14 Kasım 2023
Ankara'da temsilciyim.
Telefon çaldı, açtım:
- Hasan Bey, gazeteniz kapatıldı!
Yazı İşleri Müdürü Orhan Erinç,
her zamanki sakin ve çelebi üslubuyla:
“Hasan Amca” dedi,
“gazetemizi kapattılar, nedenini araştırıver.”
Telefon elimde bir an dondum kaldım.
Başbakan Ulusu ile MGK Genel Sekreteri Saltık Paşa’ya
ulaşmaya çalışıyorum ama boşuna...
Teleksten bir not geliyor önüme:
Cumhuriyet Yazı İşleri Müdürlüğü’ne,
İstanbul Cumhuriyet gazetesinin 11 Kasım 1980 tarihli
nüshasının 'Pencere’ isimli köşesinde yer alan ‘
Kemalizm İdeolojisi Muz Mudur?’ başlıklı yazıda,
Atatürk’e dil uzatıldığı ve ayrıca
‘İşsizlik oranı arttı, yatırımlar geriledi’, '
İstanbul’da ekmek sıkıntısı baş gösterdi’
gibi kamunun telaş ve heyecanını doğuracak
asılsız ve mübalağalı haber yayımlandığı tespit edilmiştir.
Bu sebeple, gazetenizin basım ve yayını
1402 sayılı Sıkıyönetim Yasasının 3/c maddesi
uyarınca ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır.
Gereğini rica ederim.
Necdet Üruğ
Orgeneral
1’nci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı.
İstanbul’u, Başyazarımızı aradım.
Nadir Bey dimdikti, kısa konuştu:
Bütün arkadaşlar hiçbir özveriden kaçınmayacağız.
Ve mutlaka sizinle birlikte bu güç günleri aşacağız.
Sizlere her zaman güvendim. Güveneceğim.
Üzülmeyin sakın, bugünleri de atlatırız.
İçim acıdı.
İlhan Abi'ye de “Doğa kanunu galiba,
her askerî müdahalede, on yılda bir kapatılıyoruz” demiş...
İlhan Selçuk’un deyişiyle, “Nadir Bey gene abideleşmişti...”
Ortaklaşa bir karar alındı gazetede:
Cumhuriyet’in yeniden açılması için herhangi bir
resmî girişimde bulunulmayacaktı; Cumhuriyet’in
yayın ilkeleri pazarlık konusu ediliyormuş gibi
bir izlenim yaratılmasından kesinlikle kaçınılacaktı.
Onur Yayınları sahibi İlhan Erdost
Mamak Askerî Cezaevi’nde dövülerek öldürüldü.
10 Kasım Pazartesi sabahı öğrendik.
7 Kasım’da ağabeyi,
Sol Yayınları sahibi Muzaffer Erdost’la birlikte gözaltına alınmıştı.
11 Kasım Salı sabahı gazetenin göbeğinde yedi sütuna başlık:
“Başına vurulan yayıncı
İlhan Erdost öldü !”
Aynı gün öğleden sonra da gazetemiz kapatılmıştı.
Gerçekten acılı bir gündü
11 Kasım 1980...
Akşama doğru Uğur Mumcu'yla bürodan çıktık.
Hava da çiseliyordu,
kapalı, sıkıntı yüklüydü.
Erdostların evine uğrayacaktık.
Yolda, on yıl önceki 12 Mart döneminin acılı günlerini konuştuk.
Çankaya’da, Karyağdı Sokak’taki Erdostların evi ana baba günü.
Muzaffer Erdost henüz serbest bırakılmamış cenaze töreni için.
İlhan’ın genç eşi bir köşede çırpınıp, ağlıyor.
İki küçük çocuk şaşkın.
Uğur, İlhan için yazmış olduğu makalesini,
Cumhuriyet’te artık yayımlayamayacağı için
Erdost’un eşine veriyor...
Çarşamba günü hava gene kapalı
ve yağmurlu...
Önce Hacıbayram Camii,
arkasından Yeni Mahalle Mezarlığı...
Muzaffer Erdost bir köşede, perişan.
Kafasında bir kasket.
Yüzü yara bere içinde, balon gibi şişmiş.
Gözlerinin altı morarmış, çürük içinde.
Elleri de şişmiş, yer yer kan oturmuş üstüne...
Neredeyse tanınmaz bir halde...
Ve akşam kendi ağzından dinledik bu feci olayı.
Dinlemek bile insana olağanüstü acı veriyordu.
Erdost anlatırken, BBC’nin Türkçe haberlerinde
Mehmet Ali’nin (Birand) sesi duyuldu.
Bir yandan İlhan’ın ölümünü,
öte yandan Cumhuriyet’in kapatılışını veriyordu.
