30 Ekim 2023
İmparatorluk çökmüştür.
Anadolu işgal edilmiştir.
Düşman askeri, donanması
İstanbul'dadır.
Padişah-Halife
işgalcilerin elinde tutsaktır.
Yunan, başta İngiliz olmak üzere
Fransız ve Amerikan desteğini
arkasına almış,
15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkmıştır.
Dört gün sonra Atatürk
Samsun'a ayak basarken
Anadolu perişandır.
Belki de tarihinin
en kötü zamanlarını yaşamaktadır.
Her şey dibe vurmuştur.
Okuma yazma oranı
yüzde 4-5 bile değildir.
Atatürk, 19 Mayıs 1919'da
yürümeye başlarken
sürekli hedef küçültür.
Öncelikleri sonralıkları
zamana yayarak,
birbirine karıştırmadan
adımlarını teker teker atar.
Bu, Atatürk'ün askerlikten gelen
kurmay zekâsıdır,
stratejik ve taktik dehasıdır.
Atatürk, son güne kadar
Cumhuriyet'in ilan edileceğini saklar.
Düşmanları,
"Bu adamlar Cumhuriyet yapacak,
padişahlığı, hilafeti kaldıracak!"
diye bas bas bağırırlar.
Kulak asmaz Atatürk,
"Hayır, düşmanın elinden kurtaracağız"
diye yola devam eder.
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra,
önce Padişahlığı kaldırır,
Cumhuriyet'i ilan eder,
sonra Hilafet'e son verir.
Atatürk'ün en güvendiği,
ve en yakınında yer alan
dava arkadaşı İsmet İnönü
hatıralarında şöyle der:
Biz en ümitsiz günlerde, güç şartlar altında
memleketi düşman istilasından kurtarmaya çalışırken,
onlar İstanbul'da,
aralarında Yunan subaylarının da bulunduğu toplantılara,
kokteyllere gidiyor, eğleniyorlardı.
Üstelik bizi de dinsizlikle
itham ediyorlardı.
Ayrıca biz, İstanbul hükûmetinin ordusu
ile uğraşmak mecburiyetinde kalıyorduk.
Bütün bu şartlar içinde memleketin artık saltanatla idare edilemeyeceğini,
kurtuluştan sonra tekrar memleket kaderinin
onların eline teslim edilemeyeceğini iyice anlamıştık.
İstanbul'daki saltanat idaresinin karşısında
Büyük Millet Meclisi idaresi kurulmuştur.
Harpten sonra bu idareye son verip memleketi
tekrar hükümdarın eline teslim etmek aklın almayacağı bir iştir.
Biz Atatürk'le mahrem konuştuğumuz zaman
hep cumhuriyet esası üzerinde dururduk.
İtimat ettiğimiz bir yerde serbest olarak konuşmuşuzdur.
Fakat içinde bulunduğumuz şartların icabı,
bu fikrin açığa vurulmasına imkân vermiyordu. *
İsmet İnönü:"Biz en ümitsiz günlerde,
|
Cumhuriyet ilan edildiğinde, anayasada, "devletin dini İslamdır"
yazmaya devam eder.
Ve bir gazeteci İzmit'te
Atatürk'e sorar:
Yeni hükûmetin dini olacak mı?
Atatürk yanıtını Nutuk'ta şöyle anlatır:
Açıkça söyleyeyim ki,
bu soruyla karşılaşmayı hiç istemiyordum.
Çünkü çok kısa olması gereken karşılığın
o günkü koşullara göre ağzımdan çıkmasını henüz istemiyordum.
Çünkü, uyrukları arasında çeşitli dinlerden topluluklar bulunan
ve her dinden olanlar için adaletli ve eşit işlemler yapmak
ve mahkemelerinde adaleti, kendi uyruğuna
ve yabancılara eşit olarak uygulamakla yükümlü olan bir hükûmet,
din ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermek zorundadır.
Efendiler, gazetecinin sorusuna karşı,
"Hükûmetin dini olamaz!"
diyemedim, tersini söyledim:
"Vardır efendim, İslam dinidir," dedim.
Ama hemen "İslam dininde düşünce özgürlüğü vardır," diye
sözlerimi açıklamak ve yorumlamak
gereğini duydum.
