6 Şubat depremleri
6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş ve Elbistan büyük depremlerinde kaybettiğimiz on binlerce can ve yüzbinlerce konutun ağır hasarı ve yıkımı dolayısıyla, toplumun deprem konusuna duyarlılığı arttı. Halk depremle ilgili haberleri büyük ilgiyle izliyor. Her büyük ve depremlerden sonra toplumun deprem konusuna ilgisi fazlalaşıyor, ancak bir sonraki yıkıcı depreme kadar bu ilgi ve farkındalık düzeyi zamanla azalıyor. Bu farkındalığı toplumun her kesiminde yüksek tutmak gerekiyor. Afetler konusunda farkındalığı diri tutmak için okullarda ve işyerlerinde afet konulu eğitimleri göz ardı etmemek ve medyada özellikle bilinçlendirici ve bilgilendirici programlar yapmak çok yararlı olacaktır. Bu tür eylemlerde daha iyi ve etkin olmamız gerektiği düşüncesindeyim.
Deprem kuşağı üzerinde olan ülkemiz sınırları içerisinde her yıl 4.0 ve daha büyük deprem sayısı 80 civarında oluyor. Hasar yapan ve can kaybına neden olan depremlerin çoğunluğu, ülkemizin birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde olmakta. Üçüncü ve dördüncü derece deprem bölgelerinde az da olsa, 4.0 ile 5.0 büyüklükleri arasında depremlerle karşılaşıyoruz. Bu durum doğal gerçeğimiz. Bu gerçeğin yanı sıra bir de insan kaynaklı gerçeklerimiz var. Bu ülkede büyüklüğü 4.0 ile 5.0 arasında olan her deprem sonrası, o bölgede medyada bazı haber başlıkları görüyoruz. Google’a girip “deprem geliyor”, deprem korkuttu” ve “korkutan deprem” haberleri için bir arama yaparsanız, sırasıyla 50 milyon, 8 milyon ve 6 milyon adet başlık bulursunuz. Yine aynı mecrada “depremi bildi” için arama yaparsanız karşınıza 38 binden fazla başlık çıkar. Yani, belirli uzaklıklara kadar algılanan her 4.0 ve 5.0 arasındaki büyüklüklerdeki depremlerde, o bölgede bilimsel bir hesaba ve kaynağa dayanmadan “büyük deprem geliyor”, “deprem kapımıza dayandı” ve “depremin eli kulağında” vb. söylemler bilimsel bir açıklama olmak yerine, ne yazık ki halkı bilinçlendirmeyen ama panikleten bir açıklama oluyor. Korkutarak farkındalık yaratma girişimi bilim adına yapılacak doğru ve etik bir eylem değildir. Nüfus yoğunluğu, plansız yerleşim alanları ve denetimsiz ve dayanıksız bina stokları ve alt yapı sorunları olan şehirlerimizde, yapılan hataların farkında değilsek, olası kayıpları kestiremezsek, kayıpları azaltamazsak, bu nedenlerden dolayı dirençli bir toplum ve yerleşmeler oluşturamayız ve doğadan gelen tehlikeler afetlere dönüşmeyi sürdürür. Doğal tehlikeler, hazırlıklarını yapmış ve önlemlerini almış halkların mekânlarında afetlere dönüşmez ve kayıplar en az olur.
Olası bir depremin tarihi, yeri ve büyüklüğü hakkında bilimsel bulgulara ve yayınlara dayanmayan her beyan halkta panik yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu durum, bilimsel etiğe de aykırı bir durum ortaya çıkarmakta ve bilim insanına güveni sarsmaktadır. Bir çok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de nerede ve hangi noktada nasıl bir deprem tehlikesi var biliniyor. Sorunumuz o tehlikenin binamızda, sokağımızda ve mahallemizde ne tür hayati sorunlar yaratacağı ile ilgili. İçerisinde yaşadığınız bir konut ile ilgili elimizde ne var? Tapu var. Peki, tapuya ek olarak yapı denetim belgesi, sorumlu müteahhit belgesi, yapı sigorta belgesi ve proje ve zemin etüt raporlarının bir kopyası, sigorta belgesi vb. var mı? Cep telefonu bile alırken garanti belgesi dahil bir sürü belge verilirken, yaşamımızı sürdürdüğümüz konutun ölümcül bir yıkıma uğramayacağına dair sorumluluk ve garanti belgeleri nerede? Bir ara gündeme gelen “bina kimlik kartı” nerede? Gören var mı?