Sevgili Mehmet Ali’nin sesi
ve haberi veriş tarzında hissettirdiği duyarlılık
sanki hepimiz için bir teselli kaynağı olmuştu.
Çünkü alacakaranlıkta,
çok uzaklardan da olsa, bir ışık
bir an için yanıp sönmüştü...
İlhan Erdost yatağında ölseydi,
tüm basında haber olması doğaldı.
Ama, Dünya hariç, ertesi günkü gazeteler,
hiçbir yasaklama olmadığı halde,
cenazesinin kaldırıldığı haberini bile vermedi.
Cumhuriyet bugün yeniden çıktı;
on günlük “zorunlu tatil”den sonra...
“Ne diyelim,
Atatürk cumhuriyetinin mutlu yarınları uğruna bir değil,
varsın bin Cumhuriyet gazetesi
feda olsun” diye bitiyordu
başyazarımız Nadir Bey'in
bugünkü enfes yazısı...
Konya vilayet konağının önü...
Hava kapalı; yağmur çiseliyor.
Meydanda üç dört bin kişi
Evren Paşa’yı dinliyor.
Cüneyt’le ben kürsünün
hemen arkasındayız.
Evren Paşa, eski yazıyla aldığı notlara şöyle bir baktı,
başını kaldırdı ve sesini yükselterek konuşmasını sürdürdü:
Kurucu Meclis’ten sonra normal düzene,
parlamenter demokratik sisteme döndükten sonra da,
Türkiye’nin kaderi memleketi
bu hale getirenlere
tekrar teslim edilmeyecek...
Heveslenmesinler!
Memleketi bu hale getirenlere
tekrar memleketi teslim etmeyiz...
Cüneyt’le bir an bakıştık ve fırladık.
Saat bire geliyordu;
taşra kalıplarına bu haberi ancak yetiştirebilirdik.
Telaşla vilayet konağının
merdivenlerini tırmanırken Cüneyt,
“Hasan, işte şimdi nifak tohumları ekildi” diyordu.
Haklıydı.
Vali muavininin odasından
telefona sarıldık. Ben haberi yetiştirirken,
Cüneyt Hürriyet’e yorumunu yazdırmaya koyuldu.
Bir dönüm noktasıydı.
Türkiye'nin önünde yeni bir dönemin kapısı açılıyordu.
Siyaset yasakları gündemdeydi.
Peki, yasağın kapsamı ne olacaktı ?
Sadece liderleri ve yönetici kadroyu mu kapsayacaktı?
Yoksa 12 Eylül öncesi parlamenterlerinin tümünü mü?
Ya da bütün partileri mi?
Akşam Konya Orduevi’ndeki
büfe-yemeğe giderken
bu soru işaretlerinin çengelleri zihnimize
çoktan asılmıştı.
O yüzden, yorum yazmayı bir gün sonraya bırakmıştım.
Konya Orduevi’nin ikinci katındaki
“Çinili Salon”a Evren ve komutanlar girerken,
teypte Harbiye Marşı çalıyordu...
Evren Paşa bize doğru yürüdü.
Sesinde hafiften alaycı bir titreşimle,
“Artık merakınızı giderebildim
değil mi, Kurucu Meclis takvimini açıklayarak” dedi.
Oysa bizim merakımız “siyaset yasağı”nda odaklaşmıştı.
Ayaküstü şöyle dedi Evren Paşa:
Kurucu Meclis’ten sonraki
yeni parlamentoya
eski parlamenterlerden hiçbirini sokmayacağız.
Hepsi sorumlu çünkü...
Yetkilerini kullanmış değiller.
Ara sıra bazıları gelip bize yakınırlardı,
iyi gitmiyor işler, diye.
İstifa edin derdik.
Hiçbirinin istifa müessesesi olduğunu
anlamak işlerine gelmedi.
İstifa eden çıkmadı.
Hepsi sorumlu.
Hiçbirini almayacağız.
Elimizde elektronik makine yok ki,
hangisi iyi, hangisi kötü ne bilelim...
Tam tamına böyle dedi Evren Paşa
ve yanımızdan uzaklaştı.
Herhangi bir uyarıda bulunmamıştı.
“Evren: Eski parlamenterlerden
hiçbirini yeni parlamentoya sokmayacağız”
diye manşeti sekiz sütun çektirebilirdik.
Daha saat 19.30’du; şehir içlerine de yetişirdi haber.
Fakat dönem o dönem değildi.
Biz haberi versek İstanbul ne derdi?
Yayımlansa, Konsey’in tepkisi ne olurdu?
Sonra Evren'den haber geldi,
sözlerinin demeç olarak kullanılmasını istemiyordu.