Gazeteci, verdiğim yanıtı elbette akla yatkın bulmadı ki,
yeniden şöyle bir soru sordu:
"Yani hükûmet bir dine bağlı olacak mı?"
"Olacak mı olmayacak mı bilmem" dedim,
işi kapatmak istedim ama kapatamadım.
Gerçek şu ki, o gün İzmit'te gazetecilerle daha çok konuşmayı uygun bulmadım.
Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra da yeni anayasa yapılırken,
"laik hükûmet" teriminden dinsizlik anlamı
çıkarmaya eğilimli olanlara ve bundan yararlanmak isteyenlere
fırsat vermemek amacıyla, yasanın ikinci maddesini anlamsız kılan
bir terimin konulmasına göz yumulmuştur. **
Atatürk'ün "öncelik-sonralıkları"nda, "Devletin dini İslamdır"
konusu kendi ağzından şöyle devam eder:
7 Aralık 1922'de, Ankara basını aracılığıyla 'Halk Partisi' adında
halkçılık ilkesine bir siyasal parti kurmak istediğimi bildirerek,
bu partinin nasıl program izlemesi gerektiği üzerinde
bütün yurtseverlerle bilim adamlarının yardım etmelerini ve katılmalarını dilemiştim.
8 Nisan 1923'de görüşlerimi dokuz ilkede saptadım.
İkinci Büyük Millet Meclisi'nin seçimi sırasında bastırıp
yayınladığım bu program, partimizin kuruluşuna temel olmuştur.
Bununla birlikte, programa yazılmamış kimi önemli sorunlar da vardı.
Örneğin:
Cumhuriyet'in ilanı...
Halifeliğin kaldırılması...
Din İşleri Vekâleti'nin kaldırılması...
Medrese ve tekkelerin kaldırılması...
Şapka giyilmesi gibi...
Sorunları programa almayı, önceden,
bilgisiz ve gericilerin bütün milleti yanıltmaya
fırsat bulmalarını uygun görmedim. Çünkü bu sorunların
zamanı gelince çözümlenebileceğine
ve sonunda milletin kıvanç duyacağına kesin olarak inanıyordum.***
Ve zamanı beş yıl sonra gelir.
"Devletin dini İslam'dır" ibaresi, anayasadan 1928 yılında,
Cumhuriyet'in ilan edilmesinden
beş yıl sonra çıkarılır.
"Mustafa Kemal,
Osmanlı düzenini altüst eden
devrimler yapılmadıkça,
bizim bir Batı medeniyeti toplumu
olamayacağımız inancında idi." ****
Gazeteci, Atatürk'e sorar:"Yeni hükümetin dini olacak mı?"Atatürk, yanıtını Nutuk'ta şöyle anlatır:"Açıkça söyleyeyim ki,
|
Evet, Millî Mücadele'de
ve Cumhuriyet'in kuruluş döneminde
Atatürk'ün birinci önceliği,
hedef küçültmek
ve "düşmana karşı ortak cephe"yi
güçlendirmektir.
Bu çerçevede Atatürk
Kürtlere de özerklik sözü
vermiştir:
Mustafa Kemal,
Lozan görüşmeleri
kesintiye uğradığında,
16 Ocak 1923'de
İzmit basın toplantısında,
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu
gereği Kürtler için
"Bir nevi mahalli muhtariyetler
teşekkül edecektir. O halde
hangi livanın ahalisi Kürt ise
onlar kendi kendilerini
muhtar olarak" idare edeceklerdir,"
diye güvence vermişti.
Ancak, Lozan Antlaşması'nda
Kürtlerden hiç söz edilmemesi,
sonrasında da Ankara'nın
bu konuda adım atmaması
Kürtleri rahatsız etmişti (...)
Kurtuluş Savaşı'ndaki
Türk-Kürt mutabakatı, Lozan'da Kürtlerin isimlerinin geçmeyişi
ve asıl 1921 Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu'nda Kürtlere verildiği varsayılan hakların, Cumhuriyet
ilan eden kanun maddeleri ile
iptal edildiği anlaşılınca,
ciddi bir sekteye uğramış,
mutabakat masası devrilmişti.
