişe duyuyor.
Doktorasını yapmış bir ekonomist olan Weidel'ın idolü, 1979-1990 yılları arasında Birleşik Krallık'ı yönetmiş olan Margaret Thatcher. Lakabı "Demir Leydi" olan Thatcher, kendisine yönelik tüm itirazlara rağmen radikal liberal programını hayata geçirmeyi başarmıştı. Weidel, Thatcher'ın "düşük vergi, düşük devlet sübvansiyonu, yüksek özelleştirme" programı ile hemfikir.
Weidel, 2013 yılında henüz birkaç ay önce kurulmuş olan AfD'ye katıldığında, siyasi program açısından bakıldığında, parti Avrupa Birliği'ne (AB) kuşkuyla yaklaşan ve liberal bir parti izlenimi veriyordu. Weidel bugün söz konusu kimliğin sürdüğünü iddia etse de siyasi gözlemciler, partinin zamanla sağ popülist ve aşırı sağcı bir tutum benimsediği konusunda hemfikir. Her fırsatta partisinin aşırı sağcı olmadığını savunan Weidel, geçmişte birden çok kez Nazi sloganları kullanması nedeniyle hüküm giyen, partisinin Thüringen'deki lideri Björn Höcke'yi de koruyan açıklamalar yapıyor. Hakkındaki davaları "gülünç" olarak nitelendiren Weidel, Höcke'nin "muhteşem bir iş çıkardığını" savunuyor. Höcke'nin, mahkemenin "faşist" olarak nitelendirilmesinin meşru olduğuna hükmettiği bir siyasetçi olduğunu unutmamak gerekiyor.
Öte yandan Weidel, siyasi görüşlerini provokatif bir yüz ifadesi ve sözlerle dile getirmeyi de çok seven bir siyasetçi. 2018 yılında tüm mültecileri "finanse edilen bıçaklı adamlar" olarak nitelendiren Weidel, Müslüman çocukları ise "baş örtü kızları" diye betimleyerek tepki çekmişti. "Baş örtü kızları" ifadesiyle Almanya'nın muhafazakâr İslam ile bir sorunu olduğuna dikkat çekmek istediğini söyleyen Weidel ifadelerinin meşruiyetini ise şu sözlerle savunmuştu: "Kutuplaştırma, tartışma çıkarmak için bir stil aracıdır." Weidel ve AfD'ye göre, İslam, Alman Anayasası ile uyumlu değil.
45 yaşındaki Weidel, evli olduğu Sri Lankalı bir kadın ve evlat edindiği iki çocuğuyla İsviçre'de yaşayan ve lezbiyenliğini gizlemeyen bir kişi. Weidel'a siyasette ve toplumda yöneltilen eleştirilerin başında da partisinin izlediği aşırı sağcı çizgi doğrultusunda LGBTİ+ haklarını kısıtlama planları ile kendi yaşam tarzının birbirleriyle çelişkili olduğu argümanı geliyor. Bir siyasetçinin bu yöndeki sorusuna Weidel, AfD'de kendini "çok iyi" hissettiği ve kendisi için "çoğunluğun refahının" önemli olduğunu söyleyerek cevap vermişti. AfD parti programında, açıkça ailenin bir kadın ve bir erkekten oluştuğu ifadesi yer alıyor.
Weidel'a yönelik bir diğer eleştiri konusu da ikamet yerinin Almanya'nın yanı sıra İsviçre olması. Ailesiyle Almanya'da yaşamamayı tercih eden bir kişinin Almanya'yı aşırı muhafazakâr anlayışla yönetmeye talip olması, çelişkili bir tavır olduğu gerekçesiyle, birçok çevrenin tepkisini çekiyor.
© Tüm hakları saklıdır.