Akşam saat 22.30 gibi komutanlar kalktı,
yine Harbiye Marşı çalmaya başladı.
Bu defa marş hep bir ağızdan söylendi.
Dün 223 DİSK’li daha tutuklandı.
DİSK ve ona bağlı sendika yöneticilerinden tutuklu sayısı
bir buçuk ayda 306’ya yükseldi.
Hava her geçen gün
daha bir kasvetli hale geliyor.
Ecevit’le bugün öğleden sonra
“Arayış”ın bürosunda sohbet ederken
o da “boğucu hava”dan yakındı.
Askerî yönetimin gitgide sertleştiğinden söz ettik.
“Siyaset yasağı” bomba gibi patladı.
Kapsam ne olacaktı?
Bu sorunun karşılığı idi herkesin kafasını kurcalayan.
Basında yorumlar genellikle kapının
az da olsa aralık bırakılacağı yönündeydi.
İlginç olan, “siyaset yasağı”na
genel olarak karşı çıkılmayışı,
genellikle “kısmi yasak”tan yana tavır alınmasıydı.
Nasıl bir demokrasi kültürüdür bu,
gerçekten anlaşılması zor.
Ya da anlamak istemiyorum,
bunu içime sindiremiyorum.
Benim görüşüm,
“siyaset yasağı”nın “kısmi” değil “tam” olacağı yolunda...
Ecevit’le bugün bu konuyu da konuştuk.
Çok düşünceliydi.
Askerlerin politika anlayışından
şöyle söz etti:
Strateji ve taktiği sürekli olarak
düşmana karşı öğreniyorlar.
Sivil hayata, politikaya girince de
aynı yöntemlere başvuruyorlar.
Rahmetli İsmet İnönü tabii çok farklıydı.
O ayrı bir insandı bu konuda.
Ama diğerleri, tıpkı düşmana karşı mücadele eder gibi her yolun
mübah olduğu düşüncesini uyguluyorlar...
Ecevit bu düşüncesini
“siyaset yasağı” konusunda askerî yönetimin
kapıyı aralık tutar gözükmesinden
dolayı dile getiriyordu.
Ona göre askerler böyle bir açık kapı bırakmakla,
Turhan Feyzioğlu, Turan Güneş, Kafaoğlu gibilerinin
“zaafları”ndan yararlanabilecekler,
onları istedikleri gibi sonuna kadar “kullanabilecekler”di...
İlhami Soysal tutuklandı.
12 Mart’ta uğradığı “düş kırıklığı”ndan beri
“tek yol, parlamenter demokrasi” diyen İlhami Abi'yi
şimdi Dev-Yol davasıyla ilişkilendirmeye uğraşıyorlar.
12 Mart’ta Altan Öymen’le Emil Galip Sandalcı’nın
“uçak kaçırmaları” gibi...
Gözaltına alınmadan birkaç gün önce
büroya uğramıştı.
Yılların Ankara gazetecisi ve köşe yazarı
işsiz ve de çok sıkıntılıydı.
Bir sezgisinden söz etmişti,
“İçeri alacaklar beni. Öyle bir his var içimde” diyordu...
Mamak’ta D Blok’ta kalıyor.
Bir mektup yazdım İlhami Abi’ye,
“12 Mart’ta da sana mektup yazardım ara
darbeden diğerine...” dedim.
Avukatları anlattı.
Günde sadece beş adet sigara düşüyormuş payına...
Kantinden daha fazla vermiyorlarmış,
dudaklarından cigarası düşmeyen Soysal'a...
Mamak, bir cezaevinden çok bir tutsak kampı gibi anlaşılan.
Anlatılanlar feci...
Emil Galip Sandalcı hâlâ yargıç önüne çıkarılmadı,
İstanbul’da gözaltında.
Orhan Apaydın’a yurtdışına çıkış izni verilmedi.
Avrupa baro başkanlarının Viyana toplantısına katılacaktı.
Lütfü Oflaz, Aydınlık’taki bir yazısından
1,5 yıl hapse mahkûm oldu.
Temyizi yok. Bugün yarın hapse girmeyi bekliyor.
Doğan Yurdakul, komünizm propagandasından
7,5 yıla mahkûm olmuştu. Aranıyor.
Cezası paraya çevrilmedi.
Bir ozan, Yaşar Miraç, Türk Dil Kurumu ödülünü
geçen yıl kazanmış olan şiirlerinden dolayı İstanbul’da
gözaltına alındı, kitapları da toplatıldı.
Bu arada bizim sevgili Ekmekçi, köşesinde
“Türkçe ezan” diye tutturdu.