Geçmiş yılların depremleriyle 2023 yılı depremlerinin karşılaştırılması
Türkiye Afet ve Acil Durum Başkanlığı, Deprem Araştırmaları Dairesi (AFAD-DAD) verilerine göre 1 Ocak 2000-5 Şubat 2023 tarihleri arasında ülkemiz sınırları içerisinde büyüklüğü 4.0 ile 7.1 olan 1.952 adet deprem olmuştur (Şekil 1). Bunlardan 1.772 tanesi 4.0-4.9 arasında, 170 tanesi 5.0-5.9 arasında, 10 tanesi ise 6.0 ve daha büyük. Bu veri tabanındaki son 23 yıllık deprem etkinliğine göre büyüklüğü 4.0 ve daha fazla olan deprem sayısı yıllık bazda yaklaşık 85 civarında. Depremleri büyüklük aralıklarına göre sınıflarsak, yaklaşık olarak büyüklükleri 4.0-4.9 arasında yılda 77 adet, büyüklükleri 5.0-5.9 arası 7 adet ve büyüklükleri 6.0 ve daha büyük 2 yılda bir deprem olmuş. Eğer medyada her 4.0 ile 5.0 büyüklükleri arasında depremler için haber yapılması istenirse, ortalama 4 günde bir “deprem korkuttu” veya “depremi bildi” vb. haberler yapılabilir.
Şimdi, Kahramanmaraş ve Elbistan’da 7.7 ve 7.5 büyüklüğündeki iki depremin art arda olduğu 6 Şubat 2023-31 Aralık 2023 arasında deprem etkinliğine bir bakalım. (Şekil 2). AFAD verilerine göre bu zaman aralığında ülkemiz sınırları içerisinde, büyüklüğü 4.0 ile en büyüğü 7.7 arasında (Kahramanmaraş ve Elbisatan depremleri dahil) 726 adet deprem olmuş. Bunlardan 669 tanesi 4.0 ile 4.9 arasında, 55 tanesi 5.0 ile 5.9 arasında ve 3 tanesi ise 6.0 ve daha büyük. Sayıları çok fazla olduğu ve kayıplara neden olmadıkları için 4.0’den küçük depremlerle ilgili bilgileri burada vermiyorum.
2023 yılında 7.7 büyüklüğündeki Kahramanmaraş ve 7.5 büyüklüğündeki Elbistan depremlerinin geniş bir alanda oluşturduğu her büyüklükteki deprem sayısı, ülkemizdeki 1 Ocak 2000-5 Şubat 2023 tarihleri arasındaki deprem sayısının yıllık ortalamalarını çok aştığını görüyoruz. Demek ki büyük depremlerden sonra artçı depremlerin artmasından dolayı her gün 4.0 ile 5.0 büyüklüğü arasında depremler için iki kez haber yapmak söz konusu olabiliyor.
Eğer, yukarıdaki tarih dönemleri arasındaki 4.0 ve daha büyük depremlerin yıllık ortalamalarını kıyaslarsak, 6 Şubat 2023-31 Aralık 2023 tarihleri arasında deprem etkinliğinin ne derece arttığını şu ortalama değerler dökümünde görürüz:
- Büyüklüğü 4.0 ve daha fazla olan deprem sayısı 8.5 kat artmıştır,
- Büyüklüğü 4.0 ile 4.9 arasında olan deprem sayısı 8.5 kat artmıştır,
- Büyüklüğü 5.0 ile 5.9 arasında olan deprem sayısı 7.7 kat artmıştır,
- Büyüklüğü 6.0 ile 7.7 arasında olan deprem sayısı 8 kat artmıştır.
