1921 yılı Ocak ayı.
Yunan ordusunun Eskişehir'e
doğru ilerlediği,
iç isyanların yaygınlaştığı bir dönem.
Ankara'nın düzenli ordular
kurmaya çalıştığı bu tarihlerde,
11 Ocak 1921'de
Yunan'a karşı ilk zafer,
Birinci İnönü'yle kazanılır.
Bu haber, Ankara'da
büyük sevinç yaratır.
Halide Edip Adıvar
o günü şöyle kaydeder:
İnönü kuvvetli bir mevkii idi.
Bu Eskişehir'i savunabilirdi.
Yunanlar Pazarcık'a
otuz kilometre uzaktaydılar.
Sırtlarda süngü savaşı
devam ediyordu.Yunan harekâtını
ilk defa kıran kuvvet, Nazım Bey'le
Arif Bey'in kuvvetleri olduğu için
o sırtlara o isimleri verdiler.
11 Ocak'da İnönü Savaşı'nı
Türkler kazanmıştı. Yunan ordusu
ilk defa kuvvetli direnme ile
karşılaşmış ve yenilmişti.
İnönü'deki ilk savaş düzenli ordunun
birinci zaferiydi.
Albay İsmet, bunun başındaydı.
O ve Albay Refet Bey
bundan sonra paşa oldular.
Ankara'daki sevinç sonsuzdu. *
1. İnönü Zaferi'nden sonra Atatürk ve İnönü, askeri selamlıyor
Mustafa Kemal'den
İsmet Paşa'ya: "Milletimizin makûs talihini de yendiniz!"
Birinci İnönü'den iki ay sonra
Yunan ordusu yeniden ilerlemeye başlar.
1921'in 31 Mart'ını 1 Mart'a bağlayan gece
İsmet Paşa karşı saldırıya geçer
ve Yunan ordusu geri çekilmek
zorunda kalır.
İkinci İnönü zaferi kazanılır.
Mustafa Kemal, İsmet Paşa'ya
şu telgrafı çeker:
İnönü Savaş Alanında Metristepe'de
Batı Cephesi Komutanı
ve Genelkurmay Başkanı
İsmet Paşa'ya
Bütün dünya tarihinde,
sizin İnönü Meydan Savaşları'nda
yüklendiğiniz görev kadar
ağır bir görev yüklenmiş
komutanlar pek azdır.
Milletimizin bağımsızlığı ve varlığı,
çok üstün yönetiminiz altında
şerefle görevlerini yapan
komuta ve silah arkadaşlarınızın
duyarlığına ve yurtseverliğine
büyük güvenle dayanıyordu.
Siz orada yalnız düşmanı değil,
milletimizin makûs (tersine dönmüş)
talihini de yendiniz. **
İkinci İnönü'den bir süre sonra
Yunan ordusu tekrar ilerlemeye başlar.
10 Temmuz 1921'de genel bir saldırı başlatır.
Bunun üzerine Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal
Başkomutanlığı da üstüne alır.
Ve emirlerini vermeye başlar:
Yurtta her ev birer kat çamaşır,
birer çift çorap ve çarık hazırlayıp
verecekti...
Tüccar ve halk elinde bulunan
çamaşırlık bez, kaput bezi, patiska,
pamuk, yıkanmış ve yıkanmamış yün
ve tiftik, erkek elbisesi dikmeye elverişli
her türlü kışlık ve yazlık kumaş, (...)
yem torbası, yular, semer ve urganlardan yüzde kırkına,
parası sonra ödenmek üzere el koydum.
Eldeki buğday, saman, un (...)
kasaplık hayvanlar, şeker, gaz,
pirinç, sabun, zeytinyağ, çay
ve mum stoklarına da yine parası
sonra ödenmek üzere el koydum.
(...)
Efendiler;
Emirlerimin ve bildirimlerimin
yerine getirilmesi için kurduğum
İstiklal Mahkemelerini'ni
Kastamonu, Samsun, Konya, Eskişehir bölgelerine gönderdim.