Son Havadis kampanya açtı,
“Askerî yönetimle halkın arasını
açmak isteyen ‘komünist taktiği" diye...
Haydaaa !
Ve 19 Şubat Perşembe günü
Turhan Ilgaz’dan gelen şu teleks notunu masama koydular:
Hasan’cığım,
Sıkıyönetim Halkla İlişkiler’den biraz önce
telefon ederek, Genelkurmay Genel Sekreterliği’nin
bir uyarısını duyurdular. Buna göre,
bundan böyle Türkçe ezanla ilgili
tek bir satır, yazı, haber, yorum vs.'ye
yer verilmemesi gerekiyor.
Mustafa’ya iletmeni rica ederim.
Akşamüstü... Evde, yerde yatıyorum.
Belim tutulmuş vaziyette, felaket ağrıyor.
Telefon, Nadir Bey'den.
Her zamanki gibi lafı uzatmadan kısa ve öz konuşuyor:
- Hasan Cemal, nasılsın?
Belin nasıl oldu?
Genel Yayın Müdürüm olur musun?”
- Onur duyarım, Nadir Bey.
- İyileşince, atla gel İstanbul’a.
Kimseye de bir şey söyleme!
Bel ağrım bir anda bel geçti.
Havalarda uçuyorum.
Genel Yayın Müdürlüğü...
Hem de Cumhuriyet gazetesinde...
Yankı'da Behice Boran’la yapılan bir konuşma çıktı.
Halen Bulgaristan'da bulunan
TİP eski Genel Başkanı Boran'ın
hakkında dokuz yıllık hapis cezası var.
Şöyle diyor:
Cunta sözünde durup da
bir ‘parlamenter demokrasi’ye
dönse bile bu işçi sınıfının, emekçilerin,
Kürt halkının ve tüm demokratik
ve ilerici kuvvetlerin baskı altında tutulacağı faşist bir rejimi
kamufle etmek için olacak.
Orada ne bir solcu partiye,
ne de işçi sınıfının partisine
yer bulunacak.
Gelecek kuşaklar bugün yaşadıklarımıza
bakınca herhalde kahkahalarla gülecekler.
Yalçın Pekşen’in Belgrad ormanlarına gitti,
jogging yapanları anlatan
eğlenceli, renkli bir röportaj yazdı.
İstanbul Sıkıyönetim'e çağrıldı
ve sınıf kışkırtıcılığı ile suçlandı!
Milli Selamet Partisi, MSP,
yargılanıyor Ankara'da.
Erbakan için 14-36 yıl hapis cezası isteniyor.
Mülkiye'den Sadun Hocamız
(Sadun Aren) sabaha karşı gözaltına alındı.
587 sanıklı MHP davası başladı:
Türkeş ve 219 sanık hakkında istenen ceza: İDAM...
Nadir Bey'in bugünkü başyazısından:
Atatürkçü görüşün tartışmaya
açık olması doğaldır.
Kemalizm'i tekelleştirmeye kalkışmak,
Atatürkçülüğe de, Atatürk'ün
çok özlediği çoğulcu demokrasiye de
aykırıdır.
Akşam vakti evde, yemek masasındayız.
Telefon, gazeteden arıyorlar,
Haber Merkezi bağlandı:
Hasan Bey,
Ağca, Papa’yı vurmuş !”
İlk tepkim,
“Akşam akşam insanı işletmeyin!” oldu.
Hemen gazeteye tabii...
Gazete mi?..
Yoksa resmi bülten mi?..
Ecevit'in Arayış'taki başyazısından:
Düşünce özgürlüğünün bir gereği olarak,
her gazete veya dergi her konuda ayrı düşünebilir;
ama özgürlük konusunda
ve özgürlüğün anayasal ve yasal dayanakları konusunda
birlik ve dayanışma içinde olmak zorundadırlar.
Özgürlük bol ve ucuzken
onu sorumluca kullanmak,
özgürlük daraldığı zaman da onu genişletmeye çalışmak,
basının, resmî bülten durumuna düşmeye
razı olmayan gerçek basının, kaçınılmaz ödevidir...
Bülent Ecevit, Arayış’taki başyazısını
27 Mayıs’a ayırmış:
Anayasa ve Özgürlük Bayramı kaldırıldığı için,
27 Mayıs Devrimi’nin 21’inci yıldönümü sessizce gelip geçecek.
Fakat bir ulusal bayram günü olmaktan çıkarılması,
27 Mayıs’ın tarihsel öneminden hiçbir şey eksiltmeyecektir.
27 Mayıs Devrimi,
Türk toplumunun demokratik gelişmesinde
bir büyük aşama olduğu için önemlidir.