23 yıldaki depremlerin yıllık ortalama sayısı ile yalnız 6 Şubat 2023-31 Aralık 2023 tarihleri arasında deprem etkinliğinin yıllık ortalama sayıları arasında bu kadar fark acaba neden var?
Birinci neden, Kahramanmaraş ve Elbistan’da iki büyük deprem arka arkaya olmuştur ve beklendiği gibi halen süren artçı depremleri var. (Şekil 2)
İki büyük depremin oluşturduğu ve büyüklüğü 4.0 ve daha fazla olan artçı depremler, 2023 yılı için verdiğim yıllık ortalamayı 8.5’a katlayacak şekilde artırmıştır. Bu artçı depremler her iki depremin Doğu Anadolu Fay Kuşağı boyunca kapladığı çok geniş bir alanda sürerken (Şekil 2) nedense bunlar medyada bu iki büyük depremden bağımsız gibi yorumlanmaktadır.
İkinci neden, bu iki büyük depremin çevresindeki bölgede var olan aktif faylar üzerinde sismik gerilim dağılımı etkilenmiş ve deprem bölgesine komşu alanlarda küçük deprem etkinlikleri artmıştır.
Deprem tehlike haritamız ve deprem yönetmeliğimiz var, peki ne eksik?
Depremler jeofizik, jeoloji, inşaat, mimarlık, şehir plancılığı gibi birçok meslek disiplininin bilimsel araştırma alanı ve mühendislik uygulama konusudur. Deprembilim (Sismoloji), jeofizik bilimi içerisinde yer alan ve depremleri inceleyen ve 150 yıla yakın geçmişi olan bir bilim dalıdır. Deprembilim, depremlerin oluşum nedenlerini ve kaynak özelliklerini, mekânda ve zamandaki dağılımlarını, depremin ürettiği sismik dalgalarının yerkabuğu içerisinde yayılımını, yerin iki ve üç boyutlu sismik hız yapısını ve sismik dalgayı soğurma özelliklerini, depremin erken uyarısını ve tehlikenin tahminini, deprem-jeoloji ve deprem-zemin ilişkilerini ve depremin insan, yapı ve arazi üzerindeki etkilerini araştırır.
Türkiye’nin 2019 tarihinde yürürlükte olan yeni deprem tehlike haritası, ne büyüklükte bir deprem tehlikesi ve yer hareketi ile karşı karşıya olduğumuzu açıkça göstermektedir. 5.0-5.5 büyüklükte depremlerde bile yıkım yaşanan bir geçmişe sahip bu ülkede, öncelikle üzerinde durulması gereken konu “neden her depremde yıkılıyoruz?” sorusuna sorumlu yetkililerden doğru yanıt alabilmektir. Her yıkıcı depremden sonra bu sorgulamayı yapmak ve eksikliklerimizi gidermek gerekiyor. Eğer bu sorunu ülke olarak çözemezsek, başta deprem olmak üzere Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında afet sarmalına girmekten kurtulamayız. Bunun yolu da, afet kayıplarının azaltılması (risklerin azaltılması) ve dayanıklı yerleşimler oluşturma politikalarımızın, yani çağdaş bir afet yönetim ve yönetişim düzeninin, yerel ve merkezi yönetim karar merkezlerinde bilim, akıl ve etik kılavuzluğunda belirlenmesi ve uygulanmasıdır. Daha önceki büyük depremlerde saptanan eksikler ve hatalar gibi, 6 Şubat 2023’deki iki büyük deprem sonrası üniversite ve kurumlarımızca yapılan incelemeler sonucu yayınlanan raporlarda belirtilen yer seçimi, inşaat yapımı ve denetim ile ilgili olarak saptanan eksiklikler ve hatalar, eğer önümüzdeki yıllarda da yinelenirse, Türkiye her depremde yıkılan binalar, can kayıpları ve ekonomik sarsıntı sarmalından kurtulamayacaktır. 6 Şubat 2023’de Elazığ’dan Hatay’a kadar hasar alan ve 680 bin konut ve işyeri için deprem bölgesinde yeniden yapılacak inşaat faaliyetleri sürecinde, daha önce saptanan ciddi eksik ve hataların tekrarlanmaması için neler yapılacak?