Ankara'da da bir mahkeme
bulundurdum.
Ondan sonra efendim,
12 Ağustos 1921 günü,
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa
Hazretleri'yle birlikte Polatlı'da
cephe karargâhına gittim (...)
Düşman ordusu 23 Ağustos 1921 günü
gerçekten cephemize doğru ilerlemeye ve saldırıya başladı. Birçok kanlı
ve bunalımlı evreler oldu.
Düşman ordusunun üstün grupları
savunma hattımızın
birçok parçalarını kırdılar (...)
Savunma hattına çok umut bağlamak
ve onun kırılmasıyla ordunun büyüklüğü oranında çok gerilere
çekilmek kuramını çürütmek için
yurt savunmasını başka türlü
anlatmayı ve bu anlatımda direnmeyi
ve üstelemeyi yararlı ve etkili buldum.
Dedim ki:
"Hattı müdafaa yoktur,
sathı müdafaa vardır.
O satıh bütün vatandır."
(...)
Yunan ordusu yenildi ve çekilmek zorunda kaldı. 23 Ağustos gününden
13 Eylül gününe kadar,
bugünler de içinde olmak üzere,
yirmi iki gün yirmi iki gece
aralıksız devam eden büyük ve kanlı
Sakarya Savaşı
yeni Türk devletinin tarihine,
dünya tarihinde pek az olan,
büyük bir meydan savaşı örneği yazdı. ***
Atatürk, Zafertepe'de Sakarya Savaşı'nı yönetirken
Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi
ve Gazi ünvanı...
Sakarya Meydan Savaşı sonrasında
Meclis, Mustafa Kemal'e
Mareşal rütbesi ve Gazi ünvanı verir.
Savaş günlerini Ankara'da yaşayan
Şevket Süreyya Aydemir
şöyle anlatır:
Top sesleri Ankara'dan duyuluyordu.
Ankara bir taraftan boşaltılmaktaydı.
Atlı, arabalı, kağnılı perişan kollar,
bir taraftan Dikmen-Gölbaşı üzerinden Kırşehir, Kayseri yönüne,
diğer taraftan Elmadağ, Kırıkkale
üzerinden Çorum, Sivas istikametine
akmaktaydı.
Fakat Büyük Millet Meclisi
Ankara'dan ayrılmayı reddederek yerinde kaldı.
Sakarya Meydan Muharebesi,
Anadolu Milli Mücadelesi'nin
gerçek dönüm noktasıdır. ***
Artık İzmir'e doğru yola çıkılması
ve Yunan'ın denize dökülmesi
zamanı gelmiştir.
Herkesten evvel uyanmış,
giyinmiş, çadırlar arasında dolaşıyordu
1920'de kurulan Anadolu Ajansı'nın daha özerk bir yapılanma amacıyla 1925'te 'anonim şirket' olarak örgütlenmesi sırasında hissedarlar arasında yer alan, 1926'da Milliyet gazetesini kurarak yayına geçiren ve Siirt Mebusu olarak Meclis'e giren Mahmut Soydan hatıratında şöyle yazar:
22 Ağustos, 1922.
Bugün de Akşehir'deyiz.
Paşa, daireden çıkmadı (...)
Herkesten evvel uyanmış, giyinmiş,
çadırlar arasında dolaşıyordu...
Saat üçte çadırlar arasında
bir faaliyet başladı.
İnsan sesi yok!
Yalnız hareket, yalnız koşuşturma...
Saat dörde geldiği zaman
Başkumandanlık, Erkân-ı Harbiye-i
Umumiye, Batı Cephesi Kumandanlığı karargâhları
ata binmş bulunuyorlardı...
Başkumandan en önde gidiyordu.
Harekât istikameti, 1'inci Ordu'nun
gözetleme mevkii olan Kocatepe...