Cumhuriyet ilanıyla başlayan ayrılık,
hilafetin kaldırılmasıyla derinleşti." *****
"Kürtlere muhtariyet" ya da yerel yönetimlerin güçlendirilmesi
ve bununla demokrasinin ete kemiğe bürünmesi,
Türkiye'yi bugün hâlâ kıvrandıran"Kürt sorunu"nun bir büyük parçasıdır.
İrlandalı diplomattan İnönü’ye Lozan mektubu: Türkiye'nin zaferi İrlanda halkına ilham verecekSayın Ekselansları, Lozan Türkiye Delegasyonu Başkanı İsmet Paşa’ya, Eski bir İrlanda atasözüne göre üç en tehlikeli şey boğanın boynuzu, yaşlı bir atın çiftesi ve bir İngilizin gülümsemesidir. İrlanda halkı bu son tehlikeden kaçtığınızı bilmenin mutluluğunu yaşıyor; İngiltere ve İrlanda arasındaki sözde sözleşmeden faydalandınız: İngiltere’nin tehditlerine, blöflerine, yalanlarına ve Türk halkını bölme ile Türk topraklarını yok etme girişimlerine direndiniz. İrlanda Cumhuriyeti bağımsız Türkiye’ye saygılarıyla selamlarını iletiyor. İrlanda Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıyan ilk ülke Türkiye’nin zaferi, direkt veya endirekt olarak İrlanda halkına henüz tamamlayamadığı İngiltere gücünden kurtulma görevinde ilham verecek. Böylece İrlanda Jeanne d'Arc, George Washington ve Mustafa Kemal Paşa’nın oluşturduğu örneği izlemiş olacak. 1847’de Türkiye o dönem yapay bir kıtlık yaşayan İrlanda’ya mısır göndermek istemiş, ancak suçlu İngiltere tarafından önlenmişti. İrlanda, hâlâ Türkiye’ye minnettardır ve kazandığı bağımsızlığın İngiltere’nin fesatlığından hep uzakta kalmasını sağlayacağını umar. L.H. Kerney |
Atatürk Nutuk'ta anlatıyor:
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa
Hazretlerine,
Bu sabah Şehzadebaşı'ndaki Mızıka
Karakolu'nu İngilizler basıp
oradaki askerlerle İngilizler çarpışarak,
sonunda, şimdi İstanbul'u işgal altına
alıyorlar. Bilgilerinize sunulur.
Manastırlı
Hamdi
Bu sırada efendiler,
Harbiye Telgrafhanesi'nden
görevli Ali bilgi vermeye başladı:
Sabahleyin İngilizler basarak,
altı şehit oldu; on beşe yakın yaralı var.
Şimdi İngiliz erleri dolaşıyor.
Şimdi, İngiliz erleri Harbiye Nezareti'ne giriyorlar.
Nizamiye kapısına. Telgrafı kes!
Yeniden Manastırlı Hamdi bizi buldu:
Paşa hazretleri,
Harbiye Telgrafhanesi'ni de İngiliz erleri işgal edip telgrafı kestiği gibi,
bir yandan Tophane'ye giriyorlar.
Bir yandan da zırhlılardan asker çıkarılıyor.
Durum ağırlaşıyor efendim.
Sabahki çarpışmada
6 şehit, 15 yaralımız vardır.
Paşa hazretleri,
Yüce emirlerinizi bekliyorum.
16 Mart 1920
Hamdi.
Efendiler,
Bu yurtsever ve yiğit Hamdi Efendi
olmasaydı, İstanbul'da geçen bu olayları
öğrenmek için kim bilir ne zamana dek
bekleyip duracaktık? ******
Efendiler,
Gene o gün ulusa şu bildiriyi yayımladım:
Bildiri
Bütün Komutanlara,
Vali ve Mutasarrıflara
ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine,
Belediye Başkanlıklarına,
Basın Derneği'ne,
En sonunda, bugün İstanbul'u
zorla işgal ederek
Osmanlı devleti'nin
yedi yüzyıllık hayat ve egemenliğine
son verildi.
Giriştiğimiz bağımsızlık
yurt savaşında Cenab-ı Hak'kın
yardım ve inayeti bizimledir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti,
Heyet-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal *******
Madem İstanbul işgal edilmişti,
artık Ankara'da bir meclis açılmasının
zamanı gelmişti.