Medya’da depremler konusu gündeme geldiğinde ağırlıklı olarak “faylar” konuşuluyor. Ömer Emre ve arkadaşlarının Maden ve Tetkik Arama Genel Müdürlüğü (MTA) çatısı altında yaptıkları ve uluslararası hakemli dergide yayınladıkları Türkiye’nin deprem potansiyeli yüksek diri (aktif) fay bilgilerini, 25.000 ölçekli Türkiye haritası üzerinde açıklamalı olarak göstermişlerdir (Emre vd, 2018). O yayında, Türkiye’de potansiyel deprem kaynağı olan 485 fay parçası haritalanmıştır. Her fay; fay düzleminin sınıfı, etkinlik durumu, türü, uzunluğu, daha önce hangi kuvvetli depremle ilişkili olduğu, hangi büyüklükte deprem üretebileceği ve diğer jeolojik ve sismolojik özellikleri gibi temel parametrelerle ilişkilendirilmiştir. O haritada yer almayan, ancak daha sonra herhangi bir kuvvetli deprem ile ilişkilendirilebilen fay oluşursa veya bulunursa, o faylar da haritaya işlenmektedir. Günümüzde bilgisayarlar ve cep telefonlarıyla bulunduğunuz noktanın deprem tehlikesini oluşturan jeolojik, jeofizik, sismolojik ve jeoteknik özelliklerini sorgulama ve bilgiye erişme olanağınız vardır.
Yalnızca fayların yerlerini bilmekle Türkiye’de şehirlerin, ilçelerin, mahallelerin depremlerde yıkılmasını önlemek olanaklı mı? Hayır. Öyle olsaydı deprem sırasında hareket eden faylardan onlarca kilometre uzakta olan binalar yıkılmaz, canlar yitmezdi. 17 Ağustos 1999 depreminde yalnızca fayın dibindekiler mi yıkıldı? Avcılar neden yıkıldı? 6 Şubat 2023’de yalnızca fayın üzerindekiler mi yıkıldı? Önemli bir bölümü fayın dibinde olmayan 680 bin konut ve işyeri neden ağır hasar aldı ve yıkıldı? Bu makaleyi yazarken 1 Ocak 2024’de Japonya’nın kuzeyinde, merkezi karada olan oldukça sığ ve 7.5 büyüklüğündeki depremin neden olduğu can kaybının 62 civarında olduğu belirtiliyordu. Aynı büyüklükteki 17 Ağustos 1999 depreminde 18 bin can kaybını, 6 Şubat 2023 depreminde ise 50 binden fazla can kaybını nasıl açıklayacağız? Bu sorunun yanıtını, depreme hazır olma ve kayıp risklerini azaltma amacı için oluşturduğumuz ulusal afet yönetim düzenimizdeki yetersizliklerde aramalıyız.
İlki 1940’lı yıllarda çıkarılan Türkiye deprem yönetmelikleri ve deprem tehlike haritaları zaman zaman yenilendi ve en son 2019 yılında yeni Türkiye Deprem Tehlike Haritası ve Türkiye Deprem Bina Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Yani, depreme dayanıklı yerleşmeleri oluşturma amaçlı kurallar, ülkemizde 80 yıldır var. Yürürlükte olan deprem tehlike haritamız, bulunduğunuz noktada (koordinat) olası en büyük depremde maruz kalacağınız yer hareketinin maksimum yatay ivmesini, farklı deprem olma olasılıkları için vermektedir. Bu değerler, herhangi bir noktada (parsel) yapılacak binanın depreme dayanıklı tasarımı için gereklidir ve bilinmektedir. 6 Şubat 2023 depremlerinden sonra bilimsel veriler çerçevesinde eğer yeni bulgular elde edilirse, umarım bu harita ve deprem yönetmeliği yeniden güncellenecektir.