27 Mayıs Devrimi olmasaydı,
Türkiye’de demokrasi bundan
21 yıl önce sona ermiş olacaktı.
İşte böyle!
Ecevit, milletin oyuyla seçim sandığından
çıkanları deviren, Menderes'i, Zorlu'yu, Polatkan'ı asan,
partileri DP'yi kapatan,
DP'lileri hapse tıkan,
siyaset yasakları koyan bir darbeyi
devrim diye alkışlayabiliyor.
Hazin.
Gazete çıkarmak, yazı yazmak
her geçen gün tam bir kâbusa dönüşmekte.
Rıfat Ilgaz Kastamonu’da gözaltına alındı,
yaşlı ve hasta.
İdamlar sürüyor.
bizim gazeteden bir haber:
12 Eylül’den sonra 5. idam...
İnfazda sakindi Cevdet Karakaş...
Dün sabaha karşı 04’te Elazığ’da...
21 yaşındaydı...
Okay (Cumhuriyet Yazı İş Müdürü Okay Gönensin)
ve köşe yazarımız Mehmed Kemal bu akşam gözaltına alındılar,
Birinci Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı
Orgeneral Necdet Üruğ’un emriyle....
Mehmed Kemal’e gittim akşama doğru.
Küçük valizini hazırlamış bekliyordu.
Altmış yaşındaki Mehmed Abi...
Babamın meyhane arkadaşı...
Fazla konuşamadık.
Gayrettepe kavşağında bir polis arabası bizi bekliyordu.
Polislerin arasında da sevgili Okay...
Mehmed Kemal de bindi emniyetin minibüsüne.
Gittiler!
Fena oldum.
Bugünkü Arayış dergisinin kapağında,
mavi zemin üstüne uçuk sarı renkte yazılmış şu yazı vardı sadece:
Bülent Ecevit Veda Ediyor.
Millî Güvenlik Konseyi’nce
2 Haziran 1981 günü yayımlanan
52 numaralı kararla,
Bülent Ecevit’in Arayış’taki yazılarını
ve görevini sürdürmesi yasaklanmış olmaktadır.
Bir başka haber:
TİP Başkanı Behice Boran
ve TÖB-DER Başkanı Gültekin Gazioğlu
Türk vatandaşlığından çıkarıldılar.
Altıncı idam!
Cumhuriyet’te bir haber:
Gaziantep.
12 Eylül’ün altıncı infazı...
Sol görüşlü Veysel Güney idam edildi...
Sabaha karşı 02.40’ta.
Kapalı Cezaevi’nde...
1957 Malatya doğumlu...”
Nadir Bey’den Evren’e “burun yazısı...”
Geçenlerde Evren Paşa altı büyük gazetenin
sahiplerini Çankaya Köşkü’nde toplamıştı.
Nadir Bey de istemeye istemeye gitti.
Konu açılınca Nadir Bey, Mehmed Kemal’in
gözaltına alınmasına yol açan
burun yazısında alınacak bir şey olmadığını söylemiş.
Evren de “Bizi kastediyordu o” demiş...
Nadir Bey, Saltık’la sohbet sırasında da,
“Ne yazacağımızı şaşırıyoruz.
Bari birer albay gönderin de rahat edelim biz de, siz de”
deyince, Saltık Paşa'nın yanıtı,
“Gerekirse onu da yaparız,
cesaretinizi frenlemek için” olmuş...
Bu kez Ege temsilcimiz
Hikmet Çetinkaya gözaltında...
Mehmed Kemal 18 gün sonra serbest bırakıldı
diye seviniyorduk ki, olmadı;
sevincimiz kursağımızda kaldı.
Bu kez de Hikmet gözaltına alındı,
İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’nca.
İzmir’e gittim, ailesini ve arkadaşları teselli edebilmek için...
Yeni idamlar..
Tandoğan ve Şener’in sabaha karşı
Paşakapısı Cezaevi’nde idam edilmeleriyle infaz sayısı
12 Eylül'den bu yana 8’e çıkmış oldu.
İdama hayır!
Evren Paşa bugün Erzurum’da konuştu:
Yeni aldığımız bir kararla
ilk ve ortaokullarla liselerde
mecburi din dersi konacaktır.”
Bir yanda laiklik, öte yanda “mecburi” din dersi...
Özgürlük ve demokrasi yolunda
en çağdaş ve en büyük atılımlardan biri olan
laiklik ilkesi nereye gidiyor?
Bir askerî yönetimin
“kitle desteği”ne dönük ilginç
yönelişlerinden biri daha...
Tehlikeli bir yöneliş ama...
Demirel aradı, Tuzla’ya yazlığına gelmiş.