Mustafa Kemal bunun haberini, çok acildir başlıklı
ve 21 Nisan 1920 tarihli bir telgrafla, başta komutanlıklar olmak üzere
her yere gönderir, "hedef küçültme"ye devam eder:
1.Tanrı'nın yardımıyla Nisan'ın yirmi üçüncü Cuma günü, cuma namazından sonra Ankara'da
Büyük Millet Meclici açılacaktır.
2.Yurdun bağımsızlığı, yüce halifelik
ve saltanatın kurtarılması gibi
en önemli ve ölüm dirimle ilgili görevleri yapacak olan bu Büyük Millet Meclisi'nin
açılış gününü cumaya rastlatmakla
o günün kutsallığından yararlanılacak
ve bütün sayın milletvekilleriyle birlikte,
kutlu Hacı Bayram Camisi'nde
cuma namazı kılınarak
Kur'an'ın ve namazın nurlarından
ışıklanılacak ve güç kazanılacaktır.
Namazdan sonra, Peygamberimizin
kutlu sakalı ve kutsal sancak alınarak
özel daireye (Meclis'e) gidilecektir.
Toplantı yerine girilmeden önce
bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. ********
Halide Edip Adıvar,
23 Nisan 1920'deki açılış günü
Meclis'in, Ankara'nın
hâllerini şöyle şöyle anlatır:
Meclis'te oturacak kadar
sandalye bile yoktu.
Erkanı Harbiye Reisliği
karargâhta açıldı.
Bu vaktiyle Ziraat Mektebi
öğrencilerinin jimnastik salonuydu.
Oradan geçerken,
Binbaşı Salih Bey'in
koskoca bir masa üzerinde
kâğıt ve haritalar arasında
çalıştığını gördüm.
Orasının kendi odası
olup olmadığını sorduğum vakit,
Erkan-ı Harbiye teşkilatı
olduğunu söyledi. İstanbul'da diğer
elemanlar gelinceye kadar
Erkan-ı Harbiye
bunlardan ibaret olacaktı.
Büyük zorluk, yazı makinesindeydi.
Çünkü parça parça
ve kırıktı. Ben de yalnız bir tek
parmakla yazabiliyordum.
Belgeleri makineyle yazmak
çok zordu, altı sayfayı
sekiz saatte yazabiliyordum ***
Milli Mücadele'de yola böyle çıkılır.
Ama irade tamdır:
Ya istiklal ya ölüm!
Ya hep ya hiç!
Nihai amaç Cumhuriyet'in ilanı
yine gizli tutulurken,
Mustafa Kemal noktayı koyar:
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin
üstünde güç yoktur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
yasama ve yürütme yetkilerini
kendinde toplamıştır. ****
YARIN: Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!
* Hatıralarla Karşılaştırmalı NUTUK, Gazi Mustafa Kemal, İBB Kültür A.Ş. yayını, Ağustos 2020, s.1180.
** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s.1046
*** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s.1052
**** Falih Rıfkı Atay, NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s.382
***** Mehmet Ö. Alkan, Cumhuriyet: Asırlık Bir Muhasebe, Derleyen: Mehmet Ö. Alkan, İletişim Yayınları, 2023, S.18-19
****** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 613
******* NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s.621
********NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s.638-639
*********NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 646
**********NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 651
Yazı dizisinin önceki bölümleri |
Hasan Cemal kimdir? Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: - Tank Sesiyle Uyanmak (1986) - Demokrasi Korkusu (1986) - Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) - Özal Hikâyesi (1989) - Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999) - Kürtler (2003) - Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) - Türkiye'nin Asker Sorunu (2010) - Barışa Emanet Olun (2011) - 1915: Ermeni Soykırımı (2012) - Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014) - Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014) - Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018) - Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var |
İnsan Hakları Derneği’nin kurucularından Nimet Tanrıkulu, 29 Ekim 2024 tarihinde, hukuk dışı bir kararla tutuklanıp Ankara Sincan Kapalı Cezaevi'ne kondu
Yoksa yine malum "devlet ezberleri"yle yola devam çıkmazı mı?..
Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu
© Tüm hakları saklıdır.