Deprem tehlike haritalarımız ve deprem bina yönetmeliklerimiz var olmasına rağmen şu soru akla geliyor: Bu tehlike ve kurallar biliniyorsa neden depremlerde yıkılıyoruz ve canları kaybediyoruz? Bu sorunu irdeleyen ve çözüm yollarını içeren bazı yazılarımı bu köşemde daha önce yayınlamıştım. “Deprem korkuttu, depremi bildi, korkutan deprem” haberleri ile deprem dayanıklılık için yer seçimi, sakınım planları ve öldürmeyen bina inşaatı konusundaki önemli eksikliklerimizi gideremeyiz. Deprem kayıplarının azaltılmasında toplumu bilgilendirme, farkındalık yaratma ve toplumun yerel ve merkezi yöneticilerden doğru taleplerde bulunmasını sağlamak için yazılı ve görsel medyaya çok önemli görevler düşmektedir.
Bu konular tartışmaya açıldığında ben genellikle ilgili mevzuattaki ve uygulamadaki eksikliklere değiniyorum. O zaman da “mevzuatı düzelttikten sonra uyulmazsa ne değişecek?” gibi haklı eleştiriler geliyor. Doğru. Yürürlükteki kuralları harfiyen uygulamazsak sorunlar sürer gider. Ama yine de mevcuttaki İmar Yasası ve Yapı Denetim Yasası yeni bir anlayışla yeniden düzenlenmeli ve sigorta sistemine eklemlenmiş Yetkin Mühendislik Yasası ve Yapı Müteahhitliği Yasası mutlaka çıkarılmalıdır. Nüfusları giderek artan şehirlerimizdeki yerel yönetimlerin afet risklerini azaltma hedefli yetkilerini ve ihtiyaç duydukları finansal destekleri güçlendirecek şekilde yerel yönetim mevzuatı yenilenmeli ve sigorta sistemi yapı üretim sürecinin her aşamasına eklemlenmelidir.
6 Şubat 2023 depremlerinin etkilediği 11 ilde yapılacağı belirtilen yüzbinlerce konut ve işyerlerinin ve ayrıca Türkiye çapında hızlandırılacağı belirtilen kentsel yenileme/dönüşüm sürecinde üretilecek yeni binaların; bugüne kadar sürdürülen inşaat üretim düzeninde yapılan ve onlarca üniversite raporunda sayfalarca yazılan hataların, mevcut mevzuat ve denetim düzeniyle gelecekte daha dayanıklı olabileceğinin garantisi nedir? Bu sorumun, gelecek neslimizin depreme dayanıklı ve güvenli ortamlarda yaşamasının sağlanması bakımından yanıtlanması önemlidir.
Birleşmiş Milletlerin 2015’ten bu yana sürdürdüğü Dayanıklı Mega-Şehirler (MCR2030) kampanyasının öngördüğü kuralların ve koşulların 2030’a kadar uygulanması amacıyla, ilgili tüm bilim ve mühendislik dallarının ve ilgili her yerel ve merkezi sektörün katılımının sağlandığı, şeffaflık ve sorumluluğun yer aldığı çağdaş bir afet yönetim ve yönetişim düzeni oluşturulmalıdır.
Göç alan, nüfusu hızla artan ve afet risklerini azaltamayan şehirlerin ekonomi ve can kayıpları riskleri hızla artıyor. Şehirlerimiz çoklu risk havuzlarına dönüşüyor. Türkiye “şehir depremleri” sürecine girmiş bir ülke olarak, öncelikle birinci derece deprem tehlikeli alanlardaki tüm şehirler, afet kayıplarını azaltmayı hedefleyen somut projelerle bu kampanyaya katılmalıdır.