“Gözlerinden öperim kardeşim, nasılsın”la
girdi söze her zamanki gibi
ve devam etti:
Çok laf var ortalıkta, çok şey birikti.
Gel de şöyle bir laflayalım.
Bugün öğleden sonraya randevulaştık.
Tuzla’da Mercan Yuvası’ndaki evine gittim.
Deniz kıyısında ağaçlar içinde şirin bir ev...
Bugün susuyordu, ama MGK 52 No'lu
yeni karar ve yeni yasaklardan değildi
bu suskunluğu:
Hiç kimseden korkacak halim yok.
Susuyorum, çünkü konuşmanın vakti gelmedi.
Gelince beni kimse susturamaz.
Beni bağlasalar, içeri tıksalar ne olacak?
Bir zamanlar, Yollar yürümekle aşınmaz demiştim.
Bu gibi günler için de söylemiştim.
Gün gelir yine yürürüz. Demokrasi için...
"Ne zaman yürüdünüz ki sayın Demirel?"
demek geldi içimden,
"27 Mayıs sonrası mı, 12 Mart sonrası mı
yürüdünüz? Hele bugün... Partiler kapatılıyor,
siyasi yasaklar konuyor!
Yürümek için zaman
bu zaman değilse ne zaman?..
Sizler de kapalı kapılar arkasında oturup
habire laf öğütüyorsunuz.
Böyle mi olur demokrasi için mücadele?.."
Sustum, içime attım...
Bir ara sözü, üstü örtülü bir üslupla, demokrasi için bir
"Demirel-Ecevit buluşması" olabilir mi,
"AP-CHP işbirliği yapılabilir"miye getirdim.
Bu tür söylentilerin dolaştığını,
hatta gizli bir Demirel-Ecevit buluşmasının planlandığından
söz edildiğini, kendisinin teşkilata
“CHP’lilerle yan yana olun” şeklinde sözlü bir
mesaj gönderdiğinden dem vurulduğunu belirttim.
Ne söylemek, ne sormak istediğimi
gayet iyi anlamıştı.
Gözlerini kaçırdı Demirel.
Hiçbir yanıt vermedi.
Sözü değiştirdi.
Ancak, beş dakika sonra sorumun yanıtını genel olarak verdi:
Demokrasi için, hürriyet için mücadele verirdi, herkesle...
Kompleksi falan yoktu bu konuda. Üstelik demokrasiyi
kuşa çevirmek, siyasî hakları kaldırmak gibi
durumlarda büyük bir karşı güç oluşturulabileceğini,
buna karşı zor durulabileceğini belirtti.
Fakat kişi, parti adı vermedi.
Aynı konuda Ecevit’e gelince...
Bu işbirliği konusunu açtığım zaman,
kendisinden kimbilir kaç kez dinlediğim
o yanıtı verdi:
“Ama Sayın Hasan Cemal,
demokrasinin tanımında bile anlaşamıyoruz Demirel'le,
nasıl demokrasi konusunda yan yana gelebiliriz.”
Ecevit'in her zamanki
ipe un serme tavrı...
İçimden, "Sayın Ecevit, demokrasinin tanımında anlaşma olmayabilir,
ama adamlar ikinizin de siyasi haklarına el koyuyor,
partilerinizi kapatıyor, bunun için neden darbecilere
karşı birlikte ayağa kalkmıyor,
birlikte HAYIR diyemiyorsunuz ki?"
demek geçti içimden...
Sustum.
Ama birinci sınıf demokrasinin bu ülkenin
sularında niye uzak durduğunu bir kere daha görmüş oldum.
Demirel'le çaylarımızı yudumlarken
bir ara, “Süngünün ucunda yükselirsin,
ama üstüne oturamazsın,
çünkü acıtır” dedi.
O meşhur kahkahasını atarken
ben de güldüm.
141 idam...
Dev-Sol davası açıldı.
Tam 141 idam istiyor askerî savcı...
Yalçın Doğan telefonda,
sesi fazla heyecanlı:
Hasan,
bütün partiler
kapatıldı !
Öyle kalakaldım !
“Yanlış duymadın, tümünü feshetti Konsey” diye yineledi Yalçın...
Hemen Yazı İşleri’ne koştum.
Herkes teleks başına üşüşmüş,
Ankara’dan geçmekte olan haberi okuyor.
Siyasî partiler feshedildi...
Yeni yasaya göre partilerin
tüm malları hazineye devrediliyor...
Atatürk’ün CHP’ye vasiyetini
Devlet Başkanlığı yürütecek...
Ve arkasından Evren’in konuşması geçmeye başladı teleksten tıkırdayarak:
Geçmişten ders alacak yeni partiler sahneye çıkmalı...
İhtiyaç duyulan yeni siyasî partiler kurulacak...