Siirt Mebusu Mahmut Soydan (solda) Atatürk ile birlikte
"Avrupa ile Asya Arasındaki Adam: Gazi Mustafa Kemal"
kitabının da yazarı olan Dagobert von Mikusch
anılarında şu notu düşer:
(...) Mustafa Kemal tam bir gizlilik içinde cepheye geldi.
İşin içyüzünü bilenler
-bunların sayısı çok azdı- başkomutan hâlâ Çankaya'daymış gibi davrandılar. Kararlaştırılmış olan
taarruz gününde basın,
Çankaya Köşkü'nde akşam
bir çay partisi verildiğini bildiriyordu. Ankara'da dahi
kimsenin haberi yoktu. (...) *****
Atatürk, Nutuk'ta şöyle anlatır:
20/21 Ağustos gecesi 1. ve 2. Ordu
komutanlarını da Cephe Karargâhı'na
çağırdım. Taarruzumuz hem stratejik hem bir taktik baskını biçiminde
yapılacaktı. Bunun gerçekleşebilmesi için de yığınağın ve düzenlemenin
gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu.
Bundan ötürü, her türlü hareket gece yapılacak,
birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinlenecekti.
26 Ağustos sabahı
Kocatepe'de bulunuyorduk.
Sabah 5.30'da topçu ateşimizle
taarruz başladı.
30 Ağustos'ta yaptığımız savaş sonunda
(buna Başkomutan Savaşı ünvanı verilmiştir)
düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve tutsak ettik.
Düşman ordusu başkomutanlığını yapan
General Trikopis de tutsaklar
arasındaydı. Demek tasarladığımız
kesin sonuç beş günde alınmış oldu.
Efendiler,
Her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu resmi bildirimlerde
çok önemsiz eylemler gibi gösteriyorduk.
Amacımız, durumu elden geldiğince dünyadan gizlemekti.
Çünkü, düşman ordusunu tümüyle
yok edeceğimize güvenimiz vardı.
Bunu anlayıp düşman ordusunu yıkımdan kurtarmak isteyeceklerin
yeni girişimlerine meydan vermemeyi
uygun görmüştük.
(...)
Tarih, 5 Eylül 1922
Vekiller Heyeti Yüce Başkanlığı'na:
Anadolu'daki Yunan Ordusu
kesin olarak yenilmiştir.
26 Ağustos gecesi Afyon'da başlayan Büyük Taarruz’u Mustafa Kemal, bizzat kendisi yönetti
Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü: "Erkenden traş oldum. Şafakla beraber 26 Ağustos'ta muharebeye başladık."
|
Mustafa Kemal Paşa: Bir araya gelelim, şarkı söyleyelim
Batı Cephesi Kumandanı İsmet İnönü
şöyle anlatır:
Erkenden traş oldum.
Şafakla beraber 26 Ağustos'ta
muharebeye başladık.
30 Ağustos'ta meydan muharebesi başladı. Bugünkü muharebede
düşman kuvvetlerinin büyük kısmı
tamamıyla imha edildi. Çevrilmiş olan düşman kuvvetlerinden
döküntü halinde birtakım dağınık kıtalar
İzmir'e doğru yol boyunca kaçıyordu.
Başkumandan,
"Muharebeyi kazandık," dedi.
Ben, Başkumandan ve Fevzi Paşa,
zannediyorum Çalköyü civarında
bir köyün avlusunda buluştuk.
Bir kağnı arabasının üzerine ilişmiş,
elimizde haritalar oturuyoruz.
(...)
Şimdi Uşak'tayız. İzmir'e doğru
harekete devam edeceğiz.
Her taraf yanıyor! *******
Nihayet süvarilerimiz
9 Eylül'de
İzmir'e girdiler.
Biz, Mustafa Kemal Paşa,
Fevzi Paşa ve ben, aynı gün,
9 Eylül'de Belkahve'deyiz.
O gece burada kaldık.