Demokrasi kurulacak,
ama eski partilerle değil...
Yeni partiler Atatürk ilkelerini
esas almalıdır...
Bizi jurnal etmeseler bu kararı almayabilirdik...
Gazeteden çıktım, eve gidiyorum.
Sirkeci’den gazetelerin meyhane baskılarını aldım.
Milliyet’i açtım. Sekiz sutünu iki başlık, birincisi:
Eski partiler feshedildi!
“Eski” partiler!
Ve üst başlık sekiz sütuna,
“Demokrasiye geçiş yolunda yeni bir adım...”
Hangi demokrasiye?..
Ve Mehmet Barlas'ın başyazısından:
Yeni demokrasinin yapımı için
mevcut arsa boşaltılmıştır...
Köprüye doğru yürürken,
yuh diye mırıldandım kendi kendime...
Gazetenin göbeğinde kocaman
bir fotoğraf:
Beyoğlu’ndaki AP ve CHP il merkezlerinin
bulunduğu binaya bir itfaiye aracının merdiveni dayanmış;
altıoklu, kıratlı parti tabelaları indiriliyor.
Fotoğraf altında başlık:
“Partilerin tabela sökümü sürüyor...”
Bu sabah Ecevit, Yalçın’ı aramış,
“Gazeteciliğimden utanıyorum” demiş...
Basında, partilerin kapatılmasını demokrasi adına eleştiren
güzel açıklamasının tek satırla olsun
yer almamasına Ecevit’in tepkisi bu...
Haklı Sayın Ecevit.
Yalçın’ın, “Bir ara görüşelim”
demesine de şu karşılığı vermiş Ecevit:
Gazeteci Yalçın Doğan olarak değil,
sadece Yalçın Doğan olarak görüşürüm.
Bundan sonra da böyle yapacağım.
Ecevit bugün Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı
Askerî Savcılığı’nda 75 dakika süren ifadesinden çıkarken,
bekleşen muhabirlere de
hırçın bir havada şunları söylemiş:
Ne olacak yani...
İçeride ne olduğunu söylesem
yazabilecek misiniz?..
Nazlı Ilıcak'ın siyasal partilerin kapatılmasıyla
birlikte yazdığı köşe yazıları iyiydi.
Ama gazetesi Tercüman kapatıldı,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından süresiz olarak...
Günün haberi:
Ankara 1 Numaralı Askerî Mahkemesi
Ecevit'i bugün dört ay hapse
mahkûm etti.
Haber, 12 sayfalık savunması
ve fotoğrafıyla birinci sayfaya
tepeden dört sütun sayfaya girmiş
ve provalar gönderilmişti ki,
Ankara’dan yayın yasağı geldi:
Anadolu Ajansı’na
verilecek bir haber dışında
hiçbir şey kullanılmayacak !
Ecevit, Sıkıyönetim Mahkemesi'nde
Bugün Demirel telefonla arayıp
Ecevit’e “Geçmiş olsun” demiş...
Ecevit'in mahkumiyet kararı
içte ve dışta ortalığın fena halde dalgalanmasına yol açtı.
Bir heyecan fırtınası esiyor.
Demirel’in Ecevit'e geçmiş olsunu...
Batı Avrupa’dan tepkiler...
AET Komisyonu resmi protestosu...
Batı Avrupa sosyal demokrat partilerinden tepkiler...
Willy Brandt’ın, Sosyalist Enternasyonal adına üzüntü bildiren açıklaması...
Nadir Bey, Evren’in Pakistan ziyareti için yaptığı
“şahsi daveti” reddetti.
Gerekçesi hastalık...
Gerçekten rahatsız, ama
“Bunca olan bitenden sonra, hele Ziya ül-Hak gibi
bir diktatöre sağlam olsam bile gitmezdim” dedi.
Cumhuriyet’i temsilen ben gidiyorum.
Böyle bir ortamda üniversiteye “bomba” düştü:
YÖK Yasası.
Ankara büromuz haberi atlattı.
Üniversite, sağcısı solcusuyla ayakta, öfke içinde...
Özerkliğin tamamen kalkışıyla
“lise”ye indirgenmiş oluyor üniversite...
1960’ın, 27 Mayıs Anayasası'nın getirdikleri birer birer geri alınıyor.
Ecevit bugün hapse girdi.
Önce Sıkıyönetim, “Fotoğraf kullanın, ama pek öyle büyütmeyin” dedi.
Sonra, “Fotoğraf da kullanmayın” emri geldi.
Haber kullanabilecektik.
Daha sonra yine görüş değişti ve çok “sade”,
ayrıntısı olmayan bir haber kullanılabilir diye telefon talimatı aldık.