İzmir karşımızda, deniz ayağımızın
altında, İzmir'i çoktan beri
görmemişiz. Mustafa Kemal Paşa
son derece neşeli idi, bize sordu:
"Bu geceyi iyi geçirmek için ne yapalım?"
Arkasından ilave etti:
Yapacak hiçbir şey yok,
bir araya gelelim
şarkı söyleyelim."
(...)
Rıhtım hınca hınç insan dolu.
Bütün İzmir böyle.
Geçtiğimiz yollarda herkes bağırıyor, çağırıyor, yalvarıyor.
Böyle bir hava.
İzmir Rum halkla dolmuş durumda.
Bunların arasından geçiyor
ve karargâhımıza gidiyoruz.
Bizim birliklerin geçtiği yerlerden
daha birliklerimiz gelmeden önce
Yunan ordusunun çekildiğini gören
Rumlar evlerini barklarını bırakarak
İzmir'e gelmişler. Liman gemi dolu.
Bunları alıp naklediyor.
(...) Rıhtımda ne kadar kaldığımızı hatırlamıyorum.
Ya bir gece ya iki gece olacak.
Mustafa Kemal Paşa'yı
Güzelyalı'da bir eve götürdüler,
orada misafir ettiler.
Uşaklı Muammer Bey'in evi.
Ben karargâhta kaldım. Sonra beni de
çağırdılar gittim.
Evin kızı Latife Hanımefendi,
Mustafa Kemal Paşa'yı misafir etmiş.
Mustafa Kemal Paşa'nın bütün karargâhına,
arkadaşlarına ikram etmek için canla başla uğraşıyorlar.
Ahmet Ziya Akbulut'un 'Türk Ordusunun İzmir'e Girişi' eseri
''Atatürk, herkesi kolundan tutup karamsarlıktan çıkardı'
İnönü devam ediyor:
İzmir'e geldiğimiz ilk günlerde
büyük İzmir yangını çıktı.
Rumların oturduğu yer, şimdi Fuar'ın
bulunduğu yer yanıyor (...)
İzmir'e girdiğimiz günlerin
bende kalan en acı hatırası bu yangındır.
İzmir'de neşeli geçen ilk iki üç gün sonra karanlık bir hava çöktü.
İzmir'i aldık ama, İzmir şehri
Anadolu'nun yarısı ile beraber
harap oldu havası ortalığı sarmaya başlamıştı.
Bu karamsar düşüncelerin
üstüne Atatürk'ün kuvvetli iradesiyle
herkesi kolundan tutup çıkardığını
bilirim. Ümitsiz anlarda
herkese azim ve neşe vermek için dünyaya gelmiş olan başkumandan,
yanında bulunanları, İzmir'e girmekle
büyük davayı kazanmış olduklarına
tekrar inandırıyordu.
Büyük İzmir yangını
(...)
Atatürk, "Bundan sonra
yapılacak işlerimiz var,"
diye sık sık bana söyler
ve geniş ölçüde
devlet ve kültür reformlarını
işaret ederdi. ********
YARIN DÖRDÜNCÜ YAZI: Atatürk, padişahlığın kaldırılması konusundaki kararlığını şöyle vurgular: "Belki birtakım kafalar kesilecektir!"
* NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 805
** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 838
*** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 877-878-879-880-881)
**** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 898)
***** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 957
****** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 968-970
******* NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 972-973 ve 976
******** NUTUK, İBB Kültür A.Ş. yayını, s. 986-989
Hasan Cemal kimdir?
Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi.
1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi.
28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı.
Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu.
Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle:
- Tank Sesiyle Uyanmak (1986)
- Demokrasi Korkusu (1986)
- Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987)
- Özal Hikâyesi (1989)
- Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999)
- Kürtler (2003)
- Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005)
- Türkiye'nin Asker Sorunu (2010)
- Barışa Emanet Olun (2011)
- 1915: Ermeni Soykırımı (2012)
- Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014)
- Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014)
- Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018)
- Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var
|