Bu arada sayfa düzeni yönetmeni
Ali Acar’ın birinci sayfayı değiştirmekten başı dönmüş;
sekreterler de, yazı işleri ile mürettiphane arasında
koşuşturmaktan helak olmuşlardı.
Ve bu haberi “hatıra” olarak sakladım.
Özeti aşağıda...
Ecevit: “Özgürlük yolunda
bir küçük bedel...”
Ankara (Cumhuriyet Bürosu) -
Feshedilen CHP’nin eski genel başkanı Ecevit
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’lu
Askerî Mahkemesi’nce verilen
4 aylık hapis cezasını çekmek üzere dün
İnfaz Savcılığı’na teslim oldu
ve cezaevine konuldu.
Ecevit, "Dışarda bir mahpus gibi yaşamaktansa,
içeride özgür bir kafa ile bulunmak
daha iyidir" dedi.
Ecevit, adliyedeyken
Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nin önüne saat 14.00’te
Rahşan Ecevit, kırmızı Renault marka bir araba ile geldi.
Alkış sesleri arasında Ecevit’i taşıyan arabanın önüne iki buket çiçek atıldı.
Ecevit, koruma polislerinin nezaretinde kapıyı açarak dışarıya çıktı ve elini havaya kaldırdı, olay anını görüntülemek için
çalışan foto muhabirleri için...
"Teşekkür ederim, allahasmarladık arkadaşlar" dedi.
Ecevit, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nin büyük gri demir kapısından,
elindeki çantasıyla ve deklanşör sesleri arasında geçti,
ağır demir kapı kapandı
Celal Bayar, 100 yaşında.
Bugünkü Günaydın’a açıklamalarından:
Prensip olarak her türlü
askerî harekâta karşıyım ama...
Ordu, 12 Eylül harekâtını yapmasaydı,
komünistler ülkeyi ele geçirecekti.
Yaşına mı vereyim?..
Demokrasi kültürünün
perişanlığına mı?..
20 yıl önce bir darbeyle düşürülen,
arkadaşları asılan, Bayar,
20 yıl sonraki 12 Eylül darbesini
böyle gerekçeleyebiliyordu.
Ne acı!
Barış Derneği davasından dolayı
hapis yatan arkadaşlarımıza
iki telgraf...
Yıldırım
Sayın Orhan Apaydın,
Sayın Ali Sirmen,
Sayın Erdal Atabek,
Kartal- Maltepe Askerî Cezaevi,
Kartal- Şehir
Cumhuriyet’in 59. yılında
bir arada olmadığımız için üzgünüz.
En yakın zamanda yine hep birlikte olmanın umut ve özlemi ile
gözlerinizden öperim.
Nadir Nadi
Tüm Cumhuriyet ailesi adına.
Yıldırım
Sayın Orhan Apaydın,
Ali Sirmen,
Erdal Atabek,
Kartal, Maltepe Askerî Cezaevi
Kartal-Şehir
Sevgili Orhan Ağabey,
Sevgili "Pos Bıyık-Patlak Göz" Ali’ciğim,
Sevgili Erdal Ağabey.
Cumhuriyetimiz bugün elli dokuz yaşına bastı.
Her zamanki gibi mütevazı bir biçimde gazete bahçesinde
döner yiyip bira içerek kutladık.
Bu arada siz sevgili arkadaşlarımız için de
birer bardak bira içtik.
Sizler de aramızdaydınız.
Pek yakın zamanda kucaklaşmanın
umut ve özlemiyle hepinize
ve oradaki tüm arkadaşlarıma
selam ve sevgiler.
Hasan Cemal, Cumhuriyet Gazetesi
Genel Yayın Müdürü,
Cuma, 7 Mayıs 1982.
Sırada Anayasa Referandumu,
genel seçimler ve
Turgut Özal dönemi var
Yarın: Neredeyse mavi rengini yasaklatan referandum
Hasan Cemal kimdir? Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: - Tank Sesiyle Uyanmak (1986) - Demokrasi Korkusu (1986) - Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) - Özal Hikâyesi (1989) - Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999) - Kürtler (2003) - Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) - Türkiye'nin Asker Sorunu (2010) - Barışa Emanet Olun (2011) - 1915: Ermeni Soykırımı (2012) - Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014) - Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014) - Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018) - Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var |
İnsan Hakları Derneği’nin kurucularından Nimet Tanrıkulu, 29 Ekim 2024 tarihinde, hukuk dışı bir kararla tutuklanıp Ankara Sincan Kapalı Cezaevi'ne kondu
Yoksa yine malum "devlet ezberleri"yle yola devam çıkmazı mı?..
Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu
© Tüm hakları saklıdır.